Anayasaların bilişsel ve ahlaki gelişmişlik düzeyi

Anayasaların bilişsel ve ahlaki gelişmişlik düzeyi

*Emel Aközer

"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi" (*), TBMM’nin ve ülkenin gündemine bir “sistem değişikliği” olarak sunuldu. “Başkanlık sistemine geçiş” olacağı söylenen değişiklik uzun süredir tartışılıyordu. Mart 2015’de TBMM Araştırma Merkezi tarafından, ABD, Arjantin, Azerbaycan, Brezilya ve Nijerya örneklerinin ele alındığı Karşılaştırmalı Hükümet Sistemleri: Başkanlık Sistemi başlıklı bir de rapor yayımlanmıştı (*). Söz konusu rapor, “konuya başkanlık sistemini benimsemiş ülke uygulamaları üzerinden bakmakta ve herhangi bir sonuca ulaşmadan, bu sistemin uygulamada aldığı biçimleri ortaya koymaya çalışmakta” idi. 21 Ocak 2017’de TBMM’de kabul edilerek 11 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayımlanan (*) ve 16 Nisan’da referanduma sunulacak olan anayasa değişikliği kanununda yeni sistem "cumhurbaşkanlığı sistemi" olarak adlandırıldı.

Önerilen sistemle ilgili gerekçeler ve önerinin görünürdeki mimarları ile yandaşlarının halkla ilişkiler, tanıtım, propaganda-ajistasyon ya da reklam faaliyetlerinin düzeyi ise, bir süre önce okuduğum bir makalede ABD Anayasası’nın yansıttığı bilişsel ve ahlaki gelişmişlik düzeyinden söz eden şu bölümü hatırlatıyor:

"Psikolojik açıdan. . . siyasi gelişim ahlaki (moral) gelişimin bir parçasıdır. Bu felsefi açıdan da doğrudur. Tarihsel perspektiften bakıldığında, yönetim biçimi, konvansiyonel ahlaki düşünmenin merkezinde yer alan otoriteye değil, konvansiyonel-ötesi (post-conventional) adalet ve insan hakları ilkeleri temeline oturtulan ilk ulus Amerika olmuştu. Kuruluş dönemimizde, konvansiyonel-ötesi yani ilkeli ahlaki ve siyasi düşünme biçimine sahip olanlar bir azınlıktı ve hâlâ da öyledir. Kuruluş dönemimizde olduğu gibi bugün de erişkinlerimizin çoğunluğu konvansiyonel düzeyde, özellikle de dördüncü ahlaki evre olan “kanun ve nizam” evresindedir. . . Ulusumuzun kurucuları, bizim teferruatlı sosyal araştırmalarımıza gerek kalmadan bunu sezgisel olarak kavramışlar ve ilkeli [düşünebilen] insanlar iktidardakiler olmasalar bile adalet ilkelerini ve herkesin haklarını muhafaza edecek bir yönetim tasarımlayan bir belge inşa etmişlerdi. Yönetim mekanizması, frenleri ve dengeleri, bağımsız yargıyı, basın özgürlüğünü kapsıyordu. Bu mekanizma en son Watergate’te işe yaradı. Richard Nixon’ın trajedisi, uzun zaman önce Harry Truman’ın söylediği gibi, Anayasa’yı – ki bir 5. Evre belgesidir – hiçbir zaman anlamamış olmasıydı, ama Anayasa Richard Nixon’ı anlamıştı.” (Kohlberg, 1975: 51, çeviri ve vurgular bana ait)

“Ahlaki Geçiş Dönemindeki bir Toplum için Ahlak Eğitimi” (*) başlıklı bu makalenin yazarı  psikolog ve eğitimci Lawrence Kohlberg (1975), yukarıdaki alıntıya düştüğü dipnotta şunu söyler: “Nixon’ın resmi ya da gayriresmi hiçbir söz ya da davranışı 4. Evre’nin, ‘kanun ve nizam’ evresinin ötesine geçememiştir.” (s. 51) Kohlberg ayrıca, Nixon’ın Beyaz Saray’daki son sözlerinin, seçilmelerini sağlayan onca lütfundan sonra Cumhuriyetçi Kongre üyelerinin kendisine sırt çevirebilmeleri karşısında duyduğu hayretle ilgili olduğunu ekler. Bu türden alışveriş ilişkilerindeki “adalet” anlayışının ahlaki gelişimin 2. Evre’sine özgü olduğunu da hatırlatır.

ABD’de Başkan Nixon'ı istifa etmek zorunda bırakan siyasi bir skandal olarak Watergate 1970’lerde ülkemizde de çok konuşulmuştu. Kohlberg’e (1975) göre Watergate, “ulusun ahlaken bozulduğunun” değil, adalet ilkelerini kavrayıp bu ilkeler doğrultusunda davrananların o dönemde de toplumda azınlıkta olduğunun bir tür işaretiydi (s. 51).

Kohlberg’in yaklaşık 41 yıl önce yaptığı bu değerlendirme, sadece ABD için değil, içinde yaşadığımız toplum dahil ahlaki gelişimin bir evresinden diğerine geçiş aşamasındaki başka toplumlar açısından da önemini korumaktadır: “Günümüzde ahlaki bozulma söz konusuysa,” der Kohlberg (1975), “bu durum toplumsal çatışmalar ve değerler çatışması karşısında konvansiyonel ahlaktaki zayıflamayı yansıtır bu.” (s. 51) Bu zayıflama, “daha az talihli” ergenleri, konvansiyonel ahlaki düşünmenin de gerisindeki gelişim evrelerine takılıp kalmaya, “daha talihli” olanlarıysa daha ileri evrelere geçmeye yöneltebilir (s. 52). Kohlberg’in savı, Amerikan ulusunun kuruluşundan 200 yıl sonra da konvansiyonel ahlaki düşünme tarzından adalet ve insan hakları ilkelerine dayalı ahlaki düşünme tarzına geçiş süreci içinde olduğudur (s. 52). Bu geçiş, tamamlanabildiğinde, kişisel yaşamlarımızda genellikle 10 yıl sürmektektedir: “Bir ulusun hayatında ise 200 yıl o kadar uzun bir süre değildir. . . [H]er ne kadar Anayasal yönetimimiz 5. Evre’nin toplum sözleşmesi demokrasisini ve insan haklarını amaçlıyor olsa da okullarımız 200 yıldır esas olarak 4. Evre’nin, kanun, nizam ve otorite evresinin kurumları olmuştur.” (Kohlberg, 1975: 52)

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”nin, daha 18. yüzyıl sonunda ABD Anayasası’nda öngörülmüş yönetim mekanizması—yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılması (frenler ve dengeler sistemi)—dikkate alındığında ne anlama geldiği başından beri hukukçular tarafından tartışılıyor. Anayasa hukukçusu Kemal Gözler, daha 22 Aralık 2016’da, “Elveda Kuvvetler Ayrılığı, Elveda Anayasa” başlıklı yazısında, Anayasa Değişikliği Teklifi’ni hazırlayanların, görünüşte “Türkiye’de bir ‘başkanlık sistemi’ veya ‘Türk tipi bir başkanlık sistemi’ kurmak arzusuyla” yola çıktıklarını, oysa asıl hedefin “bir ‘kuvvetler birliği sistemi’ kurmak” olduğunu belirliyordu (s. 3) (*). (*) Yazıda David Landau’nun “istismarcı anayasacılık” ya da “suistimalci anayasacılık (abusive constitutionalism)” kavramına da dikkat çekilmekte ve teklif, iktidar sahiplerinin anayasa değişikliği yoluyla iktidarlarının sürekliliğini sağlamak için giriştikleri “suistimalci anayasacılığın güzel bir örneği” olarak değerlendirilmekteydi (s. 5, n. 5)

Kohlberg’in yukarıda aktardığım değerlendirmesi de bu bağlamda, yani anayasalarda yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılmasının, toplumların ahlaki gelişiminde adalet ve insan hakları ilkelerinin işlevini vurguladığı için önemlidir. Türkiye’de 16 Nisan’da referanduma sunulacak anayasa değişikliğinin ve referandumun kendisinin bu açıdan ne anlama geldiğini daha iyi görebilmek için, Kohlberg’e göre insanın ahlaki gelişimiyle birlikte “adalet” düşüncesinin nasıl evrildiğine yakından bakmak yararlı olabilir.

Kohlberg’in 1955’te başlayıp 20 yıl süren kuramsal ve görgül çalışmaları sonucunda yeniden tanımlayarak geçerliliğini ortaya koyduğu ahlaki gelişim evreleri ve her birindeki “adalet” anlayışı şöyle özetlenebilir.

Düzey I. Konvansiyel ahlaki düşünme öncesi evreler:

Ceza, ödül ve karşılıklı yarar (ya da çıkar) yönelimli evreler.

1. Evre: “Ceza ve itaat” evresi. Söz ve davranışın iyiliğinin ya da kötülüğünün ölçüsü fiziksel sonuçlarıdır; cezadan kaçınmak ve güce sorgulamadan itaat etmek kendi başına değer taşır; adalet, “göze göz dişe diş” kuralına uygun cezalandırmadır (s. 48-50).

2. Evre: “Yarar” (ya da “çıkar”) ve görecilik evresi. Doğru davranışın ölçüsü sonuçta kendi gereksinimlerinin, ara sıra da başkalarının gereksinimlerinin karşılanmasıdır; hakkaniyet ve karşılılıklık (mütekabiliyet), imtiyazların ve ihtiyaç nesnelerinin alışverişinde dengenin gözetilmesidir; vefa, şükran ya da adalet anlayışına değil, “sen benim sırtımı kaşı, ben de senin sırtını kaşıyayım” anlayışına dayanır (s. 48-50)

Düzey II. Konvansiyonel ahlaki düşünme evreleri

“Adalet”in insanlara konvansiyonel kurallar bakımından “hak ettikleri gibi”  davranmak olarak görüldüğü evreler (s. 48-50).

3. Evre: “İyi çocuk” olma evresi. “İyi” davranış, başkalarını memnun eden, onlara yardımcı olan ya da başkaları tarafından onaylanan davranıştır. Çoğunluğun davranışı ya da “doğal” davranış konusundaki klişelere fazlaca uyum gösterilir (s. 48-50)

4. Evre: “Kanun ve nizam” evresi. Doğru davranış, ödevini yerine getirmek, otoriteye saygı göstermek ve mevcut toplum düzenini sırf düzen uğruna muhafaza etmektir . (s. 48-50)

III. Konvansiyonel ötesi, bağımsız (özerk) ve ilkeli düşünme evreleri

Geçerliliği ve uygulama alanı onları benimseyen grupların ya da kişilerin otoritesinden bağımsız olan ahlaki değerler ve ilkeler tanımlama çabasının belirgin olduğu evreler. (s. 48-50)

5. Evre: Toplum sözleşmesi ve ödev ve yükümlülükler evresi. Doğru davranış, genel bireysel haklarla ve tüm toplumun eleştirisinden geçip üzerinde anlaşmaya varılmış standartlarla tanımlanır. Kişisel değerlerin ve görüşlerin çeşitliliği konusunda açık bir farkındalık vardır ve buna koşut olarak, oydaşma sağlama usulüne ilişkin kurallar önem kazanır. Anayasal ve demokratik yollardan üzerinde uzlaşma sağlanmış olanlar bir yana, “doğru” olan, bir kişisel “değerler” ve “görüşler” meselesi olarak görülür. Sonuç olarak “hukuksal bakış açısı” öne çıkar ama  toplumsal yararla ilgili rasyonel değerlendirmeler sonucunda hukukun da değiştirilebilir olduğu vurgulanır. Hukuk alanının dışında, yükümlülüklerin bağlayıcı unsuru özgür mutabakat ve sözleşmedir. (Kohlberg’e göre ABD Anayasası’nın “resmi” ahlakı) (s. 48-50).

6. Evre: “Evrensel etik ilkeler” evresi. Doğrunun, kişinin kendi seçtiği, mantıksal kapsayıcılığa, evrenselliğe ve tutarlılığa dayalı etik ilkelere uygun olarak vicdanın verdiği kararla tanımlandığı evre. Kişi, soyut etik ilkeler ile—örneğin On Emir gibi—somut ahlak kuralları arasındaki farkın ayırdına varmıştır. Bu ilkeler, adaletin, insan haklarının eşitlik ve karşılıklılığının, insanların birey olarak onuruna saygının evrensel ilkeleridir. (s. 48-50).

Şunları da eklemek gerekir:

- Ahlaki düşünmenin gelişimi, düşünebilmeyi, doğru akıl yürütebilmeyi (mantığı) ve eleştirel düşünebilmeyi gerektirdiğinden bilişsel gelişimle de ilişkilidir. Kohlberg’e (1975) göre bu anlamda bilişsel gelişim ahlaki gelişimin gerekli şartıdır, gelişimin sınırını belirler, ama yeterli şartı değildir (s. 48-49). Ahlaki gelişimin, bilişsel gelişimin gerisinde kalması mümkündür.

- Irk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal ya da toplumsal köken, kişilerin ve toplumların bilişsel ve ahlaki gelişiminde belirleyici değildir (Kohlberg, 1975: 48). Kohlberg (1971) bir başka makalesinde, Türkiye dahil bir dizi ülkede gerçekleştirdikleri çalışmalara dayanarak şunu da vurgulamıştır: “Katolikler, Protestanlar, Yahudiler, Budistler, Müslümanlar ve ateistler arasında ahlaki düşünmenin gelişimi açısından hiçbir önemli farklılık bulmadık.” (s. 174)

- Buna karşılık gene Kohlberg’in (1975) dikkat çektiği gibi, okuldaki “ahlaki  atmosfer”in bilişsel ve ahlaki gelişim için hangi koşulları sağladığı, kurum olarak hangi gelişmişlik düzeyine karşılık geldiği (s. 52) önem taşımaktadır.

Ne yazık ki dünyanın çeşitli yerlerinde bugün de insan hayatının değerinin fiziksel nesnelerin değerinden ayırt edilemediği, bireylerin toplumsal statülerine ya da fiziksel özelliklerine bağlandığı 1. Evre’nin, yahut insan hayatının başka insanların gereksinimlerinin aracı olarak görüldüğü 2. Evre’nin ötesine geçememiş topluluklar mevcuttur. Yaşamanın bir insan hakkı olarak tanımlandığı 5. Evre’nin ya da insan hayatının kutsallığına inancın insan onuruna saygı evrensel ilkesinde temellendiği 6. Evre’nin  (bkz. Kohlberg ve Gilligan, 1971: 1068) ahlaki düşünme biçimlerinin yansıdığı toplum sözleşmelerine ulaşmak, bunu başarabilmiş toplumlar için hiç de kolay olmamıştır. Bu başarılarda, azınlıkta bile olsalar, ahlaki ve siyasi düşünme biçimleri konvansiyonel düşünmenin ötesine geçebilmiş bireylerin payı önemlidir. Ama savaşların, yıkımların, tarifsiz acıların yaşandığı dönemlerin ardından,  çoğunluğu oluşturan grupların da özgür ve insanca yaşama özlemleriyle bu başarılarda pay sahibi olduğu yadsınamaz. Günümüzden 230 yıl önce, ABD’de otoriteye saygıya değil, o dönemde tanımlandığı biçimiyle insan haklarına dayalı bir toplum sözleşmesinin, bir Anayasa’nın tasavvuru böyle gerçekleşmiştir. 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (*)  kabulünden yaklaşık 16 yıl sonra gene ABD’de 1964 Sivil Haklar Yasası’nın (*) hayata geçirilmesi de böyle mümkün olmuştur. Bu çerçevede, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin insanın ve insan toplumlarının bilişsel ve ahlaki gelişiminde 6. Evre’ye karşılık gelen toplumlar arası bir sözleşme olduğunu söylemek yanlış olmayabilir.  

ABD Anayasası’nın ahlaki gelişim düzeyi ile Amerikan toplumunun çoğunluğunun gelişim düzeyi arasındaki mesafe konusunda Kohlberg’den yukarıda aktardığım 1975 tarihli  değerlendirme, bugün Türkiye’nin gündeminde bulunan anayasa değişikliği önerisinin topluma sunuluşuyla nasıl ilişkilendirilebilir?

Gündemimizdeki “anayasa” ya da “sistem” değişikliği , amacı ne olursa olsun, yeni bir toplum sözleşmesi önerisidir. Evrensel adalet ilkeleri ile insan haklarının hayata geçirilmesinde toplum sözleşmelerinin öneminin farkında olan herhangi bir kişinin kolayca şu soruları sorabileceğini, sorması gerektiğini düşünüyorum.

- Önerilen sistemi topluma “Türk tipi başkanlık sistemi” olarak sunmak yeterli midir? Önerilen sistemin, TBMM Araştırma Merkezi’nin Mart 2015 tarihli raporunda ele alınan “Başkanlık sisteminin klasik ve en başarılı örneği olan ABD’den başlayarak demokratiklik-otoriterlik yelpazesinde ‘devlet başkanı endeksli’ Azerbaycan örneğine kadar” uzanan yelpazedeki konumu nedir? “Türk tipi başkanlık sistemi” diğer sistemlerden daha mı demokratik, yoksa daha mı otoriterdir? Bir sistemin “Türk tipi” olması ne anlama gelmektedir? Bir sistemin “Türk tipi,” “Amerikan tipi,” “Fransız tipi” vb olması kendi başına bir değer midir?

- Teklif edilen sistemi “Türk tipi” yapan,  230 yıl önce ABD Anayasası’nın müelliflerinin ayırdıkları yasama, yürütme ve yargı erklerinin birleştirilmesi midir? Bu konuda hukukçuların ve anayasa hukukçularının (örneğin Kemal Gözler (*), İbrahim Kaboğlu (*), Sami Selçuk (*) (*)) eleştirileri dikkate alınmış ya da yanıtlanmış mıdır? Hem Gözler hem Selçuk, 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde “erkler ayrılığının bulunmadığı toplum(lar)da anayasa yoktur" ifadesinin yer aldığı 16. maddeyi hatırlatmaktadırlar. Bu eleştirilere kamuoyu karşısında hukuk bilimi ya da felsefesi veya tarihi çerçevesinde yanıt verebilecek bir muhatap var mıdır?

- Bu ve benzeri soruların inandırıcı bir yanıtı olmadığı, olamayacağı için mi, gerek anayasa değişikliği kanun teklifi gerekse kanunlaşarak referanduma sunulan metin kamuoyuna yeni bir toplum sözleşmesinin gerektirdiği ciddiyetten uzak, yeni bir ürün gibi içi boş sloganlarla sunulmuştur? Örneğin “Daima Millet, Kararımız Evet” ne demektir?

- Bu nedenle mi önerinin yandaşlarının propaganda-ajitasyon faaliyetlerinde, toplumumuzun ahlaki gelişmişlik düzeyi bir yana, akıl yürütme düzeyini de fazlaca küçümseyen sloganlardan, safsatalardan (geçersiz argümanlardan) yarar beklenmektedir ve bunlardan bir türlü vazgeçilememektedir? Örneğin: “Neden evet diyoruz; çünkü [X1], [X2], [X3], . . . hayır diyor!” (*) Literatürde “ad hominem” diye bilinen bu safsata kalıbının, tarih boyunca Katolikler’den Protestanlar’a,  Müslümanlar’dan Yahudiler’e, ırkçılardan ırkçılık karşıtlarına, teröristlerden barışçılara vb her türlü grup için kullanılmış örnekleri bilinmemekte midir?

- Üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy 6 Nisan’da şu uyarıyı da yapmıştır: “Amaç nedir? Anayasa değişikliğini getirenlere başta sorulan bu soruya demagojiye sapmadan ‘iki başlılık’ vs gibi inandırıcı olmayan, kaçamaklı değil, net ve inandırıcı bir açıklama getirmelerini istemek vatandaşlık hakkımızdır. . . . Referandum’un ana konuları miting meydanlarında veya açılış toplantılarında geçiştirilemeyecek kadar önemlidir.” (*) belgenin Gallup Poll tarafından birkaç yılda bir—Haklar Bildirgesi olduğu belirtilmeksizin— halkın oyuna sunulduğuna ve her defasında reddedildiğine de dikkat çeker (s. 51). Gerçekten de Amerikan halkının ABD Anayasası, tarihi ve ilkeleri konusundaki bilgisizliği malumdur (Twiss-Garrity, 2002, Temmuz; Gallup, 2003 21 Ekim) (*) (*). Ama buna karşın, “o kendisini hiç anlamamış olsa da Richard Nixon’ı anlayan anayasa” hâlâ ayaktadır. Gelişmiş ya da gelişmekte olan pek çok ülkede çoğunluk, insan haklarının dayandığı soyut etik ilkeler ile somut ahlak kurallarını birbirinden ayırt etmekte gecikmiş olsa bile, bilişsel ve ahlaki gelişimin ancak daha alt evrelerinde kabul görebilecek yaklaşımlara ve dayatmalara “hayır” demiştir ve diyebilmektedir. İnsanların insan olmaklıkla onur duyacakları, barış içinde bir dünyada yaşama umudumuzu koruyabilmemizin bir nedeni budur. Bir neden daha var: Biz insanlar, sözlerde ve davranışlarda daha iyi, daha güzel ve doğru olanı, daha insanca bir yaklaşımı ve gelecek tasarımını ayırt edebiliyoruz. Yeter ki aklımız ve vicdanımız baskılanmamış olsun.

Teşekkür

Kohlberg’in tanımladığı bilişsel ve ahlaki gelişim evrelerinin özetlenmesindeki değerli katkısı ve eleştiri ve önerileri için Mehmet Aközer'e teşekkür ediyorum.

Kaynaklar

Gallup., G. H. Jr. (2003, 21 Ekim). How many Americans know U.S. history? Part I. http://www.gallup.com/poll/9526/how-many-americans-know-us-history-part.aspx

Gözler, K. (2017, 22 (23) Aralık). Elveda kuvvetler ayrılığı, elveda anayasa: 10 Aralık 2016 tarihli anayasa değişikliği teklifi hakkında bir eleştiri”, http://www.anayasa.gen.tr/elveda-anayasa-v2.pdf

Gürsoy, N. (2017, 6 Nisan). Hayır diyorum. http://odatv.com/celal-bayarin-kizindan-tam-sayfa-ilan-hayir-diyorum-0604171200.html

Kaboğlu, İ. (2016, 15 Aralık). Terör ve Anayasa. http://www.birgun.net/haber-detay/teror-ve-anayasa-139559.html

Kohlberg, L. (1975, Ekim). Moral education for a society in moral transition. Educational Leadership, 33(1), 46-54. http://www.ascd.com/ASCD/pdf/journals/ed_lead/el_197510_kohlberg.pdf

Kohlberg, L., & Gilligan, C. (1971). The Adolescent as a philosopher: The discovery of the self in a postconventional world. Daedalus, 100(4), 1051-1086. http://www.jstor.org/stable/20024046

Kohlberg, L. (1971). From is to ought. . . T. Mischel (Ed.), Cognitive development and epistemology (s. 151–284). New York: Academic Press.

Selçuk, S. (2017, 10 Ocak). Anayasal devlet'ten “anayasalı” devlet'e.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/657854/_Anayasal_devlet_ten__anayasali_devlet_e.html

http://t24.com.tr/haber/prof-sami-selcuk-taslaga-gore-baskan-diktator-olmak-zorunda-savunanlar-bile-dogduklarina-pisman-olacak,382135

TBMM Araştırma Merkezi (2015, Mart). Karşılaştırmalı hükümet sistemleri: Başkanlık sistemi (ABD, Arjantin, Azerbaycan, Brezilya ve Nijerya örnekleri). TBMM Araştırma Merkezi Yayınları, Yayın No. 7. Ankara: TBMM. https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/baskanlik_sistemi.pdf

Twiss-Garrity, B. A. (2002, Temmuz). Object lessons: Relics, reverence , and relevance. Common-Place, 2(4: Special Issue on the Constitution).  http://www.common-place-archives.org/vol-02/no-04/lessons/

Emel Aközer: Emekli Öğretim Üyesi, Bağımsız Araştırmacı