Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye Raportörü Kati Piri, AP'nin tek başına Türkiye'nin AB üyeliği sürecini 'dondurma' veya askıya alma yetkisi olmadığını belirterek, "Salı (yarın) günü oturumda Yüksek Temsilci Mogherini konuşma yapacak, karar çıkacak. Ve bu kararda da AB liderlerine, Türkiye’de bir şeylerin tekrar normalleştiğini görene kadar, katılım müzakerelerini geçici olarak dondurma çağrısında bulunacağız" dedi. Piri, "AP sadece siyasi bir sinyal gönderebilir, tek başına bir karar alamaz. Ama 8 parti grubunun AB liderlerine aralık ortasındaki toplantı için yollamak istediği siyasi mesaj, 'Türkiye ile katılım müzakerelerini dondurun çünkü şu andaki hükümet bu görüşmeler için samimi taahhütte bulunmuyor'; 'bugüne kadar yaptığımız gibi devam edemeyiz' demenin zamanı geldi" diye konuştu.
AP, "Türkiye ile tamam mı devam mı?"yı oylayacak
"Türkiye’de de, Avrupa’da da vatandaşlarımız, sahip olduğumuz tek gücü, ‘yumuşak gücü’, ‘değerlerimizi’ yeniden güçlendirmemizi istiyor" diyen Piri, "Bu Türk halkına karşı değil; kesinlikle Türk vatandaşlarını cezalandırmak için değil ama bu ‘bizim belli değerlerimiz var ve bu aşamada Türk hükümeti bu değerleri paylaşmıyor. Bu nedenle de bir işaret veriyoruz’ demek" ifadesini kullandı.
Piri, idam konusunun AB için kırmızı çizgi olacağını belirterek "Komisyon, üye ülkeler ve parlamento da aynı pozisyonu tekrarladı. İdam cezasının geri getirilmesi resmen askıya alma sürecini tetikler" dedi. Piri, tutuklu milletvekillerini ve gazetecileri hatırlatarak, "Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde AP’deki 8 siyasi grubun hepsi Türkiye’ye siyasi bir tepki verilmesinde hemfikir. Ama ben şunu da söyledim; Türkiye ile diyaloğumuz sürmeli" diye konuştu.
Kati Piri'nin Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e verdiği söyleşi şöyle:
- Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Elmar Brok ile birlikte Türkiye’ye yapacağınız ziyaretin iptal olmasının gerekçesi nedir? Türk tarafının sizi istemediği doğru mu ve bu size ifade edildi mi?
Bu konu AB Bakanı Ömer Çelik’in geçen haftaki Brüksel ziyareti sırasında Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile yaptıkları görüşmede tartışılmış. Ben görüşmede yoktum ancak anladığım kadarıyla Ömer Çelik heyetin mahiyetinin Schulz’un önerdiği isimleri kapsaması durumunda Türkiye’nin ziyareti kabul etmeyeceğini söylemiş. Heyet zaten Elmar Brok ve benden oluşuyordu. Türkiye’nin beni heyette istemediğini bu şekilde anlamış oldum.
- AB Komisyonu’nun yıllık İlerleme Raporu’nun açıklandığı gün AP’deki oturumda müzakerelerin dondurulması gerektiğini savundunuz. Size göre Türkiye’nin üyelik müzakereleri askıya mı alınmalı?
Avrupa Parlamentosu’ndaki görevim sadece Türkiye raportörlüğü değil, aynı zamanda parlamentodaki çoğunluğu temsil etmek. Bahsettiğiniz günkü tartışmada parlamentodaki 8 siyasi grubun hepsi aynı şeyi söyledi. Cumhuriyet gazetesine operasyon, hapisteki 142 gazeteci, 10 milletvekilinin hukuki süreçsiz tutuklanması... Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde AP’deki 8 siyasi grubun hepsi Türkiye’ye siyasi bir tepki verilmesinde hemfikir. Ama ben şunu da söyledim; Türkiye ile diyaloğumuz sürmeli.
- Mensubu olduğunuz Sosyalist Grup’un argümanını diğerlerinden ayıran nedir?
Biz müzakereler resmen askıya alınsın demiyoruz. Üyelik boyutunun dondurulması gerektiğini savunuyoruz.
- Türkiye’den bakınca bu söylediğiniz kelime oyunu gibi duruyor. ‘Müzakereleri resmen askıya almayalım ama katılım boyutunu donduralım’ demek fiilen işin durması değil mi?
Gerek AB gerekse Türk vatandaşları şu aşamada Türkiye’de yaşananlar konusunda çok derin görüş ayrılıkları olduğunun net biçimde farkında. Dolayısıyla da aynı masada oturup Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu konuşabileceğimizi düşünmenin inandırıcılığı yok. Peki bizim önerimiz ne anlama geliyor? Biz üye ülkelerin liderlerinden oluşan AB Konseyi’nden aralık zirvesi sırasında Türkiye’ye işlerin sonhaftalarda olduğu gibi kötü bir istikamette ilerlemesi durumunda müzakerelerin olağan şekilde devam edemeyeceğine dair siyasi bir sinyal göndermesini talep ediyoruz. Türkiye bugün tüm hukukun üstünlüğü, ifade özgürlükleri, basın özgürlükleri endekslerinde sert bir düşüşte. Bu düşüşten bir geri dönüş emaresi görünceye kadar da müzakerelerde yeni fasıl açmaktan bahsetmek inandırıcı değil.
- Resmen askıya almanın kriteri nedir peki?
Müzakerelerin resmen askıya alınması için Avrupa Birliği açısından kırmızı çizgi idam cezasının geri getirilmesidir. Bu, Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu ve AB Konseyi’nin ortak görüşüdür ve bu görüşümüz devam ediyor. Bugün bunu konuşmaktan dahi son derece üzgünüm. Ancak maalesef diyalog kayboldu, birbirimizi olumlu yönde etkilemeye yönelik manivelaları kaybettik. En kötü senaryoları konuştuğumuz bir aşamaya geldik.
- İdam AB için kırmızı çizgiyse, hükümet bunu anayasa paketine koyar, referanduma götürür ve halk da onaylarsa bu müzakerelerin askıya alınmasına mı neden olur?
Evet, bu kırmızı çizgidir ve biliyorsunuz AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini tarafından ağustos ayında açıklandı. Komisyon, üye ülkeler ve parlamento da aynı pozisyonu tekrarladı. İdam cezasının geri getirilmesi resmen askıya alma sürecini tetikler.
- AB Bakanı Ömer Çelik geçen hafta Schulz ile görüşmesinde idam cezasının pakette olup olmayacağına dair herhangi bir tüyo vermiş mi?
Bunlar kapalı toplantılardır ve ben katılmadım. Ama şundan son derece eminim; idam bütün AB yetkililerinin Türk muhataplarıyla yaptıkları görüşmelerde gündeme getirdikleri bir konu.
Türkiye’nin kaydettiği ilerlemelerden ve geldiği uzun yoldan sonra bugün bunları konuştuğumuz için hayret içindeyim. İdamı kaldırmış, işkenceye sıfır toleransı düstur edinmiş bir Türkiye’den buraya geldik. 15 yıl sonra, daha önce reformu yapılan konular tekrar masaya geldi. Üzüntümün AB açısından boyutu bir yana, Türk halkının bugün hâlâ bu tür tartışmayı yapıyor olmasından hicap diyorum.
- Türkiye son yıllarda Avrupa kurumlarının kendisiyle ilgili hazırladığı raporları kabul etmeme eğiliminde. Sanıyorum 6-7 belgeye aynı tepki verildi.
Evet, ben en azından kendi hazırladığım son iki raporun geri gönderildiğini biliyorum. 9 Kasım’da AB Komisyonu’nun açıkladığı raporu da iade edecekler mi bilmem ama Türk hükümeti zaten raporu kabul edilemez bulduğunu açıkladı. Bu durum son 3 yıldır Türkiye ile yaşadığımız sorunların önemli unsurlarından elbette. Türk hükümeti bugüne kadar hep AB’ye tam üyelik stratejik hedefimizdir ve bu hedef değişmedi dedi. Ama biliyorsunuz AB başından beri Türkiye’ye karşı hep ikircikli bir tutum izledi ve bana kalırsa bu üyelik sürecinin inandırıcılığına çok büyük zarar verdi. Bu ikircikli tutum nedeniyle Türk vatandaşları AB’ye güvenini kaybetti.
Ben şahsen AB içinde Türkiye’ye yer olduğuna inanıyorum. Ancak siyasi farklılıklarımız var elbette. Yıllık ilerleme raporları gibi bir çerçevemiz olmazsa, bu belgeleri ilişkilerimiz için bir tartışma zemini olarak kabul dahi etmezsek o zaman verimli bir diyalog kurmak çok zor olacak. Devamlı birbirimize bağırır hale geldik. İki tarafın halkları da masanın diğer tarafının güvenilir olmadığını hissediyor.
- AB cephesi krizin büyümesini engellemek için yeni bir girişim ya da jest yapar mı?
Ben bu istikamette yol alabilmek ve ilişkileri düzeltmek için her türlü görüşe açığım. Kapımız açık. Bu ziyaret ve heyet nedeniyle yaşanan krizin geçici bir şey olmasını diliyorum.
- AB Bakanı sizi eleştirirken ‘ırkçı ve basiretsiz’ gibi ifadeler de kullandı. Bu tür tepkilerin hedefi olmak sizi üzüyor mu?
İletişim kanallarını açık tutmaya çalışırken bir şekilde kendimizi yanlış bir iletişim şeklinin içinde buluyoruz ve sonuçta diyalog kanallarını açmak yerine kapatmış oluyoruz. Geçen hafta olan da tam budur. Parlamento Başkanı Schulz bir jest yapmak istedi. İki tarafgörüşmeler yaparak yanlış anlaşılmaları gidersin, endişeler paylaşılabilsin diye Türkiye’ye ağustosta gönderdiği heyetini yeniden göndermek istedi. Ancak sonuçta yine diyalogdan uzak bir yere düştük. Benim istenmediğime dair haberler yapıldı ve yine medya üzerinden mesajlar verildi. Bu yaklaşım işleri daha da kötü bir hale sokuyor. Benim gibi Türkiye’nin geleceğinin AB’ye bağlı olduğunu düşünen bir raportör için giderek birbirimizden koptuğumuza tanık olmak büyük hayal kırıklığı.
- Ankara’nın sizin Türkiye’ye dönük üslubunuzu çok sorunlu bulduğunu biliyoruz. Hem sizin hem de meslektaşlarınızın Türkiye’ye karşı dışlayıcı ve küstah bir ton kullandığınız düşünülüyor.
Bunları ilk defa duymuyorum. Devamlı benim objektif olmadığım, bazı partilere çok yakın olduğum ileri sürülüyor. TBMM’deki hangi partiye o şekilde muamele yapılmış olsa Avrupa Parlamentosu aynı tepkiyi verirdi. Verdiğimiz tepkinin, partinin siyasi tandansıyla ilgisi yok. 142 gazeteci hapisteyken, seçilmiş siyasetçiler iddianame olmadan hapse atılmışken ben o milletvekilleri hangi partiden diye düşünmeden endişelenirim. Dolayısıyla da bugüne kadar yaptığım hiçbir açıklamadan pişman değilim. Benim işim Türkiye’deki iç tartışmaların parçası olmak değil. Ben Türkiye AB kriterlerine yakınlaşıyor mu, uzaklaşıyor mu ona bakıyorum. Bir gün gururla Türkiye’nin yeniden AB ile yakın bir ilişkiye doğru yol aldığına dair olumlu bir rapor yazabilmeyi umut ediyorum.
- Türk hükümeti tarafından, terörle aranıza net çizgi çekmediğiniz savunuluyor. Avrupa Parlamentosu’nun çeşitli vesilelerle PKK’lılara ev sahipliği yaptığı düşünülüyor. PKK sizin için ve mensubu olduğunuz Sosyalist Grup için bir terör örgütü müdür?
Kesinlikle, buna hiçbir şüphe yok.
PKK konusunda Avrupa Parlamentosu’nda farklı düşünen sadece küçük bir azınlık var. Yedide bir temsil oranındaki bu grup, PKK’nın AB terör listesinden çıkmasını savunuyor. Ancak Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin çok büyük bir bölümü –ben de dahil– bunun doğru bir yol olmadığını düşünüyoruz. Ancak öte yandan parlamentomuzun büyük çoğunluğu askeri tedbirlerin de soruna bir çözüm olmadığını ve yaşanan acılara rağmen tarafların bir araya gelip konuşması gerektiğini düşünüyor. Kürt sorununun siyasi bir çözümü olmalı. Ancak barış görüşmelerinden yana olduğunuzda, hükümetin insanları havaya uçuranlarla değil ama ılımlılarla bir diyaloğa girmesini savunduğunuzda bir anda PKK’ya yakın biri gibi görülmeye başlıyorsunuz. Açıkçası ben bunu son derece akıl almaz buluyorum. Benim Türkiye’de siyasi partiler arasında bir tercihim olamaz. Hollanda’dan bir Avrupa Parlamentosu milletvekili olarak böyle bir rolüm yok. Benim rolüm Avrupa Parlamentosu adına Türkiye’yi izlemek.
- Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü olarak görev süreniz ne kadar? Yaşananlardan sonra bu görevi icra etmeyi sürdürecek misiniz?
Görev sürem tam bir parlamento dönemini kapsıyor yani 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar sürecek.
- Siz görev geldiğinizden beri Türkiye’nin AB üyeliğini savunan bir siyasetçi oldunuz. Son dönemdeki eleştirileriniz bu pozisyonunuzun değiştiği anlamına mı geliyor?
Birdenbire neden Türkiye ile müzakere ediyoruz diye düşünmeye başlamadım. Birdenbire Türkiye’nin diğer AB üyesi ülkelerden farklı bir kültüre sahip olduğunu düşünmeye başlamadım. Birdenbire aşırı sağcı siyasi partiler gibi Müslüman bir ülkenin AB içinde olmadığını söylemeye başlamadım. Birdenbire Türk halkının Alman ya da Fransız halkından farklı olduğuna kanaat getirmiş de değilim. Bir gecede aşırı sağcı popülist bir siyasetçiye dönüşmedim. Ama bir yandan da geldiğimiz noktada Avrupa Birliği’nin güvenilirliğinin tehlikede olduğunu düşünüyorum. Türk hükümetinin maalesef bizim hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğüyle ilgili anlayışımızdan çok uzak bir yerde olduğunu görüyorum. Yani Türkiye ile ilgili fikrim değişmedi ama Türkiye’deki gelişmeler bizi AB’nin güvenilir bir aktör olarak kalabilmesi için şu anda üyeliği konuşmanın anlamsız olduğunu söylemeye zorunlu kılıyor.
- Müzakereleri dondurma kararını alırsanız sonuçta bunun bedelini ödeyecek olan Türkiye halkı. Bunun hiç adil olmadığının farkında mısınız?
Söylediğiniz şeyi anlıyorum. Ama düşünün ki karşımızdaki ülke Balkanlar’dan bir aday ülke ve bu ülkede yüzlerce gazeteci tutuklanıyor, ülkenin ikinci muhalefet partisinin liderleri tutuklanıyor. Böyle bir ülkeye hemen kapıyı kapatmamız gerekmiyor ama siyasi bir sinyal vermemiz şart. Türkiye’de son haftalarda ve aylarda hiçbir şey olmamış gibi yola devam edemeyiz.
Haydi masaya dönelim ve güvenilir bir zeminde müzakereye devam edelim diyecek ilk kişi yine benim. İki taraf da samimiyetle hatalarını görsün diyecek ilk kişi benim. AB de Türkiye’nin müzakere sürecinde büyük hatalar yaptı. Biz bu süreçte inandırıcı ve net olmadık; müzakereyi neden yaptığımız konusunda hep muğlak davrandık. 10 yıldır Türkiye AB için daha az önemliydi ancak mülteci krizi patlayınca birden yüksek düzeyli diyalog mekanizması kurmak istedik. Bütün bunlara bakınca Türkiye halkının AB’nin eylemleri ve tepkileri yüzünden neden hayal kırıklığı içinde olduğunu görebiliyorum. Tekrar vurgulamak isterim; önerdiğimiz müzakerelerin resmen askıya alınması değil. Resmen askıya almak demek müzakereler muhtemelen bir daha hiç başlamayabilir demek. Ama müzakerelerin katılımla ilgili boyutunu dondurmak Türkiye’ye işlerin gidişatını değiştirmesi gerektiği yönünde siyasi bir uyarıdır. Ama yeniden söylüyorum, kalıcı değil geçici bir tedbirden bahsediyoruz.
- Bu hafta Avrupa Parlamentosu’nun tartışacağı karar tasarısı da bu geçici dondurma formülü değil mi?
Evet, salı günü (yarın) Federica Mogherini’nin katılacağı bir oturum olacak Avrupa Parlamentosu’nda. Bu oturumda Türkiye’de son yaşanan gelişmeleri ve ilişkilerimizi masaya yatıracağız. Bu oturumda bahsettiğim karar tasarısı oylanacak ve büyük ihtimalle AB Konseyi’nin aralık zirvesinde Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurma yönünde bir siyasi sinyal vermesi istenecek. Ama şunu da hatırlatmak isterim, Avrupa Parlamentosu’nun müzakereleri durduracak bağlayıcı bir karar alma yetkisi yok. Bu karar aralıkta toplanacak olan AB üye ülkelerinin liderlerinin elinde.
- Diyelim ki dediğiniz oldu ve siyasi liderler Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin geçici olarak askıya alınmasına karar verdi, sonra yeniden makul bir müzakere zeminine dönülebileceğine inanıyor musunuz?
Kesinlikle, kesinlikle... Geçici dondurma siyasi bir mesajdır ve biz bunun düzeltilmesi için diyaloğa açığız demektir. Ama şu aşamada üyeliği konuşmak ne kadar gerçekçi? Diyalog kanalları açık kalacak. Türkiye’ye kapıyı kapatmıyoruz. Ama Türkiye’nin eylemlerine, bize kapıyı kapatıyor olmasına tepki veriyoruz. Bakın bu da yanlış anlaşılmasın, Türkiye’nin bana kişisel olarak kapıyı kapatmasından bahsetmiyoruz. Parlamentonun görüşü şu; Türkiye son dönemde attığı tüm siyasi adımlarla Avrupa Birliği’ne kapısını kapatıyor.
Kati Piri'nin Cumhuriyet'ten Duygu Güvenç'e verdiği söyleşi ise şöyle:
- Yine kötü, istenmeyen kişi ilan edildiniz Türkiye tarafından. Neden?
Bana neden istenmediğim konusunda resmi bir yanıt verilmedi. Haberi Başkan Schulz’dan aldım. Schulz, Bakan Ömer Çelik aracılığıyla “AP’den bir delegasyonun ziyaretinin, ben bu heyetin parçası olmadığım takdirde, memnuniyetle karşılanacağını” iletti.
- Söylenen ‘siz müzakerelerin askıya alınmasını istediğiniz için’ istenmediniz. Bunu mu istiyorsunuz?
Burada bir fark var. Parlamento’da Türkiye raportörü olarak benim çoğunluğun görüşünü yansıtmam gerek. AP’de 8 farklı siyasi grup var ve bu 8 grubun hepsi de katılım müzakereleri ile ilgili siyasi adım atılmasını istedi. Benim de içinde olduğum bazıları müzakereleri dondurmayı istedi; bazıları resmi olarak müzakerelerin askıya alınmasını; bazılarıda resmi olarak müzakerelerin durdurulmasını istedi. Bu aşamada, AB’nin katılım müzakerelerinin itibarı söz konusu. Eğer şimdi sağlam bir duruş sergilemezsek Türkiye’de tüm bu olan bitenlerle ilgili, Türkiye’yi gerçekten AB ile birlikte görmek isteyen vatandaşların desteğini kaybedeceğiz.
- Ama AP’nin tek başına müzakereleri dondurma, askıya alma ya da durma yetkisi yok!
Kesinlikle. Bu AB liderlerinin vereceği bir karar ve onlar da aralık ayında toplanacaklar. AP sadece siyasi bir sinyal gönderebilir, tek başına bir karar alamaz. Ama 8 parti grubunun AB liderlerine aralık ortasındaki toplantı için yollamak istediği siyasi mesaj, “Türkiye ile katılım müzakerelerini dondurun çünkü şu andaki hükümet bu görüşmeler için samimi taahhütte bulunmuyor”; “bugüne kadar yaptığımız gibi devam edemeyiz” demenin zamanı geldi. Salı günü oturumda Yüksek Temsilci Mogherini konuşma yapacak, karar çıkacak. Ve bu kararda da AB liderlerine, Türkiye’de bir şeylerin tekrar normalleştiğini görene kadar, katılım müzakerelerini geçici olarak dondurma çağrısında bulunacağız. Yani; geçmişte olduğu gibi hukukun üstünlüğüne ve ifade özgürlüğüne saygı duyana kadar.
- Sizin raporlarınız Ankara tarafından hep çok eleştirildi; iade edildi. Siz Türkiye’yi AB’de istemiyor musunuz? Siz mi kötü rapor hazırlıyorsunuz, yoksa Türkiye mi tepetaklak gidiyor?
Türkiye’de çizilen bu imaj komik çünkü AP’de, Türkiye’nin AB sürecini başından beri destekleyenlerden biriyim. Ve çok üzgünüm ki şu anki hükümet, Türkiye’yi AB’den her geçen gün daha da uzaklaştırıyor. Ben Türkiye ile ilgili tutumumu değiştirmedim; benim için Türkiye’nin geleceği AB içerisindedir. Ama ben aynı zamanda bir Avrupalı siyasetçiyim ve mevcut hükümetle, AB’ye entegrasyon süreciyle ilgili konuşmanın inandırıcılığına bakmak zorundayım. Şu an Türkiye, dünyada gazeteciler için en büyük hapishaneyken; 10 muhalif milletvekili hapisteyken ben bunun dürüst bir süreç olduğunu AB vatandaşlarına da Türk vatandaşlarına anlatamam.
- Türkiye bu dondurma kararını nasıl durdurabilir? Gazetecileri, politikacıları serbest bırakırsa bu süreç tersine döner mi?
Kesinlikle. Anahtar Ankara’daki hükümetin elinde, bizim elimizde değil. Biz sadece onların adımlarına tepki gösteriyoruz. Türkiye’de bir şeylerin yeniden normalleşmeye başladığını gördüğümüz anda “masaya oturalım ve son 10 yıllık süreçte kaybettiğimiz Türkiye destekçisi vatandaşlarımızı ve kaybettiğimiz Türk vatandaşları ile ilgili konuşalım” diyen ilk ben olacağım. Bu nedenle de bu aşamada resmi olarak askıya alma çağrısında bulunmuyoruz. Askıya alma ancak Türkiye, ölüm cezasını kabul ederse söz konusu olur.
- Müzakereleri dondurarak Ankara’ya iletilen mesaj ne?
Müzakereleri dondurmak siyasi bir işarettir; AP söz konusu olduğunda bu aşamada Türk hükümetini daha fazla entegrasyonu konuşmak için bir ortak olarak göremeyiz demektir. Eğer aksi yönde bir eylem görürsek, eminim ki AP, Konsey’den bile daha önce, gerçekten entegre olalım ve Türk hükümeti tarafından uzatılan bir el varsa buna yardımcı olalım diyen ilk taraf olacaktır.
- Siz ağustosta da Başbakan ve Çavuşoğlu ile görüştünüz. Sizi neden o zaman kabul ettiler?
Sanırım farklı politik yaklaşım nedeniyle. Ağustos ayının sonuna geldiğimizde, ki bu AB’nin darbeden sonraki ilk ziyaretiydi, meslektaşlarım benim gibi düşünmese de bence AB, darbe girişiminin Türkiye toplumundaki etkisini hafife aldı. Avrupa’da kimi zaman Türkiye ve halkı ile ilgili çok olumsuz fotoğraflar yer alıyor. Ve onlar Türk vatandaşlarının yaşadığı acıyı ve geçtiği zorlu dönemi görmüyor; mesela mülteci sorunu, Suriye savaşı, ülkedeki terör saldırıları... Bunlar bence AB liderleri tarafından, ben de dahil AB tarafından, yeterince anlaşılmadı. Ağustos sonundaki ziyarette görüşmeleri yeniden başlatmak hedefleniyordu. Böylesine zor bir dönemde, Türkiye’ye yardım etmek için, hukukun üstünlüğünü yeniden hâkim kılmak için onbinlerce insan tutuklandığında ve işlerinden atıldığında bu sürecin hukuka uygun nasıl sürdürülebileceği ele alınıyordu. Biz oraya Türk hükümetine nerede isterse yardım elimizi uzatmaya gittik.
- AP’nin müzakerelerin dondurulması yönünde alacağı bir kararın Brüksel-Ankara ilişkilerine nasıl bir etkisi olur?
Çok bir etkisi olacağını düşünmüyorum çünkü son 3 yılda katılım süreci açıktı. Ve kabul etmeliyiz ki Türkiye’de AB konusunda pek bir ilerleme olmadı. Bu aşamada, AB her ne karar alınırsa alınsın, bunun Türkiye’de itici gücü olacağını düşünmüyorum. Ben ve Parlamento için tüm diyalog kanalları her zaman açık olacak. Bu aşamadaki soru; bence Türkiye’nin AB üyeliği gündemimizin birinci sırasında yer almamalı.
- Peki, Türkiye’nin AB’ye katılımını destekleyenleri bu karar hayal kırıklığına uğratmayacak mı?
Bu hepimiz için çok zor bir dönem. AB bu dönemde çok zayıf; 28 üye ülke mülteci kriziyle nasıl başa çıkacağı konusunda uzlaşamıyor. Biliyorum Türkiye’deki birçok demokrat da, AB-Türkiye mutabakatı ile Türkiye’den mültecilerin gidişini durdurmasının istendiğini gözleriyle gördüklerinde, AB’ye olan güvenini kaybetti. Bu aşamada bizim değerlerimize bakmamız her şeyden daha önemli. Türkiye’de de, Avrupa’da da vatandaşlarımız, sahip olduğumuz tek gücü, ‘yumuşak gücü’, ‘değerlerimizi’ yeniden güçlendirmemizi istiyor. Ve AB söz konusu olduğunda benim önemsediğim de bu. Bu aşamada Türkiye’de tüm bu olanlara baktığımızda, bizim ilkesel bir tutum almamız gerek. Bu Türk halkına karşı değil; kesinlikle Türk vatandaşlarını cezalandırmak için değil ama bu ‘bizim belli değerlerimiz var ve bu aşamada Türk hükümeti bu değerleri paylaşmıyor. Bu nedenle de bir işaret veriyoruz’ demek.
- Türk hükümeti mi, Cumhurbaşkanı Erdoğan mı?
Ne Türk hükümetinden ne de Cumhurbaşkanı’ndan farklıbir ses duyuyoruz. Herkes için açık ki Türkiye’de karar verilen her konuda son söz olmasa da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözü çok önemli. Ama hükümet demokratik bir yolla seçildi; demokratik bir şekilde seçilmiş parlamenterleriniz parlamentonda. Dolayısıyla insanlar farklı düşünüyorsa karar vereceği sistem orada ama bu aşamada orada da faklı bir karar alındığını düşünmüyorum.