Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu, 16 Nisan'da oylanacak ve partili cumhurbaşkanlığı sistemini öngören anayasa değişikliğiyle ilgili olarak "Kabul edilirse tarihimizin en büyük siyasal ve anayasal kırılmasına yol açacak. Bu nedenle, içeriği, çelişkileri ve yaratacağı tehlikeler göz önüne serilmeli" dedi.
"Yaklaşık iki yüz yıllık siyasal ve anayasal deneyimin üstüne sünger çeken bir düzenlemenin gerekçesi olabilir mi bunlar?" diyen Kaboğlu, "Bu bir ‘anayasa gerekçesi’ değil, siyasal slogan şeklinde iç tutarlılığı olmayan ve bilgi yanlışlarını da içeren sığ bir metin" ifadesini kullandı.
İbrahim Kaboğlu'nun Birgün'de "Halk referandumda neyi oylayacak" başlığıyla yayımlanan (2 Mart 2017) yazısı şöyle:
Anayasa değişikliği 16 Nisan’da kabul edilirse tarihimizin en büyük siyasal ve anayasal kırılmasına yol açacak. Bu nedenle, içeriği, çelişkileri ve yaratacağı tehlikeler göz önüne serilmeli
Anayasa değişikliği Kanunu, eğer 16 Nisan’da yüzde 50+1 oy alarak kabul edilirse, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş dahil, tarihimizin en büyük siyasal ve anayasal kırılmasına yol açacak. Bu nedenle, bu metnin içeriği, çelişkileri ve yaratacağı tehlikeler gözler önüne serilmeli; daha çok bir yazı dizisi şeklinde (2010 Anayasa değişikliği için bkz.: (...) Halk Neyi Oylayacak? , İmge 2010).
Şu soru ile başlanılabilir: Bu denli kökten değişikliğin gerekçesi ne?
Bir buçuk sayfalık ‘genel gerekçe’ hangi nedenleri öne çıkarmakta ve bunlar, ‘büyük kırılma’ için haklılaştırıcı olabilir mi? Beş başlık altında özetlenebilir:
Anayasalar toplum tarafından devleti hukukla sınırlamak için hazırlanan metinlerdir. Türkiye’de tam tersine, vesayetçi zihniyete sahip elitlerce, devleti sınırlamak için değil, toplumu hizaya sokmak için hazırlanan metinlerdir.
Soru 1: Devlet için, hak ve özgürlükleri koruma ve geliştirme yükümlülüğü öngören önceki anayasalar, ne tür bir ‘toplum mühendisliği’ projesi idi? Soru 2: Gündemdeki metin, ‘devleti hukukla sınırlamak için’ ne tür mekanizmalar öngörüyor?
I. 1961 ve 1982 Anayasaları, ‘milli iradeye, milli iradeyi kontrol eden’ bir ‘vesayet’ sistemi oluşturmuş; ‘seçimle oluşan iktidarı bölmek ve zayıflatmak düşüncesiyle hareket etmişlerdir.’
Saptama 1: Anayasa Mahkemesi, bir vesayet organı değil, Anayasa’nın üstünlüğünü sağlayan bir yargı mercii. Saptama 2: ‘Hukukla sınırlamak’, iktidarı bölmeyi gerekli kılar; bu da erkler ayrılığı ile sağlanır.
II. “1961 Anayasası döneminde yasama kuvveti zayıflatılmış, yürütme iktidarı da çift başlılık ve az yetki ile çalışamaz hale gelmiştir.”
Saptama 1: 1961’de TBMM, yasama yetki tekeline sahip olup, 1971 değişikliğine kadar KHK bile yoktur. Saptama 2: İki başlı yürütme, parlamenter rejimlerin ortak özelliği olup, her birinin görev ve yetkisi Anayasa’da belirlenmiştir.
III. “15 Temmuz 2016’da millet iradesiyle oluşan iktidarı hazmedemeyen vesayetçi anlayış, başka bir kisve ile başını kaldırmış.” Soru: 15 Temmuz darbecileri, Anayasa’nın hangi vesayetçi kurumu ile devlete sızdı? Bunun nedeni, Anayasa’nın âmir hükümlerini sürekli ihlal değil mi? Anayasa, cemaatlere, ‘neyi vermeyi’ emrediyordu?
“1980’lerin sonunda bürokratik Cumhurbaşkanı yerine demokratik siyasetten gelen bir Cumhurbaşkanının seçilmesi, vesayetçi tasarımı bozmuştur”; parlamentonun seçtiği sembolik yetkileri olan ‘bürokrat’ cumhurbaşkanından milletin doğrudan seçtiği ‘siyasetçi’ cumhurbaşkanı profiline geçiş, “Hükümet sistemini bütüncül bir yaklaşımla ele almayı engelleyen sosyal ve siyasi şartlar ve gelişmeler, sonuçta bir sistem karmaşasına yol açmıştır”.
Çelişki: Siyasetten gelmiyorsa vesayetçi, seçimle geliyorsa Anayasa üstünde görülen Cumhurbaşkanı anlayışı ile gündeme getirilmeyen ‘tarafsız statüsü ve hukuka saygı yükümlüğü’ arasındaki çelişki açık.
“1961’de oluşturulan mevcut hükümet sisteminin Türkiye’de bir türlü istikrar üretemediği görülmüştür. 1983’ten günümüze kadar geçen 33 yılda 21 hükümet kurulmuş”.
Nicelik ve nitelik çelişkisi: 21 hükümetten 7’sinin AK Parti hükümeti olduğu unutuluyor, tek parti çoğunluğuna rağmen; daha önemlisi, sayı ile yapılan iş karıştırılarak nitelikli yönetim gereği göz ardı ediliyor.
TBMM “dengelerinin hükümet kurma ve hükümet düşürmede etkili olduğu bir sistem yerine; yasamanın ve yürütmenin ayrı ayrı ve doğrudan millet tarafından seçildiği bir sistemin benimsenmesinin ülkemizin şartları ve ihtiyaçlarına daha uygun olduğu anlaşılmıştır”. Sunulan model, “Türkiye’nin sistem tecrübesi ve dünya hükümet sistemi pratikleri gözetilerek geliştirilmiş rasyonel bir modeldir.”
Açık olan; denge ve denetim düzeneğinden duyulan rahatsızlık ve bundan hareketle çizilen kara tablonun AK Parti dönemini de kapsıyor olması. Belirsiz olan ise; hangi ‘dünya hükümet sistemi pratikleri’nin gözetilmiş olduğu. SONUÇ: Yaklaşık iki yüz yıllık siyasal ve anayasal deneyimin üstüne sünger çeken bir düzenlemenin gerekçesi olabilir mi bunlar? Bu bir ‘anayasa gerekçesi’ değil, siyasal slogan şeklinde iç tutarlılığı olmayan ve bilgi yanlışlarını da içeren sığ bir metin... *TEŞEKKÜRLER; sevgili annemizi son yolculuğuna uğurlarken bizi yalnız bırakmayan Artvinli hemşehrilerimize, çelenk gönderen kurum temsilcilerine, mesaj ve telefonla yurdun dört köşesinden ve yurt dışından acılarımızı paylaşan dostlara, şahsen tanımadığım birçok kişiye şükranla, ailece.