'Arada' filminin yönetmeni Mu Tunç: Bulunduğun şehri terk etmek trend oldu; herkes gitmenin peşinde ama her yer aynı

'Arada' filminin yönetmeni Mu Tunç: Bulunduğun şehri terk etmek trend oldu; herkes gitmenin peşinde ama her yer aynı

Yaşadığı şehirden mutlu olmayanları ve gitmenin peşine düşenleri anlatan ‘Arada’ filmi vizyona girdi. Herkesin bulunduğu şehirden başka bir yere gitmenin peşinde olduğunu ve bunun yeni bir trend olduğunu söyleyen filmin yönetmeni Mu Tunç, "Herkes gitmenin peşinde ama aslında her yer aynı. Gidilecek bir yer var ama orası neresi belli değil. Ütopyanın da ütopyası yani…" dedi.

Film, genç punk müzisyeni Ozan ve sevgilisinin, Kaliforniya’ya gitmek için verdikleri mücadeleyi bir gecede yaşananlar üzerinden anlatıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Burak Deniz, Büşra Develi, Selim Bayraktar, Deniz Celiloğlu, Ceren Moray, Seda Akman, Cem Başeskioğlu, Eriş Akman ve Yüksel Ünal yer alıyor. 

Birgün'den Derya Aydoğan'ın sorularını yanıtlayan Tunç'un açıklaması şöyle:

»Geçmişinhep daha anlamlı daha özel zamanlar olduğuna inanma gibi bir durum var. Sen, “Bugün nasıl ise geçmişte aslında aynıydı” demişsin… Nostalji bağımlılığı bir hastalıktır deniliyor, katılıyor musun?

Hastalık gibi değil ama retronun bir yaşam biçimine dönüştüğünü söyleyebilirim. Bunu kıyafetlerde de her yerde de görebiliyoruz. Ben zamansız bir şeyler yapmayı çok önemsiyorum. Filmin 90’larda geçmesi aslında bir metefor. Hikâye 90’larda geçse de, bugün ile doğrudan bağlantılı. Amacım ise bugüne farklı bir biçimde bakmamızı sağlamaktı.

»Bir klasiktir “İstanbul’dan gitmek istiyorum” söylemleri. Herkes gitmeninpeşinde. Filmde bunu mu anlatıyorsun? 

Hayatım boyunca yaşadığı şehri bu kadar kötüleyen insanlar görmedim. Özellikle yakın zamanda hep olumsuzluklardan bahsedenleri duyuyorum. Ben de işte bunun üzerinden başka bir film yapmaya çalıştım. Sanki İstanbul’un seveni yok gibi ve bu durum da benim hiç hoşuma gitmiyor. Buranın dünyanın en özel şehirlerinden biri olduğunu düşünüyorum. İstanbul, tarihsel ve coğrafi olarak çok önemli bir şehir. Her şeyden önemlisi tavrı var bu şehrin. Her şeyi barındırabiliyor. Şehrin ters köşeliliği ise en sevdiğim yanı. Avrupa’da bir şehre gittiğiniz zaman 1 ya da 2 özelliğinden bahsediyorsunuz oysa İstanbul öyle değil. İstanbul undergrand bir şehir. Bunu göstermek isterdim. Yerin altında bir İstanbul var. Aslında bu sadece İstanbul’la da ilgili değil. Herkesin kendi yaşadığı şehir ile bir bağ kurmasını istedim. Dünyada şimdi bir trend var, herkes bulunduğu şehirden başka bir yere gitmenin hayali içerisinde. Herkes gitmenin peşinde ama aslında her yer aynı. Gidilecek bir yer var ama orası neresi belli değil. Ütopyanın da ütopyası yani…

»Herkesin mutsuz olması demek bu. Türkiye’de gündemin yoğunluğu,gelecek kaygısı ve uygulanan baskılar var. Bir de bu taraftan bakabilir miyiz?

Ben en büyük baskıyı insanın kendisi, kendine yapıyor. “Gitmek lazım, gitmek lazım” sürekli bunu söylüyor bunu duyuyoruz. Dünya gittikçe kalabalıklaşıyor, insan sayısı inanılmaz arttı. Lütfen artık kimse dünyaya gelmesin gibi bir şey söyleyebilir miyiz? Böyle bir şey mümkün mü? Kalabalığın yani insanın çok olduğu her yerde mutlaka sorunlar olacaktır. Bunu çözmek için hepimizin bir şeyler yapması gerekiyor. Sürekli eleştirdiğiniz ve beğenmediğiniz bir şeye, uzaktan bakıp değişim için bir çaba sarf ettiğiniz zaman bir de bakıyorsunuz ki sorun halledilemeyecek bir şey değilmiş. Her şey değişebilir. Benim için önemli olan bu çaba, efor… Her şeyden yabancılaşıyoruz. Peki o zaman hep beraber nereye gideceğiz? Dünya bu işte... Dünyanın her yerinde trafik var ve yaşam her yerde çok zor.

»Metropolden kaçıp yine metropole sığınmaktan bahsediyorsun. Daha sakin yerler de gidilemez mi?

Ben metropol çocuğuyum. İnsanın var olduğu yerlerden besleniyorum. Benim için bu böyle ama şunu söyleyebilirim ki, bu “sevme” meselesi benim için de kolay olmadı. Kendimle yüzleşmem gerekti.

»Ne zamanoldu bu?

İki buçuk sene önce yüzleştim kendimle. Ben bütün hayatım boyunca çok kilolu biriydim ve kilo verdim. İstanbul’u çok seviyorum noktasına bir anda gelmedim. Ben de aynı virüse sahiptim. Bu kesinlikle bir virüs çünkü… Yaşadığı şehri sevmemekle kendini sevmemek arasında bir bağ var. Ben iki buçuk yıl önce kendimi sevmeye başladım. Neye ihtiyacım olduğunu gördüm.

»Filmin reklamı ‘İlk Türk Punk filmi’ diye yapıldı. Başka örnekleri yok mu?

Punk kelime olarak cümle içerisinde bile geçmedi filmlerde ama punk görünümlü yapılmış filmler var. Bir Kemal Sunal filmi var mesela, rockçı bir müzisyeni canlandırıyor. Punk ile alakası olmasa da tek örnek o. 80’ler sonu 90’ların başında da Kadir İnanır’ın bir iki filmi var ama tam olarak bir punk filmi diyemeyiz onlara. Benim bildiğim tek örnek bu.