Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve anayasa hukuku uzmanı Prof. Bertil Emrah Oder ile AKP ve MHP’nin üzerinde uzlaştığı, partili cumhurbaşkanlığı sistemini de içeren anayasa değişikliği teklifine dair olarak "Tartışmayı Cumhurbaşkanı’nın şahsından çıkarıp Meclis’in rolünü konuşmalıyız. Uzun vadede istikrarlı ve uzlaşmacı bir yönetim istiyorsak Meclis'in merkezi rolünü korumalıyız. Gündelik siyasete ilişkin tartışmaları hala orada yapabiliyorsak, bu bir kazanım demektir" dedi.
Bertil Emrah Oder'in Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:
- AK Parti’nin Anayasa değişikliği teklifini genel hatlarıyla nasıl buldunuz?
Öncelikle bu çok köklü bir anayasal değişim anlamına geliyor. Parlamentonun rolü yeniden tanımlanacak ve işlevleri farklılaşacak. Bu model, Türkiye’nin 1908 yılından bu yana uygulamaya çalıştığı parlamenter sistemden tamamen farklı bir sisteme geçiştir. Burada ciddi bir savrulma var. Ama ben bunu 2007’de başlamış bir süreç olarak algılamamız gerektiğini ve özellikle merkez sağın siyasal özlemi olan güçlü devlet başkanı arayışının sonucu olduğunu düşünüyorum. 2007’deki Anayasa değişikliğiyle, doğrudan halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı’yla karşı karşıya kaldık. Bunun etkilerini yaşamak durumundaydık.
- Şu an geldiğimiz nokta kaçınılmaz bir sonuç muydu yani?
Bir ölçüde kaçınılmaz. 2007 modeli karşımıza, meşruiyetini doğrudan halktan alan bir Cumhurbaşkanı ve bir parlamento çıkardı. Bu ikibaşlı meşruiyet olgusu, kendi içinde çatışma riski barındırıyor. Ayrıca Türkiye’nin kendi siyasi bağlamından kaynaklanan şartlara da dikkat çekmek gerekir. Özellikle uzun süre iktidarda kalmış bir siyasi partinin, halk tarafından destek bulan siyasal liderinin Cumhurbaşkanı olması önemlidir. Yani burada Erdoğan’ın siyasal etkisi, gücü ve benimsenişi önemli bir etkendir. Öte yandan ciddi bir güvenlik krizinin yaşanması, dış politikada sorunların ağır basması ve yakın zamanda yaşadığımız darbe girişimi de güçlü yürütme ve liderlik arayışını güçlendiriyor. Siyasi tarihe baktığımız zaman bu tarz olağanüstü süreçler yaşayan toplumlarda böyle arayışlar karşımıza çıkıyor. Ama şu an yaşadığımız daha temel bir sıkıntı var. Genel olarak siyasi aktörlere baktığımızda tüm partilerin daha çok Cumhurbaşkanı üzerinden bir tartışmaya girdiklerini saptıyoruz. Oysa bu taslağı Cumhurbaşkanlığı makamından ayrı tutup parlamento üzerinden tartışmanın daha fazla anlam taşıdığını ve bize çok daha fazla içgörü kazandıracağını düşünüyorum.
- Peki, Cumhurbaşkanlığı sistemi referandumda kabul edilirse Türkiye açısından sağlıklı bir sonuç doğurur mu? Yoksa muhalefetin söylediği gibi daha otoriter bir yönetime mi neden olur?
Hükümet sisteminde bu kadar köklü bir reform tartışılırken aynı zamanda demokratikleşmeyi de tartışıyor olsaydık, muhalefetin kaygıları dengelenebilirdi. Türkiye, çok uzun zamandır demokratikleşmeyi yani özgürlük sorununu gündemine almıyor, güvenlik kaygıları daha ağır basıyor. Bunun sebebi hiç kuşkusuz terörün tırmanışı ve dış politikadaki etkenler. Bunları bir ölçüde olağan karşılayabiliriz. Ama Türkiye’nin çok ciddi bir hukuk devleti krizinden geçtiğini de görüyoruz. Yargıdaki çürüme, yozlaşma, adil yargılanma hakkına yönelik ciddi ihlaller, ifade ve basın özgürlüğü alanındaki düşük performanslar, gazetecilerin uluslararası endekslerde risk altında sınıflandırılması, toplumsal şiddet sorunu... Bu kırılganlıklara anayasal ya da yasal reformlar eliyle çözüm üretilmezken sadece hükümet sistemini öncelemek, otoriterlik açısından kaygıların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu haliyle taslağın önemli kırılganlıklar içerdiğini düşünüyorum.
- Taslağı savunan AK Partililer, “Yasama yapma yetkisini hükümetten alıp parlamentoya veriyoruz. Bu, parlamentoyu güçlendirir” diyor. Ne dersiniz?
Parlamenter sistemlerde parlamentolar sadece yasama ya da hükümeti denetleme parlamentoları değildir. Toplumsal sorunların tartışıldığı ve siyasette merkezi rolü oynayan kurumlardır. Oysa başkanlık sistemlerinde parlamentoların müzakereci işlevi azalır. Önerilen sistem gelirse parlamento siyasi açıdan merkezi rolünü kaybedecek, siyasi alanın biçimlenmesinde ve dile getirilmesinde ana aktör Cumhurbaşkanı olacak. Daha silikleşmiş bir Meclis’le karşılaşacağız. Özellikle Cumhurbaşkanı ile Meclis seçimleri eşzamanlı yapılırsa, toplumdaki baskın siyasal eğilim ne ise yürütmenin ve yasamanın o şekilde oluşmasına neden olacak.
- Ama bunun yasama ve yürütme arasında uyumlu çalışma ve siyasi istikrar getireceği savunuluyor...
ABD’de başkanlık sistemi yasama ve yürütme organlarına güvensizlik üzerine kurulmuştur. Bunun kökeninde “Güç yozlaştırır. Mutlak güç mutlaka yozlaştırır” anlayışı yatar. Çoğunluğun tiranlığının engellenmesi için organların farklı zamanlarda seçime gitmesi gerekir. Oysa önerilen modelde hem seçim zamanları bakımından farklılaşma yok hem de parlamento kendi seçimlerini yenilediği takdirde Cumhurbaşkanı’nın da seçimlerinin yenilenmesi konusunda güvence var. Bu ilk başta olumlu görünebilir ama gerçek anlamda dengeleyici değil. Çünkü Cumhurbaşkanı tek başına seçimlerin yenilenmesine karar verebilirken, Meclis bu kararı alabilmek için nitelikli çoğunluk koşuluna uymak zorunda.
- Ama AK Partililer “Şu anki sistemde, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshetme yetkisi var. Şimdi bunu Meclis’e de veriyoruz. Bunu nitelikli çoğunluk yapmazsak, milletvekilleri her gün Cumhurbaşkanı’nı düşürmeye çalışır. Bu da istikrarsızlık yaratır” diyorlar.
Denge ve fren mekanizması yaratılma gayreti olduğunun farkındayım ama bu görünüşte kalıyor. Cumhurbaşkanı için bu aşırı derecede kolaylaşmışken Meclis için zorlaştırılmış. Önerinin 116. maddesinin 3. fıkrasında, “Cumhurbaşkanı’nın 2. döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesi kararı verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” diyor. Eğer siz Meclis ile Cumhurbaşkanı’nı aynı dönemde seçtiriyorsanız, bu siyasal dengelerin hem Cumhurbaşkanı’na hem de Meclis’e yansımasını sağlıyorsa, ardından Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesi durumunda Cumhurbaşkanı’na bir defa daha aday olma imkânı tanıyorsanız; sistemi siyasi manevralara açık hale getiriyorsunuz demektir.
Bertil Emrah Oder diyor ki...
"Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda kararname çıkarabilir” demişler, ardından “Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmiş konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmaz” diye eklemişler. Münhasıran düzenlenmesi gereken konular nelerdir? Yürütmenin düzenleme alanında bir ayrım öngörülecekse, bunun açıkça tanımlanması gerekir.
"Özel olarak Cumhurbaşkanı kararnamesinin çıkarılmasını gerekli kılan alanlarda, kanunla düzenleme yapılabilir mi? Bu belirsiz. Örneğin; Cumhurbaşkanı milli güvenlik politikalarını belirler” diyor. Meclis kanunla bunu değiştirebilir mi? Merkezi idare bakımından çok büyük bir değişim yaşayacağız. Ancak bu alan, sadece kararname ile mi düzenlenecek, yoksa kanun da bu konuyu düzenleyebilir mi? Hukukta özel norm ile genel normun çatıştığı durumlarda özel norm uygulanır. Burada ciddi bir yorum tartışması olacaktır.
"Metnin son bölümünü sıradan bir yurttaşın algılaması neredeyse imkânsız. 19’uncu maddede tırnak içerisinde, “Şu maddeden bu çıkmıştır” şeklinde ifadeler var. Fakat bu maddelerin kendilerini burada göremiyoruz. Keşke daha açık yazılsaydı.
"Cumhurbaşkanı bir yasayı veto ettiğinde, Meclis’in bunu aşabilmek için üye tam sayısının salt çoğunluğunu yakalaması lazım. Bu Cumhurbaşkanı’nı güçlendirir, parlamentoyu zayıflatır.
"Cumhurbaşkanı’nın sadece vatana ihanetten değil, işlediği her türlü suçtan Yüce Divan’a sevk edilmesi hesap verilebilirlik açısından iyi ama "her türlü suçtan" ifadesi çok geniş. Bu durumda Cumhurbaşkanı’na yakın siyasi elitler, fazla korumacı olabilirler. Ceza oranının çok yüksek olması, bazen cezayı etkisiz hale getirebilmektedir.
"HSYK üyelerinin yarısını Cumhurbaşkanı’nın atayacak olmasının kaygı yaratması doğal. ABD modelinde de yüksek mahkeme yargıçlarını başkan seçmektedir ama senato adayları yıpratıcı ve yorucu bir sorgulamaya tabi tutarak bunu dengeler. Üst düzey bürokrat atamalarında da benzer usuller vardır. Oysa bizdeki modelde Cumhurbaşkanı’nın bu tür atamalarında Meclis’in etkisi, denetimi yok.
"HSYK seçiminde ilk turda 3’te 2, ikinci turda 5’te 3 çoğunluk, sonra da kura yöntemi şeklinde gitmişler. Nitelikli çoğunluk aranması olumlu. Bu model tarafları uzlaşmaya sevk edeceği için yargı gibi bağımsız ve tarafsız olması gereken bir organ açısından doğru bir tercihtir. Ama keşke hiç kuraya bırakılmadan 3’te 2 çoğunlukta halledilseydi.
"Yedek milletvekilliği, belirli bir siyasi zamanda yapılmış seçimin sonuçlarının sonraya etkili olması anlamına gelir. 2019’da seçim yapıyorsunuz ama oradaki siyasi çoğunluğu 2022 için de geçerli kılıyorsunuz. Bu yolla ara seçimlerin kaldırılmasını doğru bulmuyorum.
"Milletvekilliği yaşını 18’e düşürerek gençlerimize elma şekeri mi veriyoruz, yoksa onları siyasetin içinde saygın mı kılıyoruz? Parti içi demokrasi ve kaliteyi etkin hale getirecek mekanizmaları inşa etmeden bu uygulamayı getirirsek, sadece sözde bir düzenleme olur.
"Cumhurbaşkanı’nın Yüce Divan’a sevki için nitelikli çoğunluklar genel olarak kabul edilebilirdir. Yani çok basit olmaması gerekir."