Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, geçtiğimiz yıl iki IŞİD üyesinin Barış Mitingi'ne yaptıkları canlı bomba saldırısında hayatını kaybeden 103 kişi için düzenlenen anma programına polis tarafından müdahale edilmesine tepki gösterdi. Yılmaz, "İnsanlar bu saldırıda hayatını kaybeden yakınlarını, arkadaşlarını, yoldaşlarını anmayacaklar da ne yapacaklar? Bu devlet öyle bir törenin güvenliğini sağlamaktan aciz mi ki törenlere izin verilmiyor? Asıl nedeni biliyoruz: Orada toplanacak olanların siyasi görüşleri, hükümet tarafından beğenilmiyor. Orada ölenler hükümetin ideolojisine yakın kurbanlar olsaydı, tören de yapılırdı, devlet yetkilileri de o törenlere katılır nutuk da atarlardı" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Terör kurbanları bile eşit değil" başlığıyla yayımlanan (11 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Ankara'da 10 Ekim katliamının birinci yıldönümünde kaybettiğimiz insanlarımızı anmak için düzenlenmek istenen tören, polis tarafından dağıtıldı.
Polis geçen yıl Ankara Garı’nda alması gereken önlemleri bu yıl aldı.
Geçen yıl IŞİD’in canlı bombalarının yaraladığı insanların üzerine biber gazı sıkılmıştı, dün de onların yakınlarının üzerine sıkıldı. Görüldüğü gibi bu ülkede terör olaylarının kurbanları bile eşit değil.
Ölenlerin ardından anma töreni yapabilmeniz için yakınlarınızı hangi terör örgütünün öldürdüğüne bakılıyor.
Ankara olayı bunu açıklıkla gösteriyor:
IŞİD’in canlı bombalarının patlamasıyla Ankara Garı’nın önündeki meydanda 100’den fazla vatandaşımız yaşamını kaybetmişti.
Bakın ben bile kesin bir sayı söyleyemiyorum.
“100’den fazla” deyip geçiyoruz, çünkü ölenlerin kesin sayısını bile bilemiyoruz.
Olay anında ölenleri sayıp bildirdiler, daha sonra hastaneye kaldırılan yaralılardan kaçını kaybettik, bilmiyoruz.
Ankara saldırısı, bu ülkenin gördüğü en büyük terörist katliam.
İnsanlar bu saldırıda hayatını kaybeden yakınlarını, arkadaşlarını, yoldaşlarını anmayacaklar da ne yapacaklar?
Bu devlet öyle bir törenin güvenliğini sağlamaktan aciz mi ki törenlere izin verilmiyor?
Asıl nedeni biliyoruz: Orada toplanacak olanların siyasi görüşleri, hükümet tarafından beğenilmiyor.
Orada ölenler hükümetin ideolojisine yakın kurbanlar olsaydı, tören de yapılırdı, devlet yetkilileri de o törenlere katılır nutuk da atarlardı.
İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz.
Havuz gazetesi “özel haber” bulmuş: Fetullahçılar, meğerse ALES sorularını çalarak, üniversiteleri ele geçirmişler!
Böylesine uyan söz şu: Uyan da balığa gidelim!
Memleketimizde yüksek lisans ve doktora yapmak istiyorsanız ALES’e girmeniz gerekiyor. Bu merkezi sınavı da YGS ve KPSS’yi de yapan kurum yapıyor.
Bu kurumda yuvalanan Fetullahçılar, sınavlardan bir tanesinin sorularını çalıp diğerlerinde dürüst davranacak değillerdi herhalde.
Doğal olarak bütün sınavların sorularını çaldılar, yanıtlarını kendi adamlarına verdiler ve devlette kadrolaşmalarını böyle hızlandırdılar.
Havuz gazetesinin yazdığına göre Fetullahçılar 2005’ten itibaren bu yolla üniversitelere 8 bin 500 akademisyen sokmuşlar. Bu aynı zamanda hak eden 8 bin 500 normal insanın hakkının yendiği anlamına da geliyor.
Bunu neden yaptıkları açık: Hem kendi açtıkları üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacını buradan karşıladılar hem de devlet üniversitelerinde yuvalanarak, bu üniversitelerdeki akademik hayatı ele geçirmek istediler.
Peki bunun yapılmasına göz yuman kimdi?
Kim bu sınavların sorularının çalınıp normal insanların haklarının yenmesine göz yumdu?
Binlerce insan kimin görevini ihmal etmesi ya da görevini kötüye kullanması nedeniyle memur olamadı, işsiz kaldı, okula giremedi, eğitimini tamamlayamadı?
Onun da kim olduğunu biliyoruz.
Tartıştığı metrobüs sürücüsüne şemsiye ile vurarak aracın yoldan çıkmasına neden olan kavgayı başlatan Murat Akbulut hakkında ilk dava açıldı.
Hatırlayacaksınız, bu kazada 11 kişi ciddi olarak yaralanmış, çok sayıda araç da hasar görmüştü.
Murat Akbulut’a ilk davanın hangi suçlamayla açıldığına dikkatinizi çekmek istiyorum:
“Memura görevini yaptırmamak için direnmek!”
Meğerse Murat Akbulut, kazaya neden olduktan sonra otobüste bulunan bir sivil polis tarafından bir ekip otosuna bindirilip karakola götürülürken yolda karakola gitmeyeceğini söyleyip, polise de “Seninle sonra görüşeceğiz” demiş.
11 kişi yaralanmış, hastanelik olmuş, ölümden dönmüş, onlarca araç parçalanmış ve ilk dava “Memura görevini yaptırmamak”!
Türkiye’deki devlet genetiğini bilenler için hiç sürpriz değil.
Osmanlı’dan beri devletin genlerine kazınmış bir refleks bu.
Devletin hukukunu, vatandaşların hukukundan üstün tutmak diye özetlenebilecek bir durum.
İktidarda kimin olduğundan bağımsız gerçek bu: Asker de olsa, Kemalist de, İslamcı da, liberal de olsa devlet hep aynı tepkiyi veriyor.
Gerçek bir “sivilleşmeden” söz edecek isek öncelikle vatandaşların haklarının, devletin haklarının üzerinde olduğunun kabul edilmesi gerekiyor.
Ama bu, iktidar avantajını kullanmak isteyenlerin hiç de hoşlanacağı bir şey değil tabii.
Onun için “Yeter söz milletindir” filan gibi sloganlar üretiliyor, bunlar milletin de hoşuna gidiyor ama bir sıradan trafik kazasında bile sözün milletin filan olmadığını görebiliyoruz.