Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisi Birinci Başkanvekili Fatih Ünal, Ankara'da 450 bin depremzedenin yaşadığını söyledi.
Şehirdeki depremzedeler çoğunlukla kiralık evlerde, otellerde, öğrenci yurtlarında ya da kamu kurumlarına ait misafirhanelerde yaşıyor.
Ankara Tüm Emlakçılar Meslek Odası Başkanı Hakan Akçam, depremzedelerle birlikte Ankara’daki konut ihtiyacının katlandığını ve kiraların yüzde 150-200 civarında arttığını söylüyor.
Fahiş kiralarla karşı karşıya kalan depremzedeler ise hem ev bulmakta zorlanıyor hem de maddi gerekçelerle evlerini depremzedelere kiralamak istemeyen ev sahiplerini ikna etmeye çalışıyor.
Yüksek zam yapan ev sahiplerine karşı ciddi cezaların getirilmesi gerektiğini savunan Akçam ise, “Bu iş artık serbest piyasa kapsamında olmaktan çıktı, art niyetli kira artışlarının haksız fiyat mevzuatına göre cezalandırılması gerekiyor” diyor.
Başını sokabilecek bir ev ya da oda bulabilen depremzedeler için asıl mücadele bundan sonra başlıyor.
Depremde eşi ve üç çocuğunu kaybeden Selma Görmez, sağ kalan tek çocuğu Zeynep’le birlikte yeni bir hayat kurmak üzere Adıyaman’dan Ankara’ya geldi.
Şimdi Keçiören’de 20 yaşındaki kızıyla birlikte yaşayan Selma, bizi yeni evinin ‘en sevdiği’ odasında götürüyor ve “En çok burayı seviyorum çünkü bahçeye bakan manzarası bana Adıyaman’daki evimi hatırlatıyor” diyor.
“Kızımla bu evde sıfırdan bir hayat kuruyoruz. Acı dolu, özlem dolu bir hayat... Ama yeniden başlamak zorundayız” diyerek anlatıyor Selma.
Bu yeni hayat, ev hanımı olan Selma’ya daha önce hiç yapmak zorunda kalmadığı şeyleri öğretmiş. Hayatında ilk kez taksiye bindiğini, fatura ödediğini ve bankaya gittiğini anlatıyor.
Akşam karanlığında yalnız dışarı çıkması ya da taksiye binmesi gerektiğinde tedirgin olsa da hepsinin hakkından geldiğini söylüyor:
“Fatura ödemeyi öğrendim, bankaya gidiyorum. Bilmediğim yerlere bile gidiyorum mesela. Gitmek zorundayım. Yani sil baştan bir hayat diyeyim, sil baştan…”
Öte yandan çok iyi bildiği ev işlerini ise artık yapamadığını söylüyor Selma, örneğin yemek yapmak için mutfağa giremediğini anlatıyor.
Çünkü yemek hazırlamak Selma’ya, depremde kaybettiği çocuklarını ve eşini hatırlatıyor:
“Biz kalabalık bir aileydik, üç katlı aile apartmanında yaşardık. Kalabalık sofralarımız vardı, her gün eşim ve çocuklarım ne isterse onu pişirirdim. Şimdi mutfağa giremiyorum çünkü elimi attığım her şeyde çocuklarımı hatırlıyorum. Ben bütün hayatımı onlara adamıştım, ibadetlerim dışında tamamen onlar için yaşıyordum.”
Selma’nın enkazdan ağır yaralı olarak kurtulan kızı Zeynep, iki ay Ankara Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi gördü.
Hastaneye yakın bir ev bulabilmeleri tam bir ay sürdü ve 6 bin 500 TL kirası olan bu ev için 19 bin TL kapora ödemeleri gerekti.
Hayırseverlerden gelen eşyalarla evini düzen Selma, 19 bin liralık kaporayı da maddi yardımlarla çıkarabildiğini anlatıyor. Şimdiye kadar maddi yardımlarla ayakta kalan aile, vefat eden babanın memur maaşının bağlanmasını bekliyor:
“Ankara’da depremzedelerin en büyük sorunu ev. Depremzedelere ya ev verilmiyor ya da kiralar çok yüksek tutuluyor. 5 bin liralık bir evi depremzede olduğumuz için bize vermekten vazgeçtiler. Şu an oturduğumuz evi de bir hayırseverin devreye girmesiyle tutabildik.”
Hayatındaki bunca değişimi nasıl göğüslediğini sorduğum Selma, babasının genç yaşta vefat ettiğini ve annesinin de çocuklarını tek başına büyüttüğü anlatıyor; bir anlamda annesinin kaderini yaşıyor:
“Ev hanımıyım dedim ama biz küçüklüğümüzden bu yana güçlü olmak zorundaydık. Annem de bizi tek başına büyüttü, tek başına mücadele etti yoklukla… Ben de şimdi onun gibi güçlü olmak zorundayım. Buna da alışacağız, başka çaremiz yok.”
Mamak Araplar Mahallesi’ndeki Ankara Büyükşehir Belediyesi depremzede konutlarında 503 aile, 2 bin 417 depremzede kalıyor.
Depremden önce üniversite öğrencilerinin konakladığı yüksek katlı bloklarda, şimdi depremzedeler yaşıyor. Sekiz bina depremzedelere ayrılmışken, bir binada halen üniversite öğrencileri konaklıyor.
1+0 dairelerde altı kişi kapasiteli ranzalar bulunuyor; ailelerin üç öğün yemek, çamaşır ve diğer ihtiyaçları ise sosyal tesiste karşılanıyor.
Depremzede konutları müdürü Erhan Demirbaş, çoğu ailenin bir düzen kurabildiğini ancak elinde avucunda hiçbir şey kalmayan depremzedelerin düzen kurmakta zorlandığını söylüyor.
“Hiç bilmedikleri bir şehre geliyorlar, hiç kimseyi tanımıyorlar” diyen Demirbaş’a göre tesisteki aileler genellikle kendi hemşerileriyle sosyalleşiyor, aileler arasında nadiren bir anlaşmazlık yaşanıyor.
Demirbaş, "Artık insanlar depremzedelere yardım etmeyi bıraktı. Bence en büyük sıkıntımız bu” diyor.
Röportajımız sırasında misafirhane müdürü Erhan Demirbaş’ın kapısı, çeşitli ihtiyaçlarını dile getiren depremzedeler tarafından sık sık çalınıyor.
Birsen Karabulut, 1+0 dairede 10 kişi yaşadıklarını söyleyerek ek bir daire istiyor.
Genç kadının evinde bizi kalabalık bir kadın ve çocuk grubu karşılıyor. En küçüğü 6 aylık, en büyüğü 83 yaşında…
Hiç bilmedikleri bu yerde, ev işleri ve çocukların bakımı kadınların omuzunda. Tüm işlerini dayanışmayla hallettiklerini; aksi halde burada barınamayacaklarını anlatıyorlar.
Evin büyükannesi Aysel Karabulut, “Çocuklarımıza birlikte bakıyoruz, işlerimizi birlikte görüyoruz, birimizin imdadına diğeri koşuyor” diyor.
Araplar'daki depremzede konutlarında depremzedelere üç öğün yemek, çamaşırhane, okul, sağlık ve çeşitli sosyal hizmetler sağlanıyor, güvenlik görevlileri bloklar arasında 24 saat görev yapıyor.
Kadınlar burada yaşadıkları için pek çok depremzedeye göre daha şanslı olduklarını düşünüyor. Fakat bu imkanlar, depremde kaybettiklerini telafi etmeye yeterli değil.
Odadaki kadınların hemen hepsi ya psikolojik destek alıyor ya da antidepresan kullanıyor. Hallerine şükretmeyi ihmal etmedikleri hikayelerine, aniden gelen ağlama krizleri eşlik ediyor.
Merve, hâlâ çocuklarının mont ceplerine çorap koyduğunu anlatarak, “Biz depremde çorabın çok açlığını çektik. Sürekli ıslanıyordu ve kurutma şansımız yoktu. O kaldı içimde” diyor.
Merve’nin ikinci sınıfa giden kızı Ankara’daki okulda “farklı” hissettiği için artık okula gitmek istemiyor. Merve ise “her an bir felaket olacakmış” korkusuyla yaşadığını anlatıyor.
Merve’nin anaokuluna giden oğlu oyuncak çekiçle kolonların sağlamlığını kontrol ediyor ve kardeşi Elif’e, “Ben burada saklanayım, sen diğer kolonda saklan” diyor.
Birsen ise, “Kızımın bir gece kalkıp duvarı tutarak, ‘Dur, dur’ diye ağladığını gördüm. Bunu görünce bittim, tam bir hafta ağladım” diyerek anlatıyor.
Ailenin lise çağındaki çocukları, çok nüfuslu bu evlerde kalacak yer olmadığı için yatılı yurda verilmiş. Songül Karabulut, oğlunun yurtta bir ayda 11 kilo verdiğini söylüyor.
Ela Duran da lise çağındaki iki kızını yatılı yurda vermek zorunda kaldığını söyleyerek, “Evdeki kalabalıkta ders çalışamıyorlardı. Hem depremin psikolojisinden yeni çıktılar hem de ailelerinden ayrılmak zorunda kaldılar” diyor.
Sohbetimizi derin ve uzun sessizlikler bölüyor.
Çoğunun ya döneceği bir evi yok ya da ağır hasarlı evini yaptırmaya yetecek parası. Memlekete dönmek ve Ankara’da kalmak arasında arafta kaldıklarını söylüyorlar.
Eşinin Ankara’da asgari ücrete bir iş bulduğunu anlatan Merve, tek maaşla Ankara’da ne kiralık ev bulabileceğini ne de geçinebileceğini söylüyor:
“Yatırımımızı bir eve yapmıştık, o da ağır hasarlı. Elimizde hiç para yok. Şu an için hiç kimse ne yapacağını bilmiyor. Fikrine güvendiğim akrabalarımı arıyorum, herkes bir belirsizlik içerisinde.
Memleketimizde artçılar devam ediyor. Ne memleketimize dönebiliyoruz ne burada kalacağımızın bir garantisi var. Bu belirsizlik insanı mahvediyor.
Kiralık bir ev bakıyoruz, en uygunu 8 bin TL. Asgari ücretle yaşarken bunu karşılayamayız. Mecburen memleketimize dönüp, belki de o artçılara alışmamız lazım.”
Birsen’in ailesi bu sosyal konutlara 7 aile ve 28 kişi olarak gelmiş, kapı komşusu Merve Özden’in ise burada üç çocuğu ve eşinden başka kimsesi yok:
“Ablam Isparta’da kız yurdunda, annem Tekirdağ’da, kayınvalidem Nevşehir’de, görümcem Sakarya’da… Hepimiz bir yere dağıldık. Ben bu yalnızlık duygusunu içimden hiç atamadım.”
Depremzedelerin memlekete dönmekle ilgili temel endişesi ise, ağır hasarlı olduğu tespit edilip mühürlenen evlerinin sonradan “hafif” ya da “orta hasarlı” olarak değiştirilmesi.
“Hafif hasarlı evlere bile güvenemiyoruz çünkü ağır hasarlı evler, bir anda hafif hasarlı eve çevrildi” diyor Bahar Algül.
Büyükanne Aysel ise, “O evin gıcırtısı daha kulaklarımdan gitmedi. Psikiyatriye gidip ilaç almam lazım ki o eve dönebileyim” diyor.
Ankara'daki depremzedeler, gitmek ve kalmak arasında günlerini geçiriyor.