Ankara katliamında hayatını kaybeden Ziya Saygın'ın hikâyesi: Cebinde beş lirası bile kalsa ihtiyacı olana verirdi

Ankara katliamında hayatını kaybeden Ziya Saygın'ın hikâyesi: Cebinde beş lirası bile kalsa ihtiyacı olana verirdi

*Yonca Poyraz Doğan

“Babamı gördüm uyuyor gibiydi bağırdım bağırdım duymadı beni duyarsa uyanacağından emindim sanki. Ama yok dokunacaktım öpecektim belki o zaman uyanır diye saçımı koklatacaktım uyanır diye ama ne yaptıysam uyanmadı. Kendime söz vermiştim dik duracağım sarılacağım öpeceğim son kez diye, yapamadım, zoruma gitti çok zoruma gitti. Belki elimi sürseydim yüzüne, gözlerine, gözlerin kapanırdı baba özür dilerim dokunamadım, yapamadım.”

Facebook sayfasında 12 Ekim 2015’de yazdığı bu satırları, Dilan Saygın bir damla gözyaşı simgesi ile bitirmiş. Profil fotoğrafında Dilan çok mutlu ve mutluluktan dolayı çok daha güzel çünkü babası Ziya Saygın, yanağına sıcacık bir buse konduruyor.

10 Ekim’deki patlamadan iki gün sonra arkadaşları yorumlar yapmış Dilan’ın sayfasında. Kimi “Allah sabır versin” diyor, kimi “Mekânı cennet olsun” kimi de “Devrim şehitleri unutulmaz.” Dilan’dan hiç yanıt yok…

Dilan’dan önce bana da yanıt gelmedi. Arkadaşlık isteği gönderdim, araya aracılar koydum ama yok. Dilan, babası Ziya Saygın’a karşı hislerini o gün, Facebook’taki o altı satırlık küçük paylaşıma sığdırmış ama sözcükleri babasının Dilan için oraya sığmayacak kadar büyük olduğunu anlatıyor. O yüzdendi bütün çabam; o yüzden ona ulaşmak ve Ziya Saygın’ı kızından dinlemek istedim.

Sonra bir gün Dilan Facebook’ta arkadaşlık teklifimi kabul etti. Oradan uzun uzun yazıştık ama telefonda ya da yüz yüze konuşamadık.

“Abla kusura bakma, psikolojim iyi değil bu aralar,” dedi, yine de yazdıklarını paylaşabileceğini söyledi. Satırlarında yine gözyaşı vardı:

“Tarihini, yaşımı hatırlamıyorum. Mektup yazmıştım babama. Şu an ne yazdığımı hatırlamıyorum. Ama patlamadan sonra babamın gelen eşyaları içinde çıkmış mektup. Ben cesaretimi toplayıp hala bakamadım o eşyalara. Hatırladığım ve annemin söylediği kadarıyla onu çok sevdiğimi, çok özlediğimi ve yine Antep Fıstığı getirmesini istemişim, ha bi de bisiklet istemişim. Geçen sene bu mektuptan konu açıldı. Babam bana hala mektubumu sakladığını hatta bi ara beni özlediğinde okuyup biraz da ağladığını söylemişti. Annem eşyalar geldiğinde görmüş, mektubumda gözyaşı izi varmış. Benim koca yürekli babam, her şeyim benim için ağlamış...

“Ben öyle her geldiğinde hediye istemezdim, ufak tefek şeylerle de mutlu olurdum. Durumumuz belliydi ne isteyebilirdim. Zaten benim için önemli olan babamın gelmesiydi. Bi aralar her yerde büyük oyuncak bebeklerden vardı, benim de olmasını çok istedim. Ve babama o bebeklerden istediğimi söyledim. O da geldiğinde getirmişti hediyemi, çifte mutluluktu benim için...

“Babamdan en son Beşiktaş forması, Che Guevara resimli tişört ve Che Guevara şapkası istemiştim. Yani bundan sekiz-dokuz ay önce falan. Evet, baya uzun bir süre. Patlamadan beş ay önce görüşmüştük. İşleri bu sefer biraz uzun sürmüştü. Abim askerdeydi, babam da işini ayarlamış abimin asker iznine denk getirip onunla beraber geleceklerdi Adana’ya. Sonra patlama oldu. Abim izine değil babamın cenazesine geldi, çok acıydı bu bizim için. Hiç aklımıza dahi gelmezdi böyle bir araya geleceğimiz. Neyi hayal ediyorduk ne oldu.”

Zor bir hayattı Ziya Saygın’ın hayatı. On üç kardeştiler, eşi, iki çocuğu vardı ama taziyeye gidecek bir evi zor buldum. Arayıp sorduğum kimseler “Belli bir evi yoktu”, “Belirli bir işi yoktu”, “Arkadaşlarında kalıyordu” gibi yanıtlar verdiler.

Boyacılık yaparak ekmeğini kazanıyordu. Geçim sıkıntısı çektiğinden kiralık ev tutmuyor, Adana’da bıraktığı eşi, kızı ve oğluna para yolluyordu.

İstanbul’da kaldığı evin, halasının evi olduğunu öğrenip Kartal’a ziyarete gittim.

“Kışın inşaatlarda kalmasını istemezdim, burada kalırdı. Bir dilim ekmeği olsa birisiyle paylaşırdı. Kimseyle küs olmazdı. Oraya da barış için gittiler. Ankara’ya gitmeden üç gün önce bizdeydi. En son oturup sohbet ettik. Oğlu askerdeydi Şırnak’ta, onun için endişeleniyordu,” diyor halası Hediye Hanım.

Ziya Saygın’dan halasına kalan, beş yıl önce boyadığı duvarlar, merdiveni ve malası… Yaşasaydı, halasının evindeki duvar boyasını yenileyecekti.

Ziya Saygın’ın diğer adresi ise Gebze’de yaşayan eski bir dostu, Bayram Ayyıldız. Bayram Bey için Ziya Saygın bir rol modeli, ağabey, arkadaş, ondan etkilenerek bağlama çalmaya başladığı kişi. 1976’dan beri tanışıyorlar ancak dostlukları yıllarca kesintiye uğradıktan sonra tekrar buluşmaları Bayram Bey’in anlatımıyla “film gibi” oluyor:

“Şimdi hatırlayınca gözlerim yaşarıyor. Film gibiydi. Gördüğüm her Sivaslı’ya Ziya abiyi soruyordum. Sivas’taki muhtar Adana’ya gittiğini söylemişti. 2004 yılıydı sanırım, Gebze’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliklerine giderken ona benzer birini gördüm, içim fıkır fıkır oldu ve yanaşıp birine çok benzettiğimi söyledim. Arkadaşın kimdi, nereden tanıyorsun gibi sorular sordu. ‘Ayağı sakat olan Bayram mı?’ deyince, sağ ayağımı çıkardım gösterdim. Kucaklaştık, yarım saat sürdü. Tarif edilemez. Öylece donduk kaldık.”

Ziya Saygın ve Bayram Bey daha sonra Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nde (ESP) Gebze’de beraber yöneticilik yapıyorlar. Bayram Bey seramikçi, ortak işler alıyorlar. Beraber gitmedikleri etkinlik yok. Ancak 10 Ekim'de Ankara’da beraber değiller çünkü Bayram Bey oğlunu yeni kaybetmiş, Ankara’ya gitmeyi ona teklif bile etmiyorlar.

“Bensiz bir yere gitmezdi ama acımdan dolayı beni çağırmadılar. Saldırıdan birkaç gün önceydi, beraberdik. O günlerde Kobane’de şehit olan ve Gebze’den tanıdığımız yetmiş altı yaşındaki Halo dayıyı imrenerek anlatıyordu hep. Sanki Ankara’ya gidecek orada düşecekmiş gibi anlatıyordu onu. Bizden çıkıp giderken de bana geri geri bakmıştı,” diyor Ayyıldız.

Yine aynı meslekten, 1984’den beri Ziya Saygın’ı tanıyan arkadaşı İlker Göl ise Ziya beyin “profesör” yönünü ve insanlarla çabucak diyalog kurabilmesini vurguluyor:

“Çok uzun boyluydu. Bir de uzun pardesü giyerdi. Ziya’ya bakınca sadece bir inşaat işçisi görmezdiniz, aydın bir kişi olduğunu anlardınız. İnşaatta çalışanlar ona profesör derdi. Okumayı çok severdi. Her gün gazete okur, güncel gelişmeleri çok iyi takip ederdi. … Bir merhaba ile yeni tanıştığı kişileri kendisine bağlardı.”

Ankara’da oturan eniştesi Murat Yangın’ın anlattıklarına göre Ziya Saygın on dört-on beş yaşlarında çıkmış Sivas’taki köylerinden ve İstanbul’a gelmiş. Köyün adı o zaman Sinekli, şimdi Düzova.

Düzova yoksul bir köymüş, ailesi çobanlık yaparmış Ziya Saygın’ın. Babasıyla anlaşamadığı için evden kaçmış ve İstanbul’da yaşamaya başlamış. Köye de arada sırada, yılda bir ya da iki kez ziyarete gidermiş, bazen düğünlere bazen de cenaze törenlerine…

Enişte Yangın devam ediyor:

“Köy fakir, insanların geliri az olunca herkes ekmek aramak için bir yerlere dağılmış. Kardeşleri de her yana dağılmıştı... Ankara’da olduğundan haberimiz yoktu. Mitinge yapılan saldırıdan sonra hastanelere koştuk kan filan lazım olur diye. Sonra öldüğü haberi geldi.”

Eniştesi Murat Yangın’la konuşurken, şu söylediklerinin de altı çizili notlarımda:

“Paylaşımcı, yardımsever, kimseyi incitmeyen bir insandı... Onurlu bir ölümdür onunki.”

Ankara’ya coşku içinde ve güle oynaya gitmiş Ziya Saygın. Miting alanında halay çekmiş. Gebze’den beraber yola çıktıkları ESP’den arkadaşı Zafer Tektaş, ilk patlamada beraber olduklarını ve Ziya Saygın’ın “bir şey olmadı” dediğini duyduğunu ancak patlamadan sonra çıkan arbedede ayrıldıklarını ve ikinci patlamada olay yerinde hayatını kaybettiğini anlatıyor.

Elli altı yaşındaki Ziya Saygın Sivas Düzova Köyü Cemevi’nden törenle uğurlanmış.

Ziya Saygın’ın yaşamı ve kişiliği hakkında bilgiye aç bir halde her şeyi öğrenmeye çalışırken, söylenen her cümleyi, hatta ağızdan çıkan her sözcüğü kaydetmişim. Bu sayede ona dair pek çok özelliğin altı çizili notlarımda. Ve bütün bunlara dayanarak diyebilirim ki:

Ziya Saygın yaşasaydı yine boya yapacaktı; kızına okulda sürpriz ziyaretlere gidecekti ve sadece ona değil arkadaşlarına da çikolatayla şekerler getirecekti; kimseyi aç görmeye dayanamayacak, cebinde beş lirası bile kalsa bir ihtiyacı olana verecek, yemeklerini ağır ağır sindire sindire yiyecek, bir dilim ekmeği olsa paylaşacaktı; bol bol okuyacaktı; kimseyle küs olmayacak, kimsenin kalbini kırmayacak, bir merhaba ile yeni arkadaşlar edinecekti ve bol bol espri yapıp herkesi güldürecekti.

Bir de sazla “Oy dere Kızıldere” şarkısını çalacak, eşi ise söyleyecekti.

1 Mayıs’larda hem emekçilerin bayramını hem de kendi doğum gününü kutlayacak, Nâzım Hikmet'in o çok sevdiği “Hürriyet’e Dair” şiirini muhtemelen yine okuyacak, okutacaktı.

Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.