Anorexia'da yeni bulgular

Anorexia'da yeni bulgular

T24- İstatistiklerin güvenli olduğu Amerika'da her yüz genç kadın ve kızdan en az bir tanesinin anorexia veya bulimia nervosa tanısı aldığı, bunlardan en az yarısının tedaviye cevap vermediği, mortalitenin ise beşte bire yakın olduğu bildirilmekte. Bu dramatik rakamların aşağı çekilmesi için çok yoğun ve ciddi araştırmalar yapılıyor.

Yakın zamana kadar uygun kişilik yapısı zemininde erken travmalar, aile içi ilişkiler ve son zamanlarda medya etkisi sorumlu tutulmuştur. Yeni görüşler ise yeme bozukluklarının altında hormonal, genetik ve özellikle nörobiyolojik bozuklukların da olabileceği, bunların belirlenmesi ile hastalıkla başetmenin daha başarılı olabileceği şeklindedir.

Yeme bozukluklarının tedavisi ile uğraşanlar, uzun zamandır hastalarının ilgi çekici ve çok özel bir davranış biçiminin farkında idiler: Bu hastalar çok uzun süre aç kaldıklarında daha uyanık, enerjik, hatta kendilerine özgü biçimde mutlu görünüyorlar, daha sonra bu özelliklerine yönelik farkındalık ve sonuçta kendi kontrollerinde uzatılmış, derinleştirilmiş, yoğunlaştırılmış, programlı ve bilinçli ‘’açlık’’ epizodları geliştiriyorlardı.

Fark edilen önemli bir diğer özellik de, bu kişilerin maddi veya manevi, hemen her tür ödül veya kayıplara karşı tamamen kayıtsız olmaları idi. Opioid etkisini andıran bu durum, deneysel olarak ilk kez 1988’de morfin enjekte edilen farelerde gözlemlenmiştir.

2007’de bir grup nörobilimci farelerin beyinlerindeki nucleus accumbens’lerinin içine ecstasy enjekte ettiklerinde, hayvanların tipik anorexia davranışı sergilediklerini gözlemledi. Enjeksiyon sonrası fareler daha canlı ve hatta keyifli idiler. Fakat hiç yemek yemiyor, uzun süreli açlık sonrasında bile gıda aramıyorlardı.

Uzun çalışmalar sonucu insan beyninin nucleus accumbens’inde oluşan CART (Cocain-and Amphetamine-Regulated Transcript) yapısındaki bir tür opioid’in etkisi ile yemek iştahının tamamen ortadan kalktığı, açlığın bir ödül olarak algılandığı, hatta uzun vadede kişinin açlık sonucunda oluşan CART’a bağımlı olması veya açlıktan başka hiçbir şeyin zevk vermediği bir tür madde bağımlılığının (Addiction to Starvation Teorisi) gelişebileceği öne sürüldü.

İKİ ÇALIŞMA

Bu alanda yapılmış bahse değer iki çalışma var:

Normal kadınlar kendilerine verilen portakallı, şekerli suları keyif ve iştahla içerken, beyinlerinin İnsula bölgesi de aktive olmakta idi. Anorexic’ler ise hiç zevk almadıkları gibi İnsula’ları da tepkisizdi.

Diğer araştırmada ise, kumar makinesinde kazanan ve kaybeden normal kadınlar sevinç veya üzüntü sergilerken, beyinlerinin Anterior Ventral Striatum bölgesi aktive oluyordu.

Anorexic’lerde ise herhangi bir duygusal tepki ve Anterior Ventral Striatum aktivitesi yoktu, fakat Dorsal Striatum bölgeleri normallere göre daha aktifti.

Nörobilimcilere göre, Dorsal Striatum’da yeme bozukluklarında en baskın özelik olan ‘’anksiyete ile iç içe geçmiş kontrol ve mükemmeliyetçilik’’ temsil edilmektedir. Bu özellikleri tayin ettiği düşünülen genetik yapı veya yatkınlığı ortaya çıkartmak için 2002 yılından beri çalışılıyor ve sorumlu kromozomun bulunduğu iddia ediliyor.

Günümüzde üzerinde anlaşılan görüş şudur: Embriyonik dönemde var olan bir ‘yeme bozukluğu geni’, doğumdan itibaren uygun kişilik özelliklerinin gelişimini sağlamakta, sonraki yıllarda da menstruasyon, östrojen baskısı, uzun süreli diyet denemelerinin yanı sıra, aşırı egzersiz veya henüz bilemediğimiz diğer içsel veya medya v.s. gibi sosyal veya çevresel etkenler ve nihayet “CART ile Biyolojik Tanışma”, hastalığı tetiklemektedir.

Hastalığın biyogenetik temelinde açlığa bağlı opioid türü bir maddenin bulunmuş olması, şüphesiz tedaviyi kolaylaştıracaktır. Bu amaçla madde bağımlılığı tedavisinde kullanılagelen Naltrexon HCL yüksek dozda bir antidepresan -Serotonin Geri alım inhibitör’ü- ile birlikte deneniyor ve özellikle bulimia ile birlikte seyreden anorexia vakalarında yararlı olduğu rapor ediliyor.

Biyolojik temelleri tamamen belirlenmiş de olsa, bu hastaların olağanüstü bir güç ile baskılamaya çalıştıkları ağır anksiyeteli depresyonları ve patolojik beden imajı takıntısı ile ilgili herşeyi her yerde her zaman kontrol gayretleri, ciddi farmakoterapilerin yanısıra, çok uzun süreli, hatta yaşam boyu psikodinamik temelli, destekleyici ve bilişsel- davranışçı tedavileri gerektirmektedir.  (Doç. Dr. Ece Orhon)