Ankara'dan bir yetkili, ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'nin T24 mülakatında kullandığı “Türkiye’nin nasıl İdlib’de var olmak için Heyet Tahrir el-Şam ile bir ilişkisi olması gerekiyorsa, bu durum kuzeydoğuda ABD ve SDG için de geçerli" ifadelerine yanıt vererek, Ankara'nın ABD'ye IŞİD'e karşı harekât önerisinde bulunduğunu ancak Washington'ın YPG'yi tercih ettiğini belirtti
Hürriyet'e konuşan kaynaklar, "DEAŞ ile mücadelede koalisyona destek verdik, üslerimizi kullanıma açtık, uçak tahsis ettik, eğit-donat programlarına katkı sağladık. Münbiç ve Rakka’da DEAŞ’a karşı birlikte harekât önerdik, planlama çalışmaları bile yapıldı, ancak ABD, PKK/YPG terör örgütünü tercih etti" dedi.
"Bir terör örgütü ile mücadelenin yöntemi başka bir terör örgütü ile işbirliği yapmak olamaz. DEAŞ’la mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), diğer koalisyon ülkelerinin yapmadığı kadar göğüs göğüse çarpışan tek ordudur" diyen kaynak, "DEAŞ tehdidini fırsat bilen terör örgütü PKK, meşruiyet kazanmak için elemanlarının çoğunu ‘DEAŞ’la mücadeleye destek’ adı altında Irak ve Suriye’ye göndermiştir" dedi.
Jeffrey, T24'ün "ABD ile Türkiye’nin SDG’nin statüsü konusunda fikir birliğine varmasını mümkün görüyor musunuz?" sorusuna şu yanıtı vermişti:
"Bakın, ben zaten bunu yaptığımızı düşünüyorum. SDG’nin sınırdan uzaklaştırılması için bir tampon bölge kurulması konusunda Ağustos 2019’da Türkiye ile anlaşmaya vardık. En üst seviyedeki Türk yetkililer bu anlaşmayı beğenmediklerine karar verdi ve ekim ayında tek taraflı bir askeri operasyon başlattı. Bu tek taraflı askeri operasyon SDG’nin Suriye’nin kuzeydoğusunun orta bölümünde 30 kilometre geri çekilmesine yol açtı. Türkiye’nin talebi de buydu zaten. Daha sonra kuzeydoğu Suriye’de SDG’nin çekilmesi gereken diğer iki bölüm konusunda da gidip Rusya’yla bir anlaşma müzakere ettiniz. Rusya, ABD’nin aksine taahhüdünü yerine getirmedi ve SDG o bölgelerden çekilmedi. Ancak bu ABD’yi ilgilendiren bir durum değil, bu Rusya’yla çözmeniz gereken bir mesele. Bizim 17 Ekim’de imzaladığımız bir anlaşma var. ABD bu anlaşmaya uydu, Türkiye de uydu diyebiliriz. Biz de yaptırımları durdurduk. O yüzden bizim için SDG ile ilgili mesele sona erdi.
İki yılımı aldı ama sonunda farkına vardım ve Türklere şu soruyu sordum; “Kuzeydoğu Suriye’de bizim olmamızı mı tercih edersiniz yoksa Esad ve Rusya’nın mı?”. İlk soru buydu. İkincisi ise şu: “SDG’nin PKK’nın emirlerini uygulamaması için en çok çabayı kim sarf eder; ABD mi yoksa Rusya ve Esad mı?”. Üçüncü soru ise şu: “SDG uluslararası bir terör örgütü olarak tanınmıyor; biz ABD olarak PKK’nın yan kuruluşu olduğunu kabul ediyoruz, öyle de zaten. Heyet Tahrir el-Şam uluslararası arenada bir terör grubu olarak kabul ediliyor. ABD şunu anlıyor, en azından eski yönetim anlıyordu ama yenisinin de anladığını düşünüyorum; Türkiye İdlib’de var olmak için HTŞ ile resmi olmasa da bir şekilde ilişki içinde olmak zorunda. Başka türlü orada olamazsın, çünkü onlar kuvvetli bir güç ve Türkiye’nin zaten elinde yeterince askeri ve sığınmacılarla ilgili problem var. Biz bu yüzden HTŞ ile bir tür ilişkiniz olmadan İdlib’de var olamayacağınızı anlıyorduk; en azından birbirinizin işine karışmıyordunuz. Bizim için de aynı şey kuzeydoğu Suriye’de geçerli. SDG ile ilişki olmadan biz de orada var olamayız”.
O yüzden bizim için bu konu kapandı. Türkiye ve ABD arasında 17 Ekim 2019’da imzalanan anlaşma ile bu sorunu çözdük. Türkler bir şekilde ihlal ettiğimizi düşünüyorlarsa Washington’la konuşmalılar. Eğer Kobani veya Irak sınırında SDG ile bir problemleri varsa bu Ruslarla onlar arasında bir sorun. Çünkü yanılmıyorsam ekimin 22’si veya 23’ünde Ruslarla bu konuda bir anlaşma imzaladılar. Bu Rusya ve Türkiye arasındaki bir problem, ABD ile Türkiye arasında değil"