Türkiye'de Aralık ayında son 7 yılın en yüksek oranına (yüzde 12,7) ulaşan işsizlik, dövizdeki dalgalanmalar ve piyasadaki likidite azlığı, seçmenin referandum tercihinde ekonomiyi oldukça önemli başlıklardan biri haline getirmiş olabilir.
Hükümet, referandumdan "Evet" oyu çıkarsa Türkiye ekonomisinin çok güçleneceğini savunuyor. Özellikle ana muhalefet partisi CHP ise tam tersi referandumu ekonomi için "kritik bir yol ayrımı" olarak görüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir 2013'ten bu yana düşüyor.
Ankara'da ekonomi ve ticaretin nabzının tutulabileceği yerlerden biri OSTİM Organize Sanayi Bölgesi.
OSTİM'de esnaf, 'sessiz bir ekonomik krizin' hakim olduğunu söylüyor. Bunu açıkça kimsenin dile getirmediğini ekleyerek...
İş hanlarından birinde, 28 yaşındaki Cihan Baran'ın ağır sanayi kesici ekipmanları sattığı ofisine giriyorum.
Baran, 2013'ten bu yana sıkıntı içinde olan ekonominin referandum yaklaştıkça iyice durgunlaştığını anlatıyor:
"Ufak bir işletme olarak biz bile yatırım yapacakken düşünüyoruz. En azından şu referandum geçsin, sonucu görelim ondan sonra diyoruz. Piyasadaki nakit sıkıntısı ise 2016 başından bu yana mevcut ve git gide artıyor. Çünkü şu an paraya en çok devletin ihtiyacı var."
Sektörlerinde üretimin yüzde 90'ının yurtdışında yapıldığını söyleyen Baran, döviz bazlı çalıştıklarını hatırlatıyor. Ekonomideki istikrarın anayasa değişikliğiyle sağlanamayacağı görüşünde, referandumdan "Hayır" çıkmasını istiyor:
"Sonuç 'Evet' olursa ekonomi düzelmeyecek. Aksine, piyasada yatırım yapmayı iki sene daha unutmamız gerekiyor. Çünkü ilk önce yeni sistemde devlet bir işlesin, sağlamsa yatırım yapalım diyeceğiz."
Baran hala 7 Haziran 2015'te AKP'nin TBMM'de çoğunluğu yitirdiği genel seçimden sonra koalisyon hükümeti kurulamamasının kırgınlığını yaşıyor. Koalisyon hükümetlerinden korkmuyor, Türkiye ekonomik kriz içindeyken yönetim sisteminin değişmesini istemiyor.
Baran'ın ofisinden çıkıp OSTİM'in sanayi imalathanelerine doğru ilerliyorum. Çalışmaya ara verip dinlenmekte olan bir işçi grubuyla karşılaşıyor, işlerin durumunu soruyorum.
Arkeng asansör firmasında imalatta sorumlu baş usta olarak çalışan 47 yaşındaki Yalçın Altun, piyasalardaki dengesizlikten en çok işçilerin mağdur olduğunu söylüyor:
"Maaşlarımızı dengeli ve zamanında alamamaya başladık. Devlet böyle zamanlarda işverenin yükünü azaltmak için sigorta pirim ödemelerini, vergi yükünü azaltıyor ama hiç kimse işçinin 3 ay verilmeyen maaşını düşünmüyor."
Yalçın Altun, ülkede yanlış giden şeyler olduğunu söylüyor. Bunun sorumlusu olarak ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı görmüyor. Referandumdan "Evet" çıkmasının hem ekonomi hem de siyaset için hayırlı olacağı görüşünde:
"Patronumla 15 sene önce OSTİM'de beraber girdik bu işe. Başlangıçta tek bir anahtarımız bile yoktu. Şu anda yedi dükkanımız var, marj olarak ilk 3 firma içerisindeyiz. 15 sene içinde AKP iktidarında çok büyüdük.
"Tabii ki benim gibi işçiler asla aynı oranda bu büyümeden pay almıyor. Bundan ötürü kızgınlık ve üzüntü hissediyorum ama bunun Erdoğan'la ilgisi yok. Bu bir takım oyunu, yani bazı bürokratlar görevini yapmıyor.
"Cumhurbaşkanının uslübunu yanlış bulmak ya da kabadayı olduğunu söylemek çok yakışıksız ve yetersiz bir eleştiri. Örneğin benim iki tane engelli çocuğum var. Son 8 senede bu devletin engelli çocuklar için sağladığı imkanları daha önceki hükümetler hiçbir zaman sağlamadı. Bir baba olarak bunları görüp de Cumhurbaşkanıma kayıtsız kalamam."
AKP'li Şaban Dişli: Temel gerekçe 'daha iyi bir Türkiye ekonomisi'
Peki referandumda "Evet" çıkarsa, bu sonuç ekonomiye nasıl yansır?
BBC Türkçe'ye konuşan AKP'nin ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı Şaban Dişli, anayasa ve hükümet sistemi değişikliğindeki temel gerekçenin "daha iyi bir Türkiye ekonomisi" olduğunu söylüyor:
"Biz Türkiye ekonomisini 26 çeyrekte ortalama yüzde 7 büyüttük. Şimdi ise yüzde 3'lere düştü. Referandumdan güçlü bir 'Evet' çıktıktan sonra, bu zamana kadar ertelenen tüketim talepleri ve özel sektör yatırımları ile beraber istihdam hızla artacak.
"Haziran seçimlerinden sonra bu sistemin her an bir koalisyon ve istikrarsızlık doğurabileceğini gördük. Siyasette tek partili iktidarlarla hızlı kararlar verebilmemiz lazım, çünkü global ekonomide rekabet giderek kızışıyor. Değişiklikten sonra ise siyasi tıkanıklık asla olmayacak."
Dişli'ye göre, Türkiye ekonomisini sarsan temel nedenler; küresel krizler ve özellikle 2013'ten bu yana yaşananlar:
"2008'den bu yana Avrupa ekonomileri hala patinaj içinde. Türkiye ihracatının büyük bir kısmı ise Avrupa pazarına yapılıyor. Dolayısıyla Avrupa'daki sıkıntılardan etkilenmiş vaziyetteyiz. Şu an tüm dünyada bir gerileme var."
"Kaldı ki FETÖ dahil tüm terör örgütleri, Türkiye'nin özellikle turizm sektörünü öldürdüler. Yani Taksim'de, Sultanahmet'te, Ankara'da, Atatürk Havalimanı'nda canlı bombalar patlattılar. Bu saydığım olayların iki tanesi bir başka ülkede olsa, o ülkenin altı üstüne gelirdi."
Şaban Dişli, referandumdan sonra kamu alımları ve diğer devlet teşvikleriyle istihdam sağlanacağını, işsizliğin azalacağını söylüyor:
"Türkiye'de tıpkı Avrupa'da olduğu gibi işsizlik sigortasından yararlanmak isteyen, 'Çalışırsam 1000 euro alıyorum, çalışmazsam 800 euro, o zaman çalışmayayım' gibi tutumlar var. Ayrıca referandumdan sonra önünü görebildiğin bir ekonomiyle işsizliği kapatabilmemiz kolay."
Peki hem güçlü bir parlementer sisteme sahip olup, hem de koalisyonlarla yönetilerek istikrarlı bir ekonomiye sahip olunamaz mı?
Dişli'nin yanıtı, "Mesela Hollanda'da minimum 4 partili bir koalisyon olacak. Hükümeti kaç ayda kuracaklarını bilmiyoruz ama bizim coğrafyamızda en ufak bir tereddütte başınıza bir sürü iş geliyor. Ekonomisi, savunması ve siyaseti tereddütsüz güçlü bir ülke olmak zorundayız."
CHP'nin ekonomi politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısı Selin Sayek Böke bu yıl hazırladığı "Ekonomi için Yol Ayrımı: Demokrasi mi, Tek Adam Yönetimi mi?" adlı raporunda, 2014'teki Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana kişi başına düşen milli gelirin ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GYSH) büyüme oranının azaldığını, işsizlik ve enflasyonun ise arttığını vurgulamıştı.
BBC Türkçe'ye konuşan Selin Sayek Böke, hükümetin "Siyasette istikrar sağlanacak, ekonomi güçlenecek" argümanını eleştiriyor:
"İstikrar, öngörülebilirlik anlamına gelir. Tek kişinin verdiği kararlarla yönetilen bir ülkede asla öngörülebilirlik sağlayamazsınız. Çünkü o kişi kendi ihtirası ve geleceği uğruna kararlarını kolaylıkla değiştirebilir. Oysa demokrasi ortak akıl üreterek ekonomide hem süreci hem de sonucu öngörülebilir kılar."
Böke, hükümeti koalisyonlar dönemindeki ekonomi konusunda halkı yanlış bilgilendirmekle de suçluyor:
"Türkiye'de koalisyon dönemlerine ekonomik büyümenin esasında diğer dönemlere kıyasla iyi olduğu gözüküyor. Korkmamız gereken şey Türkiye'de koalisyonlar değil, keyfi ve hukuksuz bir yönetim."
[Selin Sayek Böke] Telif hakkıAP
CHP Genel Başkan Yardımcısı ayrıca 16 Nisan'da sandıktan "Evet" çıkması halinde gençler arasında işsizliğin daha da artacağı kanaatinde:
"Türkiye'de Cumhurbaşkanı fiili başkanlık ilan ettiğinden beri, hukuku yerle bir eden bir keyfilik olduğu için yatırım, dolayısıyla istihdam olmuyor. Başkanlık düzeni, doğası gereği farklı düşünen, değişimin öncüsü olan gençten çok korktuğu için, en çok genci dışlıyor."
Selin Sayek Böke de Türkiye'nin ekonomik sorunlarının Amerikan Merkez Bankasının (FED) önümüzdeki yıllar içerisinde küresel piyasaya verdiği likiditeyi geri çekeceğini açıklamasının Türkiye'yi çok olumsuz etkilediğini kabul ediyor.
Ancak Böke'ye göre özellikle 2013'ten itibaren Türkiye ekonomisinin kötüleşiyor olmasının temel sebebi küresel koşullar değil:
"Dünyada aynı küresel koşullar içerisinde ekonomik faaliyet gösteren 150 para birimi var ve bunların içinde son iki buçuk yılda Türk Lirası en çok değer kaybeden 12. para birimi oldu. OHAL'in uzatıldığı 3 Ekim'den itibaren ise TL en çok değer kaybeden dördüncü para birimi.
"Dolayısıyla mesele küresel koşullar değil. Mesele bu koşullar içerisinde her tür riski ülke için olumsuzluğa çevirmeye fırsat veren iktidardır."