Anti emparyalist bir Ankaralı: Ece Sükan

‘Aşk Yakar’ın pek muktedir Belda’sı esip gürlüyor. Oysa gerçek hayatta anti emperyalist Ece Sükan, çok farklı söylemlerle karşımıza çıkıyor.Moda editörü, model, vintage eksperi ve aynı zamanda oyuncu olarak tanınan Ece Sükan, Radikal gazetesinden Bahar Çuhadar’a ODTÜ’deki öğrencilik yıllarını, anlattı. Kendisini  anti emperyalist bir Ankaralı olarak nitelendiren Sükan, ‘Aşk Yakar’ dizisinde canlandırdığı Belda, karakterini yorumladı. Şimdiye kadar en çok modelliği, moda editörlüğü ve vintage kıyafetler satan butiğiyle anılan Ece Sükan, çocukluk günlerinde bulaşan oyunculuk hamurunu, Kanal D’deki ‘Aşk Yakar’da şekillendiriyor. Dizinin zenginliğin, iktidarın söz sahibi olduğu karşı yakasında esip gürleyen, geçtiği yeri titreten haşin iş kadını Belda olarak... Ece Sükan’la Ankara’dan İstanbul’a uzanan, yürüdükçe eklediği uğraşlarla kalabalıklaşan yaşamını ve Belda’yı konuştuk... Daha önce iki ayrı dizide ufak rollerde görünmüştünüz ama ‘Aşk Yakar’da ön plandasınız. Nasıl dahil oldunuz ekibe? Öncekiler ufak projelerdi. Kendimi tam da çekmiştim bu işlerden, daha çok moda işleriyle uğraşayım, diyordum. Televizyon programı yapıyordum, butiğimi açtım, moda editörlük işleri yapıyordum. Meltem’in (Cumbul) aklına geldi. Başka bir iş için buluştuğumuzda “Acaba olabilir mi?” dedi. Belda önemli bir karakterdi dizi için, seçmeler yapılacaktı. “Sen dizi düşünüyor musun?” diye haber gönderip, seçme olacağını söylediler. Bu kadar güzel isimler olunca, “Böyle bir şey düşünmemek mümkün değil” dedim. Seçmelerden sonra ben oldum, çok da mutlu oldum. 'Belda çok derin bir karekter'Senaryoyu ve Belda’yı ilk dinlediğinizde nasıl buldunuz? Hikâye, herkesin bildiği, hep olan bir şey. Her sosyal çevrede yaşanan şeylerin çok güzel işlenişiyle ortaya çıkacak. Belda çok derin bir karakter. Bir dizide bulabileceğiniz karakterlerden çok daha fazla yüzü var. Bir dizide ya iyi kadın, ya kötü kadın vardır, daha yüzeyseldir. Belda öyle değil, dizideki hiçbir karakter öyle değil. Mantık öyle değil, o yüzden de çok titizleniliyor. Psikoloji eğitimi almış biri olarak sizden Belda’yı biraz irdelemenizi isteyelim... Belda çok derinliği olan, sofistike bir karakter. Onun da kendi savunma mekanizmaları, kalkanları var. Çok net, sert biri, ne yapmak istediğini biliyor, işinde hırslı. Herkesin işini kendisi gibi yapmasını bekliyor, “Bu, budur. Bu böyleyse, sen de bunu böyle yapacaksın” diyor. Bunların hepsinin herkeste olduğu gibi sebepleri, kırılma noktaları var. O yüzden Belda’yı çok iyi anlıyorum, onu bir kılıfa sokmuyorum, yargılamıyorum. Kendimle de çok benzeştirdiğim noktaları oluyor. İş konusunda benim de depresif, çok sert, çok negatif, karamsar bir tarafım vardır. Her sosyal ortamda çıkmaz ortaya, ama iş ortamında çıkarttığım oluyor. Ben de mükemmelciyim, her şeyin hep iyi olmasını isterim. Hep çalıştım, bir sürü iş yaptım, bunun getirdiği bir dağınıklık vardı, toparlarken ben de yoruldum. O yüzden iş hayatında benim de tolerans düşüklüğüm var, bunu fark ediyorum. Psikoloji okuduğum için onu ve kendimi analiz edip benzeştirmeye çalışıyorum. Sonuçta benim de savunma mekanizmalarım var. Belda öfkesini kick-box yaparak akıtıyor. Daha önce sert sporlara ilginiz var mıydı? Hayır. Spor yapardım ama kick- box’la ilgim yoktu. Üç ay kadar ders aldım, çok da sevdim. Zorunlulukmuş gibi değil, ben arıyordum, ‘Hadi çalışalım’ diye. Burak hoca da çok memnun oldu. Şu anda dizi için yetecek kadar biliyorum ama hâlâ çalışmaya gidiyorum. Hem fiziksel, hem psikolojik olarak işe yarıyor. Enerjini açığa çıkarıyorsun, büyük bir rahatlama sağlıyor. İleride de savunma olarak kullanabilirim (Gülüyor). Ankara kökenlisiniz, anneden dolayı tiyatrocularla iç içe geçmiş çocukluğunuz. Seviyor muydunuz, eziyet miydi yoksa? Evet, küçüklüğümden beri hep Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kulislerindeyim. Tüm oyunları ezbere bilirdim, 88 defa izlerdim. Annemler Berlin’e tiyatro festivaline gider, bizi de götürürlerdi... Seviyordum. Bu kadar kulisin tozunu yutmuş biri olarak, öyle ya da böyle tiyatroyla ilgileneceğim düşünülürdü. Çok zorluğunu da gördüm, seçmeme sebebim bu büyük ihtimalle. Turnelere giderler, özel tiyatro, zorluklar yaşarlar... Büyük ihtimalle tepki geliştirdim ve ‘Üniversiteyi okuyacağım, sonra bakarım bu işlere’ diyerek hiç düşünmedim tiyatroya yönelmeyi. Ama sonuçta bunun vermiş olduğu kaçınılmaz bir sosyallik var; hep sahne sanatlarıyla uğraştım bir şekilde. Seslendirme yaptım, televizyon programları yaptım küçükken. Beş yıl da bale yapmışsınız. Baleye de severek, isteyerek mi gidiyordunuz? Psikoloji okumaya nasıl karar verdiniz? Lisede Türkçe matematik okuyorsan İşletme yazarsın, Allah’ın emridir! Halbuki nedir, bilmezsin bile. Onları yazdım ama Psikoloji de ilk tercihlerimdendi, bilerek yazmıştım. Ve şeref öğrencisi olarak bitirdim. Bir şekilde istiyordum, yaparken zevk alıyordum. Bir tek piyano dersini zorla alıyordum. Onun haricindekileri zevkle yapıyordum. Devlet Opera ve Balesi’nde beş sene bale yaptım. Yarı zamanlı sınavlarına girmek üzereydim ama TED Koleji’nde okuduğum için üçte, dörtte çıkıyordum okuldan, yarı zamanlı uymuyordu. Arkadaşlarıma çok düşkünümdür, “Aa, ben okulumu bırakmam” dedim. Öyle öyle, çok ciddiye almadım kararlarımı aslında. Seçimlerimi normal okul zamanında yaptım. Ama demek ki bu işlere bulaşacağım belliymiş. Önce direndim, sonra tam gaz girdim. Psikoloji okumaya nasıl karar verdiniz? Lisede Türkçe matematik okuyorsan İşletme yazarsın, Allah’ın emridir! Halbuki nedir, bilmezsin bile. Onları yazdım ama Psikoloji de ilk tercihlerimdendi, bilerek yazmıştım. Ve şeref öğrencisi olarak bitirdim. Hangi dönemde ODTÜ’deydiniz? 95’ten itibaren, dört yılda bitirdim. ODTÜ’lüler çok bağlıdır okuluna, sizin nasıl bir ilişkiniz vardı, nasıldı okul yıllarınız? Bende de oldu o. Özel okul çıkışlıyım, bütün arkadaşlarım Bilkent’e gittiler. Tek başıma ODTÜ’ye gittim. İlk dönem ‘Ya ne oluyor, hiç arkadaşım yok’ gibi şeyler yaşadım. Öğlenleri arkadaşların yanına kaçardım. Bir senenin sonunda ‘Ben İstanbul’a gideyim’ dedim, Boğaziçi’ne başvurdum, yatay geçişe. Psikoloji ve sosyoloji yazmıştım, kabul edildim. Ama yatay geçişler çok geç açıklanıyor. Ağustos, eylül oldu. Geldik İstanbul’a, yurtlar dolmuş. Bebek’te ev baktık annemle, ne alakası varsa! Sonra, ‘Hiç bu işlere giremeyeceğim ben, ekmek elden su gölden. Ben güzel güzel okulumu okuyayım, sonra gelirim İstanbul’a’ dedim. İyi ki de dönmüşüm. Ondan sonra ODTÜ’nün zevkini çıkardım, gerçekten ODTÜ’nün nasıl bir eğitim kurumu olduğunu anladım ve ikinci sınıftan itibaren çok güzel geçti. Arada bir Best Model yarışması var. Nasıl karar verildi, birilerinin aklınıza sokmasıyla mı oldu? Öyle olmadı galiba. Tam olarak nasıl olduğunu çok iyi bilmiyorum ama büyük ihtimalle içimdeki sahnede olma dürtüsü, çıkamadı çıkamadı, onu yapmadım bunu yapmadım ama sonra... Kıyafetlere, dergilere, fotoğrafa olan ilgimden dolayı, modellik zaten baktığım bir şeydi. Hem modaya olan ilgimden, hem de sosyal bir durumu tekrar yaşamak, bir şekilde ucundan tutmak için, modayla birleştirip modellik yapabileceğimi düşündüm. Gittim, kazandım ama zamanlama biraz abuktu. Okula döndüm Bu durumda insanlar genellikle okulu bırakır, piyasaya girer... Evet, ama Ankaralılar’da öyle bir durum yok. O okulu okumamak diye bir şey düşünmüyorsun bile. Sonrasında direkt İstanbul’a yerleştim. Bir şeyler yapacağımı, yapacak çok şeyim olduğumu hep hissediyordum. Okul bitti, kepimi taktım, ‘Haydi güle güle’ diye gittim. Modaya olan merak da çocukluktan mı geliyor? Evet. Eve çok dergi alınırdı, direkt açar moda çekimlerine bakardım, kendi kendime eleştirirdim. Sırf modellik değildi amacım. O hiçbir zaman beni doyurmayacağı için eş zamanlı olarak moda editörlüğüne başladım, Marie Claire dergisinde. Butik de eş zamanlı olunca, öyle düşe kalka yürüdü gitti. ODTÜ’nün politik ikliminden etkilendiniz mi? Tabii, her gün gösteri olurdu. Hiç unutmuyorum, bir gün Gorbaçov geldi konuşma yapmaya. Gösteri başladı. Bayraklar çıktı, yüzler bağlandı falan. Biz de adamı dinleyelim diye gidiyoruz. Amfi tiyatroda ya da spor salonunun içinde konuşma yapacak ama kalabalıktan inemiyor arabadan. Göstericiler sardı etrafını. En sonunda kapıları söktüler, arabayla girdi. İnerken yine de kafasına yumurtayı yedi. Sürekli böyle olaylar olurdu. Daha çok izleyendim ama sonuçta ben de hiçbir zaman emperyalist bir düşünce sistemini benimsemedim. Ben de sonuçta ODTÜ’lüyüm. Tabii ki de bende de o antikapitalist, antiemperyalist Ama bir yandan da size bakan bir sürü insan “Amma hırslı kadın, her işe bulaşıyor” diyordur. Doğru, diyorlardır değil mi? Onu da yapayım, şunu da yapayım hali var gibi. Fotoğraf da çekiyormuşsunuz... Var biraz, evet... Fotoğrafa da hep ilgim oldu, New York’tayken gittim bir kamera aldım, çektim, ama çok amatörüm. Moda editörü olduğum, sekiz senedir bu işi yaptığım için bir algım var sadece. Fotoğraf çekiyorum dediğim, bir proje gelmişti, profesyonel olarak öyle bir şey yaptım. Daha çok styling bazlı. Üniversitede, Santralistanbul’da moda dersleri vereceğim. Projeler var daha çok, plan bazlı değil. Her işi yapınca, evet bir yandan öyle düşünülebilir. Ama matematiksel işler haricindeki işlerin zaten artık hep birbirini beslediğini, insanların multifonksiyonel olduğunu, dünyada tek bir işle yetinen pek kimse olmadığını düşünüyorum. Belki doktor, doktordur. Ama içinde yaratıcı bir ruh olan insanların her şeyi yapabileceğini düşünüyorum. İçinde öyle bir ışık, yaratıcılık, istek varsa oyuncu da olur, şarkıcı da... Dizi ilerledikçe Mustafa’yla Belda’nın yakınlaşmasını izleyeceğiz. En tepede duran bir kadınla, çok daha aşağılardaki bir adamın aşk yaşaması olası geliyor mu? Siz âşık olunca her şeyi arkanıza alıp, önünüze bakabilir misiniz? Evet, yaparsın bence. Ben de yaparım. Kesin yaparım. Fakat ne olabilir sonra? Bir noktadan sonra aşkın biraz hafiflediği zamanlarda sosyal, kültürel farklar problem olur. Aşk çok yüksekken hiçbir problem olmaz, sonrasında çıkar Benzer bir durum yaşadınız mı? Yok, çok öyle radikal bir şey yaşamadım.