"Anayasa, partili cumhurbaşkanının söylediklerinden ibaret hâle gelebilir"

"Anayasa, partili cumhurbaşkanının söylediklerinden ibaret hâle gelebilir"

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, partili cumhurbaşkanı sistemini öngören anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "Partili cumhurbaşkanını, Anayasa’ya uymaya zorlayacak herhangi bir mekanizma olmadığı için Anayasa, onun ağzından çıkacak sözlerden ibaret hale de gelebilir. Ülkenin bir yarısını yok sayacak bir düzen kurulabilir" dedi.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Tek parti devletine dönüş" başlığıyla yayımlanan (19 Ocak 2017) yazısı şöyle:

Anayasa’nın değiştirilmek istenen maddeleri için ikinci tur başladı.

Bu turda da ilk turdakinden farklı bir tablo görmeyeceğimizi şimdiden söyleyebiliriz.

Ancak olur da bazı maddeler 330 “Evet” oyunun altında kalırsa, o maddeler düşecek ve 330’un üzerinde oy alan maddeler referanduma sunulacak.

O zaman da yapılmak istenenden daha garip bir yönetsel tablo içine gireceğiz.

Bir bölümüyle parlamenter, bir bölümüyle başkanlık sistemine dayanan, “ne kuş, ne deve” diye tanımlayabileceğimiz bir anayasamız olacak.

Anayasa değişikliklerinin tümü 330 üzerinde oy alır ve referandum sonucunda kabul edilirse de 66 yıl sonra yeniden “tek parti” devrine döneceğiz.

Partili Cumhurbaşkanı, başkomutan olacak.

Partili Cumhurbaşkanı, Meclis çoğunluğunu oluşturacak partisinin milletvekillerini de kendisi belirlediği için TBMM’nin de tek hâkimi olacak.

Yargıçları ve savcıları belirleyecek kurulları partili Cumhurbaşkanı seçecek.

Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini de o seçecek.

Yardımcılarını, bakanları o tek kişi tayin edecek, Meclis’in bu konuda bir söz söylemesi mümkün olmayacak.

Yürütme organının denetlenebilmesi ancak beş yılda bir yapılacak seçimler ile mümkün olacak, partili cumhurbaşkanı kimseye hesap vermeden beş yıl ülkeyi yönetecek.

Partili cumhurbaşkanı, devletin bütün yöneticilerini tek başına tayin edecek.

Valileri o seçecek. Müsteşarları, genel müdürleri, emniyet müdürlerini, genelkurmay başkanını, komutanları, kaymakamları, kısaca aklınıza gelecek her türlü makamın sahibini o tayin edecek.

Tayin ettikleri sadece ona karşı sorumlu olacak.

Beş sene sonra olur da bir başkası “tek adam” olarak seçilirse, her şey sil baştan olacak.

Bir partinin devleti olmaktan, diğer partinin devleti olmaya savrulacağız.

Partili cumhurbaşkanı, Türkiye’nin idari yapısını istediği gibi değiştirebilecek.İlleri birleştirebilir, yeni iller kurabilir. İstediği kadar bakanlık kurabilir, istediği bakanlıkları kapatabilir.

Ve bütün bunları tek başına yapabilir, kimseye hesap vermesine gerek kalmadan.

Partili cumhurbaşkanı, “gerekli görürse” olağanüstü hal ilan edebilir.

Gerekli görebilmesine olanak veren o kadar çok gerekçesi var ki isterse beş yıl süreyle memleketi olağanüstü hal kararnameleri ile, Meclis’in kanun çıkarmasına gerek kalmadan yönetebilir.

Olağanüstü hal yetkileri o kadar geniş ki bireysel haklarımız ile ilgili düzenlemeleri bile kararnameler ile yapabilir.

Olağanüstü hal yetkilerine dayanarak, isterse seçimleri bile erteleyebilir.

“Ama bu Anayasa’ya aykırı” diyenlere, kendi seçtiği Anayasa Mahkemesi’nin kapısına gitmelerini söyler, oradan da istediği kararı çıkarır.

Partili cumhurbaşkanını, Anayasa’ya uymaya zorlayacak herhangi bir mekanizma olmadığı için Anayasa, onun ağzından çıkacak sözlerden ibaret hale de gelebilir.

Ülkenin bir yarısını yok sayacak bir düzen kurulabilir.

Böyle bir devletin ortaya çıkacak olması şu anda Meclis’teki milletvekili çoğunluğunu ilgilendirmiyor.

Onlar şimdi oylarını istenildiği gibi kullanarak, gelecek seçimde de milletvekili olmak peşindeler.

Bunlar kapalı rejimlerde olur

New York Times gazetesinin muhabiri Rod Nordland, Atatürk Havalimanı’nda polis tarafından durduruldu ve Londra uçağına bindirilerek geri gönderildi.

Nordland, havalimanındayken gazetesine yolladığı e–postada kendisine “İçişleri Bakanlığı’nın listesinde olduğunun söylendiğini” belirtiyor.

New York Times’ın Türkiye’deki avukatı, Nordland’ın “milli güvenlik gerekçesiyle”Türkiye’ye alınmadığının kendisine söylendiğini belirtiyor.

Bu ayın başında da Wall Street Journal gazetesinin muhabiri Dion Nissenbaum, üç gün gözaltında tutulduktan sonra bırakıldı ve ülkesine döndü.

Yabancı gazetecilerin bu tür muamelelere tabi tutulduğu ülkeler, kapalı rejimler ile yönetilen ülkelerdir.

Anlaşılıyor ki Türkiye de o yolda ilerliyor.

Basın özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik bu tür hareketlere biz Türkiyeli gazeteciler artık alıştık.

Artık Türkiye’de en tehlikeli mesleklerin başında bağımsız gazetecilik geliyor ve tutuklanmamayı başarmak bile önemli bir kazanım sanki.

Hapisteki gazetecilerin sayısını bile takip edemez hale geldik.

Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesi hiç bu kadar kırıklar ile dolu olmamıştı.

Muhalefete

Yandaş gazetelerden birinin genel yayın müdürü, geçen gün köşesindeki yazısını şöyle bitirdi:

“İşte bu dönemde Türkiye, kendi içindeki sorunları büyük oranda aşmış, sistemik dönüşümünü tamamlamış, kritik eşiği geçmiş bir ülke olarak öne çıkacaktır. Ve işte bu dönemde, aykırı seslerin, kişisel hesapların sorgulanacağı, yargılanacağı bir dönem olacaktır. Çünkü çok büyük bir hesap vardır ve kimsenin bu hesabı gölgelemesine izin verilmeyecektir.”

Bu arkadaşlar, biliyoruz ki iktidar partisi ideologlarının dediklerinin dışına çıkmıyorlar.

Gazeteci olarak görevleri sorgulamak değil, kendilerine söylenenleri tekrarlamaktan ibaret.

Onun için yazının sahibini ciddiye almasanız bile yazdıklarını ciddiye almanız gerekiyor.

Çünkü bu fikirler, onları yöneten “üst aklın” fikirleri ve ellerinde de söylediklerini yapabilecek güç var.

Anayasa değiştikten sonra bu güç daha da artacak.

İşte o gün Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağını merak ediyorsanız, ipuçlarını bu aktardığım yazıda bulabilirsiniz: “Aykırı seslere yer olmayacak”.

Muhalefetin tamamen susturulduğu, kimsenin itirazını dile getiremediği rejimlere, ne isim veriliyordu?