Bilgi Üniversitesi, medya dünyasına ilişkin analizleriyle de bilinen Doç. Dr. Esra Arsan ile yollarını ayırdı. Kararın, Arsan'ın ANF'ye yaptığı değerlendirmeler ile Yeni Akit gazetesinin Arsan'ı hedef gösteren yayınlarının ertesine rastlaması tartışma yarattı. Ancak üniversite yönetimi, bu durumun rastlantıdan ibaret olduğunu duyurdu.
Arsan 24 Mayıs'ta ANF’ye verdiği mülakatta tutuklu gazeteciler ve basın özgürlüğü üzerine değerlendirmeler yaparken "Gazeteciler artık tutuklanarak öldürülüyor" tespitini yaptı ve anaakım medyayı eleştirdi. Ertesi gün Yeni Akit gazetesi "Üniversitede bir PKK yandaşı" başlığıyla Arsan'ı hedef gösterdi. Üniversitenin, bu yayının sonrasına rastlayan Arsan ile yollarını ayırma kararı tartışma yarattı. Bilgi Üniversitesi yönetimi ise, kararın ne Arsan'ın ANF'ye yaptığı açıklamalar, ne de Yeni Akit'in kabul edilemeyecek iddialarıyla ilgisi bulunduğunu, önceden verilmiş kararın bu yayınlarla aynı sırada uygulanmasının bir rastlantıdan ibaret olduğunu iletti.
Evrensel gazetesine göre Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Halil Nalçaoğlu, Arsan’ın işine son verildiğini doğruladı. Nalçaoğlu açıklamasında, “Esra hocamızla (henüz resmiyet kazanmamış olsa da) yolları ayırma kararımızın sözünü ettiğiniz gazete ve yayınladığı haber ile kati surette bir bağlantısı yoktur. Hocamızla el sıkışarak, iyi niyet temelinde ayrılmamız söz konusu iken, adı geçen talihsiz haber ortaya çıktı. Bir kez daha bunun çalışma ortamımızın verimi ve uyumu adına aldığımız bir karar olduğunu, diğer konu ile bir alakası bulunmadığını vurguluyorum” dedi.
Geçen yıl Fotoğraf ve Video Bölümü öğrencilerinden 24 yaşındaki Deniz Özgün’ün tez konusu olarak okulun stüdyosunda çektiği porno filmle sarsılan Bilgi Üniversitesi’nde üç öğretim görevlisinin işine son verilmesi tartışma yaratmıştı.
Öğrenciler ve meslektaşları üniversite yönetiminin kararından vazgeçmesi için eyleme geçiyor. Bilgi Üniversitesi öğrencileri ve çalışanları, cuma günü saat 14.00'de Bilgi-Santral Kampüsü Rektörlük önünde Esra Arsan'a destek eylemi düzenleyecekler.
Doç. Dr. Esra Arsan, Kürt basınına yönelik baskılara ve tutuklu gazetecilerle ilgili iddianameye tepki gösterdi. ANF'den Ali Barış Kurt'a değerlendirmede bulunan Arsan, gazeteciliğe başladığı yıl ile bugün arasında baskı ve yasaklar bakımından herhangi fark görmediğini söyledi. Hiçbir gazetecinin çalıştığı kurum üzerinden suçlanamayacağını vurgulayan Arsan, gazetecinin sadece gerçeğe sorumlu olduğunu belirtti. Arsan, anaakım medyadaki sessizliği de eleştirerek, "Tarih onların zavallı olduğunu yazacak" dedi.
Doç. Dr. Esra Arsan'ın ANF'de yayımlanan söyleşisi şöyle:
Ergenekon, Devrimci Karargah gibi önemli ve hassas dava süreçlerinde gerçekleşen tutuklamaların anayasa, TCK, basın yasası ve Türkiye’nin imzaladığı pek çok uluslararası sözleşmeye aykırı olarak yapıldığını belirtti.
"Ülkemizde demokrasi, insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü önünde Demokles’in kılıcı gibi dikilen Terörle Mücadele Kanunu kullanılarak, muhalif, alternatif, eleştirel gazeteciler, düşünürler, akademisyenler ve üniversite öğrencileri hapse atılıyor" tespitini yapan Doç. Dr. Esra Arsan, tutuklamalar için gerekçe gösterilen 'suç unsurları'nın ise 'haber yazmak, basın toplantısı izlemek, yasal siyasi parti mitinglerine katılmak, protesto gösterilerinde yürümek veya yasal parti akademilerinde ders vermek'le sınırlı olduğunu belirtti.
İddianamede bu örneklerden yola çıkarak hareket edildiğini ve dolayısıyla suç teşkil etmeyen faaliyetleri nedeniyle gazetecilerin halen tutuklu kaldıklarını belirten Arsan, "Terörle Mücadele Kanunu’nun tutuklama ve gözaltılara yetmediği durumlarda ise, 'sehven' uydurulan asılsız delillerle insanların çok uzun süren dava süreçleri boyunca hapiste tutuklu kaldıklarını, masumiyetleri ispatlanana kadar yıllarca ilk davalarının görülmesi için özgürlüklerinden alı konulduklarını dehşetle izliyoruz" dedi.
Özellikle iktidarın eleştirisi, devletin yanlış işlerinin gözler önüne serilmesi gibi durumları 'gazetecinin asli görevi' şeklinde tanımlayan Arsan, "Sözgelimi, Pozantı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt çocuklarına devlet işkence ve kötü muamele yapıyor. Bu haber değeri taşır. Çünkü, öncelikle çocukların büyüklerle aynı cezaevlerinde olması yanlış. Bir de devlet bu çocukları koruyamıyor, onlara sahip çıkmıyor. Bu kamu yararı içeren bir haber değeri taşır. Eğer bir gazeteci bunun haberini yaptı diye o gazeteci de hapse atılıyorsa ve 'terörist' damgası yiyorsa, o ülkede çok ciddi bir demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü sorunu var demektir. Biz de bu baskıcı ve yasakçı rejimi yaşıyoruz maalesef" diye konuştu.
Doç. Dr. Esra Arsan, gazetecilerin sadece gerçeğe karşı sorumlulukları olduğunu ifade ederek, tutuklu gazetecilerle ilgili iddianamede gazetecilerin çalıştıkları yayın organları üzerinden suçlanmalarını eleştirdi. "Bir gazetecinin sorumluluğu gerçeğe karşıdır. Yazdığı haberin doğruluğu, dengeli oluşu, adil oluşu gazetecinin sorumluluğundadır. Haber doğru değilse, yasalar ve etik gazeteciyi ve çalıştığı kurumu hesap vermeye zorlar" hatırlatmasını yapan Arsan, ekledi: "Ancak, bir gazeteci şu ya da bu ideolojik arka planı temsil eden bir gazetede çalışmaktan dolayı suçlanamaz, ona önyargı ile bakılamaz, marja itilemez, terörist ilan edilemez. Sürmekte olan basın davalarına veya TMK ile ilintili davalara baktığımızda, daha çok Kürt medyası ve sol medyada çalışan gazetecilerin tutuklandığını görüyoruz. Eh, bu gazetecilerin iktidara muhalif olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla, açılan davalar açısından çok sorunlu, ciddi hukuki ihlaller içeren bir tablo ile karşı karşıyayız."
Doç. Dr. Esra Arsan, AKP Hükümeti'nin anti-demokratik uygulamalarını, gazeteciliğe başladığı ilk yılları örnek göstererek, şöyle değerlendirdi: "Gazeteciliğe başladığım 1980 sonrası ile bugünü kıyasladığımda, darbe döneminin baskıcı, yasakçı zihniyetiyle bugün arasında bir fark göremiyorum. 1980 sonrasında asker karşıtı, Genelkurmay karşıtı yazı yazmak yasaktı. Ama 1983 sonrası hükümetler eleştirilebiliyordu. Belediye ve bürokrasideki yolsuzluklar yazılabiliyordu. Değişen ve dönüşen ekonomik/finansal yaşama ilişkin çok ağır eleştiriler yapılabiliyordu. Hayali ihracat haberlerini ve IMF karşıtı haberleri hatırlayın. Özellikle Bankacılık sisteminin değişmesi ve yeni burjuvazinin oluşma dönemi olan 1980’lerde Turgut Özal’ın eşi Semra Özal için 'Lale Devri' haberleri yapılabiliyordu. Polisin işkenceleri dergilere kapak olabiliyordu. '90’larda ise Genelkurmay’ın baskıcı yasakları nedeniyle Güneydoğu’da yaşanan köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, adam kaçırmalar, gazeteci öldürmeler haber olamıyordu. Ama, yine de, bunları bir şekilde yazmaya cesaret eden Kürt ve Türk gazeteciler oldu. '90’larda gazeteciler şimdilerde ortaya çıkan derin devlet ilişkileri ve işbirlikleriyle faili meçhul cinayetlere kurban gidiyorlardı. Bugün ise gazetecileri susturmak için hapse atıyorlar; öldürmüyorlar. Ama bir insan hayatını haksız yere uzun süre gasp etmek, rehin almak da bir tür cinayettir aslında. Bu nedenle, ben aslında bugün yaşananları gazetecilik ve gerçeğin yazılabilmesi açılarından çok daha kötü görüyorum. Yolsuzluk yazılamıyor, insan hakları ihlalleri yazılamıyor, iktidarı eleştiren gazeteciler hapse atılıyor ve bunlar yapılırken 'bizim bir amacımız var –ki bu da askeri vesayetten kurtulmak olarak nitelendiriliyor- bu amaç için yer yol mübah' anlayışı güdülüyor. Bence bu noktada amaç, aracı da sonucu da meşru kılmaz. İnsan hayatları ve özgürlükler rehin alınarak yapılan hiçbir girişim olumlu da olamaz."
Arsan, Kürt ve muhalif gazetecilerin üzerindeki baskıya, anaakım medyanın ise sessiz kaldığını vurguladı. "Bence tarih bu dönem için anaakım medyanın baskıcı bir korku rejimi ve maddi baskılarla köşeye sıkıştırılmış çok zavallı bir durumda olduğunu yazacak. Ancak, tarih bu duruma karşı kayıtsız kalan, insan hayatları harcanırken, gencecik gazeteciler, öğrenciler hapislerde yatarken sesini çıkartmayan halkımızın kötü bir sınav verdiğini yazacaktır" dedi.
'Anaakım medyadan çok medya tüketicisini suçladığını' kaydeden Arsan, "Bu sessizliğin, iktidarın yanlış işlerinden hiç rahatsız olmayan ve hatta buna göz yumarak çıkar sağlamaya çalışan müşterici siyasetçi-oy veren ilişkisinden büyük hicap duyuyorum" ifadelerini kullandı.