*Zehra Onat
“Aslında sessiz kalmayı çok seven biriyim. Yeri gelince ses çıkardığım zamanlarda da çok konuşuluyor.” Böyle yazmış Nevzat, sosyal medyadaki hesabına; şimdi onu konuşacağız.
“Mesleği dekorasyon. Ağrı Eleşkirtli, liseyi Malatya’da okudu. Sonra işte İstanbul’a geldi, on-on iki senedir burada çalışıyordu.” Osman Özbilgi anlatıyor bunları, Nevzat’ın amcasının oğlu. İstanbul’a geldiğinde ona kol kanat gerecek, yol yordam gösterecek, işine, aşına ortak edecek olan Osman Özbilgi.
Hazin olaydan yaklaşık bir ay sonra arıyorum Osman’ı. Nevzat’ın adı geçince telefonda bir sessizlik oluyor. Kanayan bir yara Nevzat. Nasıl olmasın? Bütün çocukların sevgilisi, annesinin gözbebeği, Osman’ın deyişiyle ''dört dörtlük bir insan.''
“Peki!” diyor sonra, “Pazar günü Yenidoğan’a gelin. Burada görüşelim.”
Buluştuğumuzda içimde bir burukluk, yüzümde nereye oturtacağımı bilemediğim bir ifade. Hemen en yakındaki kafeteryaya geçip üst kata çıkıyoruz, müziğin sesini kapattırıp birer çay söylüyoruz. Şimdi ne soracağım. Nasıl soracağım. Peki, elimi ayağımı... Onları nereye koyacağım? Her şey bir anlığına donuyor sanki. Osman’ın yüzünde Nevzat’ı arıyorum. Hayatımda hiç karşılaşmadığım, birilerinin kahramanı, birilerinin abisi, kardeşi, iş arkadaşı, komşusu, bir başkasının sevgilisi Nevzat’ı.
“Eve buyur etmek isterdim ama çocuklar çok etkileniyor” diyor Osman. Çünkü sülâlede kimsenin Nevzat’ın olduğu gibi ilişkisi yok çocuklarla. Yeğenlerine öyle düşkün ki, büyük küçük demez hepsine hediyeler alır, kendi götüremezse gidenlerle gönderir, okula başlayanların çanta, kalem, defter ihtiyaçlarını karşılar, harçlıklarını eksik etmez. İstanbul’daki yeğenleriyşe parka gitmesi, dondurma yemesi, onların türlü oyunlarına eşlik etmesi de cabası: “Çocuklar o kadar çok seviyordu ki onu, ölümüne en çok onlar üzüldü. Abisinin oğlu var. O çocuk öyle bir üzülüyordu ki, diyebilirim ki babasından daha çok amcasını severdi. Adı Muhammet, on iki-on üç yaşında. Cenazeye gelen insanlarla hep o ilgilendi.”
"Kendi temizlikçimi çıkaracağım, seni alacağım"
Eleşkirt’te çiftçilikle geçinen bir aile Özbilgi’ler. Durumları iyi. Traktörleri bile var. Köy yerlerinde bu çok şey ifade eder. Traktörü olanın tarlaları, o tarlalarda çalışacak oğulları vardır; biraz da bolluk, bereket demektir bu yüzden traktör. Babaları Yusuf, dört oğlunu, iki kızını ele güne muhtaç etmemek için didinir durur. Çok da sigara içer. Ve Nevzat daha on yaşındayken altı çocuğunu, karısı Piruze’yi, Piruze’nin karnındaki yedinci çocuğu Yadigâr’ı geride bırakıp göçer bu dünyadan. Akciğer kanserinden.
Babasını küçük yaşta kaybetmek Nevzat’ı daha bir düşkün yapar ailesine. Bir gün bile yoktur ki annesini, kardeşlerini aramasın. Liseyi bitirir bitirmez eve para göndermek için çalışmaya başlar. Üniversiteye gidemez ama biricik annesinin eksiğini gediğini giderir, babasının açtığı boşluğu diğer kardeşleriyle birlikte doldurmaya çalışır.
Önce bir iki farklı iş dener, sonra Osman’ın yanına geçer Nevzat. İşini de öyle temiz yapar ki etrafındaki herkesi çalışkanlığı, titizliğiyle kendine hayran bırakır. Hatta bir başkası temiz çalışmasa, birazcık işten kaytarsa kızar. Müşteri bekliyor, müşteri rahatsız olmasın diye.
“Mimari iş yapıyoruz. Bizimki çok temiz, titiz iştir. İster başkasının, ister kendisinin işi olsun canı gönülden çalışıyordu. O kadar insan çalıştırdık, Nevzat kadar temizini görmedik,” diyor Osman.
Bir de küçük bir hikâye anlatıyor: “Bağdat Caddesi'nde bir dubleks vardı, oranın boyasını almıştık. İşimizi bitirdik. Pratik örtüsünü söktük, ortalığı topladık, temizledik. Nevzat öyle bir temizledi ki, ev sahibi kadın, ‘Nevzat,’ dedi, ‘sen öyle bir temizlik yapıyorsun ki, ben kendi temizlikçimi çıkaracağım, seni alacağım.’ Biz de, ‘İstersen gelsin yapsın senin temizliğini’ dedik.”
Kimseyi kötületmezdi
Osman’ın anlattığı Nevzat, beni ona adım adım yaklaştırıyor. Hayat dolu, sevgi dolu bir insan buluyorum karşımda. Yemek yapmayı gurbette öğrenen biri mesela. Dışarıdan yemediği gibi, şantiyede çalışırken kimseye de güvenip bu işi emanet etmiyor. Pilav, türlü, kızartmalar, aklınıza artık hangi tencere yemeği gelirse. “Bir pilav yapıyordu, kadınlar bile o kadar güzel yapamaz,” diyor Osman.
Halı sahaya gider, maçları kaçırmaz, bazı günler iş çıkışı İstinye’deki kahvehaneye gidip pişti, 51 oynar, Kurtlar Vadisi, Karadayı ve Muhteşem Yüzyıl’ı izlermiş.
Her şeyi bilen, ailenin en aklı başında kişisi olduğunu düşünüyor Osman Nevzat’ın. Vicdanına da en fazla güvendiği insanlardan biri aynı zamanda: “Sen onun yanında insanlara bir şey diyemezdin, kimseyi kötületmezdi. Yanlış bir şey söylediğin zaman kim olursa olsun -Kürtlere ya da Türklere yanlış bir şey de- hemen tepki verirdi.”
Belki de bu yüzden, bütün sessizlik anlarını “Halkını, dilini, ırkını severdi. Barışı severdi,” sözüyle bölüyor Osman. Bir ara sormuş Nevzat’a: “Sevgilin var mı?” “Var,” demiş Nevzat, “Alevi bir kız var, konuşuyoruz.”
Son bayramında herkesle vedalaştı
Annesini, kardeşlerini, yeğenlerini, yakın uzak tüm akrabalarını... Onları hep özleyen biri Nevzat. Fırsat buldukça da Ağrı’ya, baba toprağına gidiyor bu yüzden. Son gidişi bayramı bayram yapıyor. Kurbanlar kesiliyor. Çoluk çocuk Nevzat amcalarını, dayılarını görmekten mutlu. Anne mutlu, kardeşler mutlu. Abisi diyor ki, “Gitme Nevzat, yaşın otuza geldi, seni evlendirelim artık.”
O da, “Tamam abi, İstanbul’da biraz işlerim var. Onları halledip geleyim, beni evlendir,” diyor. Kurban Bayramı bitince İstanbul’a dönüyor. Çok değil üç dört gün sonra atlayıp arkadaşlarıyla birlikte Ankara’ya gidiyor.
O günü Osman anlatıyor: “Sabah işe gittik, Kilyos tarafında bir villanın dekorasyonunu yapıyorduk. Aşağıda hazırlık sürüyordu. Evin sahibi geldi, “Ankara’da patlama oldu, otuz ölü var.” Sonra gitti geldi, “Ölülerin sayısı yükseldi,” dedi. Sonra bana telefon geldi.”
Aynı saatlerde Ruken Rençberler, Nevzat’ın bir başka kuzeni, sosyal medya hesabından sesini duyurmaya çalışıyor:
“Kuzenim patlama anında oradaydı ulaşamıyoruz. Telefonu alanda bulundu, yaralılar arasında yok, Allahım sabır sabır...”
“Kuzenim telefonu alanda bulunmuş, yaralılar içinde yok, Allah rızası için yardımcı olabilecek var mı...”
“Ailemizden altı kişi Ankara'da farklı hastanelerde arıyor, şu saat itibariyle haber alamadık.”
“Nevzat'ı kaybetttik:(((((''
Bundan sonrası trajik. Nevzat’ın hayatını kaybettiği kesinleşince, sedyelerin üstündeki paramparça cesetlerin arasından Nevzat’ı teşhis etmek gerekiyor. Bombadan çıkan demir bilyeler, somunlar tanınmaz hale getirmiş yakın mesafedekileri. O kadar zorlu bir süreç ki, ancak DNA testiyle sonuca ulaşılabiliyor. Önce kardeşinden alınıyor kan örneği, doktor “Kesin sonuç alabilmemiz için ya anne-babasından ya da çocuğundan kan alınması gerekiyor” diyor.
Çocuğu yok, babası yok. Annesine de söylemiyorlar. “Sonradan ‘yakalanmış, kimliği üstünde değil, kan tahlili alınacak’ dedik. Öyle kandırdık. Bir iki gün Ankara’da tuttuk. Zaten sonra sonuç çıktı.'' Annesine Ağrı’ya dönünce söylüyorlar Nevzat’ın öldüğünü. Aniden söylenince de belden aşağısı tutmaz hâle geliyor kadının.
Bu yaz mezarını yaptıracak aile. “Onu hiç unutmayacağız,” diyor Osman.
Ben de Nevzat’ı aylarca gittiğim her yere kendimle birlikte götürüyorum. Aşağı yukarı aynı yaşlardayız. Artık göremeyeceklerine onun gözleriyle, işitemeyeceklerine onun kulaklarıyla, dokunamayacaklarına onun elleriyle... Aylardır her gün kulağımda aynı şarkı, Nevzat’ın da en sevdiklerinden, Ahmet Kaya’dan:
Gecenin kıyısında durmuşum
Kefenin cebi yok cebime yıldız doldurmuşum
Koşun çocuklar koşun
Sabah üstüme üstüme geliyor
Kısacası güzel annem
Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
Gülmek ümit etmek özlemek
Ya da mektup beklemek
Gözleri yatırıp ıraklara
Ölmek ne garip şey anne...
Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.