Ankara katliamında hayatını kaybeden Şebnem Yurtman'ın hikâyesi: En güzel gülenimiz...

Ankara katliamında hayatını kaybeden Şebnem Yurtman'ın hikâyesi: En güzel gülenimiz...

* Mehmet Said Aydın

“Yazarlar konuşamayanlar için de konuştuklarına inanmak ister,” diyor Nurdan Gürbilek. Benim burada yapacağımın içinde sırf yazarlık yok. Bir yaz kampında tanışıp muhabbet ettiğim, 9 Ekim’de kıl payı gitmeyip 10 Ekim sabahında haberi aldığım an Ankara’ya gidip sadece bakabildiğim, Korkmaz Tedik’in Batıkent Cemevi’ndeki cenazesinin ardından boynumu büküp İstanbul’a döndüğüm bir katliamın ardından, Şebnem hakkında yazmaya çalışıyorum.

Ankara katliamının yetmişinci gününde, 19 Aralık 2015 günü Şebnem’in ablası Serap ve eşi Cumali Akkaş ile buluştuk Adana’da, Taşmekân isimli bir kafede. İçeride, Şebnem’in ve Dilan Sarıkaya’nın fotoğrafları vardı şöminenin üstünde. Dilan’ın o şöminenin önünde çekilmiş fotoğrafı vardı. O da gülüyordu, Şebnem de.

 

“En güzel gülenlerimiz için hesap soracağız”

 

Şebnem Yurtman 1992 Konya doğumlu. İki ablası var; Serap Yurtman 1987’li, Sevda Yurtman 1984’lü. Onlar da Konya’da doğmuş babalarının mesleğinden ötürü. Kütükleri Adana’nın Karaisalı İlçesi'nin Bucak Köyü'nde. Anneleri Şafak’ın telefonunda Serap, Serap olarak kayıtlı; Sevda, Sevda olarak kayıtlı. Şebnem, evin en küçüğü “Bebişim” diye kayıtlı. Çünkü o en küçük, çünkü evin nazlısı, babasına dahi söz geçireni, küçükken bile istediği televizyon kanalını açtırabileni. Gülünce gözlerinin içi de güleni. O yüzden Serap’ın onun için yazdığı iki yazıdan biri “En güzel gülenlerimiz için hesap soracağız” başlığını taşıyor. Şebnem bu hayatta kime dokunmuşsa, önce gülüşüyle hatırlanıyor.

Baba Mehmet Yurtman demiryolcu. Yıllarca makinistlik yaptıktan sonra TCCD tarafından emekli demiryolculara hediye edilen Serkisof köstekli saatini alıp emekli oluyor. Arkasında genellikle şimendifer kabartması olan bu saatlerden gördüğünüz her yerin yakınında bir demiryolu emeklisi vardır ve o saatin kulağa yaklaştırılınca duyulan sesi, hiç mübalağasız, emsalsizdir. Saati damadı, Serap’ın eşi Cumali Akkaş’a hediye etmiş. Cumali, saatin güzelliğinden söz ederken gözlerinin içi parlıyor.

 

Konya Garı ile Ankara Garı arasında

 

Baba Mehmet Yurtman’ın Konya’dan Adana’ya taşınma sebebi de evin küçüğü Şebnem’le alakalı. Kumaşı ilk metresinden belli olan Şebnem, Anadolu Lisesi’ni kazanacağı belli olduktan sonra babasına soruyor, dilerse Konya’da, dilerse Adana’da okuyabilir. Baba, artık emekli olmak istediğini söylüyor ve ailece Adana’ya, memlekete taşınıyorlar. Anne, kafa kâğıdında yazan ismiyle Şafak, ama köydekilerin deyişiyle Fadime de iyi bir okuryazar, daima ülke meselelerine meraklı bir kadın. Mutlu bir aile: Baba Birleşik Taşımacılık Sendikası’nda (BTS) örgütlü bir emekçi, 1983’te evleniyor hemşerisi Fadime’yle, 84’te ilk çocukları oluyor. Okuryazar bir baba; anne uzun yol için azık yaparken en üste kitap koyar. Ailenin bütün fertleri babanın entelektüel merakından etkileniyor; kitabın, gazetenin daima görünür olduğu bir ev. Yaşadıkları mahalle Konya’da Gar’a yakın, ekseri demiryolcuların yaşadığı emekçi mahallesi.

Şebnem en başta enteresanlık yapıp, hastanede doğan iki ablasının aksine evde doğuyor. Serap beş yaş küçük kardeşinin doğumunu anbean hatırladığını söylüyor: “Babam üçüncü çocuğun da kız olduğunu öğrendiğinde yüzü asılmıştı, hiç unutmam.” Yıllar sonra bu konu konuşulduğunda Şebnem’e “Kızım aramızı bozmaya çalışıyorlar, aldırma. Şimdi saçının telini on erkeğe değişmem,” demiş hep. “Gerçekten de öyle davrandı babam hepimize, çok sevdi üç kızını da,” diye ekliyor Serap.

 

“Kaybedilmeyecek bir evlattı”

 

Adana’dan sonra Şebnem beş ya da altıncı tercihi olan Hacettepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünü kazanıyor. Onun haberini de Serap vermiş kız kardeşine, “Ankara’ya gitmeyi çok istiyordu, şimdi düşünüyorum, iyi ki de gitmiş, çok ileride tuttu Ankara’da partiyi ve parti faaliyetlerini,” diyor. Eşi Cumali’yle 2008 Adana 1 Mayıs’ında tanışıyor Serap; polis saldırısının ardından o gün tanıştığı Emek Partili arkadaşlarıyla diyalogu ilerletiyor. Bu meyanda, Cumali hem yoldaşı hem sevgilisi oluyor. Şebnem’in hem kardeşi hem yoldaşı olduğu gibi. Şebnem daha lisedeyken Tekel işçilerine dair bir eylem örgütlüyor.

“Aslında dilinin sivriliği üniversiteye kadar bizeydi. Dolmuşta ‘müsait bir yerde inecek var’ diyemeyecek kadar çekingendi. Ne zaman ki Hacettepe’ye gitti, panel moderatörü falan olmaya başladı,” diyor Serap. Hacettepe’deki İngilizce eğitim Şebnem’i biraz zorluyor, Mersin’e geçiş yapıyor ardından. “Anadilde eğitim çok önemliymiş!” şakası o günlerden kalma.

Çok sevdiği Ankara’dan geldiği Mersin’de, partisinin il yöneticisi olan sorumluluk sahibi gencecik bir insan artık. Abisi kadar sevdiği Cumali, “Şebnem’in örgütle tanıştığı ilk eylem Tekel işçileridir. Son eylemi de, malum, Barış Mitingi oldu,” diyor; Ankara’ya ayrı otobüslerle gittiği ve Adana’ya onsuz döndüğü Şebnem için. Hacettepe’deki yurt görevlisi kadının bir videoda söyledikleri de her şeyi anlatır nitelikte: “Yurtta çalışıyorum, Şebnem’i de zaten orada tanımıştım. Onun ne için öldüğünü de herkes gayet iyi biliyor. Onları o ölüme sürükleyenler utansın diyorum, başka bir şey demiyorum. [Şebnem’i] yurtta tanıdım, mutfağa gelip gittikçe tanıdım. Kişiliğiyle, öğrenci düzeniyle tanıdım. Kaybedilmeyecek bir evlattı. Şebnem benim dert ortağımdı anlayacağın, birtakım şeyleri paylaştığım insandı. Benim için çok büyük bir kayıp oldu.”

 

Sakindi Oranın Şafakları

 

Ankara’da partisine, örgütüne, eylemliliğine bağlı Şebnem gencecik bir üniversite öğrencisi olarak Mersin’e dönüyor. Eylül ayında ev tutup, ilk kirasını ödedikten sonra 10 Ekim’deki Barış Mitingi’ne gidiyor. 3 Mayıs’ta Serap’ın hamile olduğu haberini alıyorlar karı koca; 4 Mayıs sabahı da Adana’da odaya çekip teyze olacağını söylüyor. Derin Mavi, bu yazı yazıldığında hayata gözlerini açmıştı. Devrimci Adana Demirspor taraftarının (Dev-ADS) tezahüratı, hem Şebnem’e hem Derin Mavi’ye aslında artık: “O karanlık gecelerde kızıl şafak söker mi?/ Öfkemiz göğü deler mi?/ Maratonun ortasında mavi gülüşün var ya/ Öyle unutulup gider mi Şebnem Yurtman?”

Serap’ın “Şebnem’im, kardeşim, yoldaşım…” yazısından öğrendiğimize göre, son okuduğu kitap Boris Vasilyev’in Sakindi Oranın Şafakları. “Şebnem’i o kadar çok seviyordum ki, ilk annelik haberini aldığımda öyle aman aman çok sevinmedim. Çünkü bende hiç evladı olmamış kadın duygusu yoktu. Şebnem’de annelik duygusunu da yaşadım. Onu diyorum zaten, ben hangi kaybıma yanayım? Kardeşime mi, çocuğuma mı, yoldaşıma mı” diyor Serap. Ve devam ediyor:

“Hıçkıra hıçkıra ağladığım sesime o kadar yabancıymışım ki. Kahkaha attığım sesime aşinayım, biliyorum ama bağıra bağıra hıçkıra hıçkıra ağladığım sesime yabancıymışım. Onu bile Şebnem’le öğrendim diyorum şimdi. Bazen beynim uyuşuyor gibi oluyor, bir başkası ağlıyormuş gibi geliyor. Suruç’tan sonra daha büyük ne olabilir diyordum, daha büyüğü oluyormuş. Suruç’taki o gencecik çocukların fotoğraflarına o kadar çok baktım ki. Şimdi kardeşimin fotoğraflarına bakıyorum. Şebnem’in o en bilinen, çok kullanılan fotoğrafını ben çekmiştim. Evdeydik, Şebnem çok öyle makyaj yapan bir çocuk değildir, ben de sürekli yakıştığını söylerdim. Saçları da çok güzeldir, o gün salmış da saçlarını. Çok güzel göründü gözüme, bizim koltuğa oturuyor. Dur fotoğrafını çekeyim dedim, gözüme ayrı bir güzel gözüktün dedim. Geçen sene 2 Ocak’ta çekmişim. Şimdi o fotoğrafa bakıyorum, Ekvador’da falan kadınlar eylem yaparken o fotoğrafı kullanıyor. Şimdi ona bakınca, sanki kardeşim değilmiş gibi de hissediyorum.”

 

“İncecik bir kahır tütüyor çocuklarımızın mezarlarında”

 

Gene Serap’ın yazısından öğrendiğimiz kadarıyla, en çok Şükrü Erbaş’ı severmiş. Bu yazı için ricama verdiği cevaptır Erbaş’ın:

“Hayatın can damarlarından süzdüğünüz, aklınızda, kalbinizde mayaladığınız, sonra da harflere dönüştürüp saygıyla dünyaya saldığınız acıyı, yalnızlığı, gelecek hevesini, yaşama gücünü gencecik gövdesine doldurup, şenlik alayı gibi yollara düşen bir çocuk, hayatın katilleri tarafından alçakça öldürülürse, yalnızca o çocuk mu ölmüş olur? Bundan sonra haysiyet sahibi kim utanmadan soluk alabilir ki? Şebnem’in gülüşünü canıma örtüyorum günlerdir. Korkmaz’ın dal boyuna tutunup doğruluyorum sessizce. Uzaktan yakından tanıdığım, tanımadığım, var oluşlarında bir dize emeğim olan onca yoldaşım, ‘bıçaklanmış dal gibi’ gövdemden ayrılırken, rüyaları beni, bizi onların yerine de yaşamaktan sorumlu tutuyor.

Bir Bünyan türküsüdür,

Dağdan yuvarlandı kayalarımız

Gam ile yoğruldu mayalarımız

N’ola taş doğuraydı analarımız...

İncecik bir kahır tütüyor çocuklarımızın mezarlarında. Bununla susmuyor gönül, gidip Urfa’dan kendisini çoğaltacağı başka yıkımlar buluyor: ‘Sabah oldu uyandım / Uyandıkça ben yandım / Taş olsaydım erirdim / Toprak idim dayandım.’ Bize kendi cenazemizi her gün yeniden kaldırtan çok eski bir cinnet yine yürürlükte. Mahzuni’nin sesi geliyor, benzer bir kanlı zamandan: ‘Öyle bir zamana düştük, küfrün adı iman oldu.’ Şebnem, kızım, annem, sevgilim; Korkmaz, oğlum, babam, sevgilim... sizin o dünyaları menevişleyen gülüşünüzü bir nefescik soldurursak bize lanet olsun...”

Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.