Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi üyesi avukat Emrah Şahin, İstanbul Maltepe'de babaları tarafından pompalı tüfekle katledilen 4 yaşındaki Elif Mina ve 2 yaşındaki Miray Hira olayına ilişkin konuştu. “Burada sorulması gereken asıl soru, bu süreçte çocukların babayla nasıl bir araya getirilebildiğidir” diyen Şahin, işlerin bu noktaya gelmeden çok önce çocukların koruma altına alınması gerektiğini ve yasaların buna imkan verdiğini anlattı. “Bu ülkede daha derin bir sorun var. Bu ülkede güçsüzün güçlüye karşı korunmaması sorunu var. Doğa kanunlarının hakim olduğu bir toplumda ne devletin ne de toplumsal adaletin varlığından bahsedilebilir” diyen Şahin, iki çocuğunun tabutunu omuzlayan anne Dilek Yardım’ın “Yalvardım, korumadınız bizi. Hiçbirinizi istemiyorum, gidin” isyanına neden olan durumu T24’e değerlendirdi.
Ülkemizde yasalarla ilgili eksiklikler elbette var ve toplum değiştikçe zaman döngüsü içerisinde yeni yasalara da her zaman ihtiyaç olacak. Yaşanılan bu son olay da gösteriyor ki sorun yasalarda değil yasayı uygulayanlarda. Bu sorunu da ancak Devlet çözebilir. Zaten Devletin varlık sebebi budur. Son olay özelinden örnek vermek gerekirse, medyadan takip ettiğimiz kadarıyla Elif Mina ve Mira Hira’nın hikayesi çok daha eskiye dayanıyor. Bu çocukların katledilmesi bir anda ortaya çıkan bir hadise değil. Öncesinde annenin kendisine şiddet gösteren babadan kaçışı, sığınma evine sığınması gibi bir dizi olay var. Bu olayların neticesinde aslında göz göre göre böyle bir vaka yaşanıyor. Babanın psikolojik sorunları olduğunu ve şiddet eğilimi olduğunu annenin ifadelerinden anlıyoruz. Nitekim babanın ailesi de bunu inkar etmiyor.
Ancak bu yeni öğrenilen bir şey değil, uzun süren bir adli süreçte zaten gerek kolluk görevlileri gerekse de yargı bu duruma şahit. Burada sorulması gereken asıl soru, bu süreçte çocukların babayla nasıl bir araya getirilebildiğidir. Her ne kadar detaylara hakim olmasam da örnek vakalarla karşılaştırma yapınca katledilen çocukların işler bu noktaya gelmeden çok önce koruma altına alınması gerektiğini görebiliyorum. Yasalarımız buna imkan tanıyor. Özellikle aile içi şiddet vakalarında nedense karı koca arasında bir hukuki prosedüre ağırlık verilirken çocuklar genelde unutuluyor. Burada annenin anlatımlarından çocukların anneye verildiği ve annenin de çocukları bir defaya mahsus görsün diye babaya teslim ettiği anlaşılıyor. Annenin bu tercihi yaparken sağlıklı düşünmediği de ortada, sağlıklı düşünebileceği bir konumda olmadığı da ortada.
Bu nedenle Devletin “çocuğun üstün yararı her daim ailenin yanında olmasıdır” yaklaşımı ile hareket etmesi somut olayda çocukların aile yanında buna benzer vakalarla karşılaşmasına neden olabiliyor. Bu tür süreçler çok hassas olduğu için titizlikle yürütülmeli. Polis memurlarına, sosyal hizmet uzmanlarına, savcılara soracak olursanız iş yükünün çokluğundan şikayet ediyorlar. Haklılar da. Bir vakayı titizlikle inceleyecek sayıda ve tecrübede personel eksiği var.
Öyle olunca gözden kaçan ufak detaylar karşımıza böyle hadiseleri getirebiliyor. Sorun tam da burada. Yasalar çoğunlukla yeterli ancak uygulamada problem var. Uygulayıcıların sayısı vaka sayısını karşılamaya yetmiyor. Nitekim uygulayıcılar bizim haberini aldığımız bu olay gibi her gün birçok vaka ile birebir çalışıyorlar. Onların da ikincil travmaları ve bu nedenle mesleki körleşme dediğimiz körleşmeleri oluyor. Bu kişilerin bir yandan da sürekli terapi görmesi, eğitim çalışmaları ile bilgilerinin tazelenmesi, iş yüklerinin azaltılması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde biz suçlu aramaya devam ederiz.
Devletin varlık amacı budur. Buradaki adalet kelimesinden kastım toplumsal adalettir. Bir toplulukta güçlüler ve güçsüzler olabilir. Bu kişiler arasındaki dengeyi bulmak için Devlet var edilmiştir. Doğal yaşamda güçlü her zaman güçsüzü bir şekilde yok eder ve hayatta kalır. Doğal yaşamın dengesi budur. İnsanı hayvandan ayıran özellik zekası denir ancak benim bu konuda farklı bir yaklaşımım olacak. İnsanı hayvandan ayıran özelliği
İnsan toplulukları güçsüzü güçlü karşısında koruyabildiği müddetçe doğa kanunlarından uzaklaşır ve medeni toplum olmaya yaklaşır. Yaşanılan bu hazin olay televizyon ekranlarına annenin seslenişi sayesinde duyuldu. Bu ülkenin sokaklarında, karakollarında, hastanelerde, çocuk izlem merkezlerinde, adliyelerde şu an buna benzer binlerce vaka oluyor. Bu meseleye sadece Kadın Hakları ya da Çocuk Hakları merkezinden yaklaşmıyorum.
Bu ülkede güçsüzün güçlüye karşı korunmaması sorunu var. Doğa kanunlarının hakim olduğu bir toplumda ne devletin ne de toplumsal adaletin varlığından bahsedilebilir. Devlet aklının; yasa çıkarmanın yetmeyeceğini, sadece anneyi adresi belli olmayan iki metrelik bir odaya sıkıştırmanın onu koruyamayacağını, vaka sayılarının çok fazla olduğunu ve daha fazla personele ihtiyaç olduğunu, bu vakaların herhangi bir adli vaka olmadığını, toplumsal adaleti sağlayamamanın ileri dönük olarak çok büyük krizleri beslediğini, bu vakaların bir bütün halinde ve tarafların tamamı ele alınarak incelenmesi gerektiğini bir an önce anlaması gerekir.
Toplum duygusal yaklaşabilir ve tepki verebilir ama bu tür vakalara profesyonel açıdan yaklaşmak gerekir. Sadece çocuklar ve anne mi mağdur? Bana kalırsa baba da mağdur. Peki fail kim? Fail belki de 1980’li yıllarda baba bir çocukken yaşadığı kötü olayı anlattığında, konunun üstünü örten çocuk doktoru da olabilir. Bu tür vakalarda birilerini suçlamak kolaydır ancak gerçekten suçlunun kim olduğunu bulmak kolay değildir. Bu nedenle özellikle aile ve çocuk ile ilgili adli vakalara titizlikle yaklaşmak çocukların sağlık tedbirlerini önemsemek ileri dönük kötü hadiselerin de önüne geçecektir.