Kızılötesi ve termal kameralarla donatılan tekerlekli küçük robotlar, bir tüp aracılığıyla göçük alanından hava emiyor. Emilen havada, karbondioksit ve insana özgü proteinler olup olmadığına dair tahliller yapılıyor. Bu şekilde enkaz altında kalan insanların yerleri tespit edilebiliyor. Arama kurtarma ekipleri de hoparlör ve mikrofonların yardımıyla göçük altındaki mağdurlarla iletişim kurabiliyor. Diğer taraftan dronlar, yardım görevlilerine yıkıntıların altındaki alanının üç boyutlu görüntülerini sağlıyor.
Kaiserslautern-Landau Rheinland-Pfalz Teknik Üniversitesi'nin Bilişim ve Robot Sistemleri Bölüm Başkanı olan Karsten Berns, CURSOR projesinin amacını şöyle özetliyor: "Deprem sonrası artçı sarsıntılar devam ettiği sürece, hayatta kalanları arama çalışmaları oldukça tehlikeli bir hal alabiliyor. Bunun gibi otonom sistemlerle hayatî tehlike riskini önlemeyi amaçlıyoruz."
Berns, robotlarla deprem kurtarma çalışmaları konusunda uzman bir isim. Ekibiyle birlikte 2016 yılında CURSOR benzeri bir başka AB projesinin parçasıydı. Berns'in ICARUS adı verilen söz konusu proje kapsamında üzerinde çalıştığı robotlar da yardım ekiplerinin çalışmalarını kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Bunlar arasında kızılötesi sensörlere sahip küçük paletli araçların yanı sıra ekskavatöre (kazaratara) benzeyen büyük robotlar da vardı. Ağır molozları veya yıkılan bina parçalarını kaldırıp atabilen bu robotlar, yaklaşık bir kilometre uzaktan kumanda edilebiliyor. Bu sırada bir kamera yardımıyla robotun tespit ettiği görüntüler, kontrol merkezine iletiliyor. Böylece kurtarma ekiplerinin hayatı da tehlikeye atılmıyor.
Yıkılan binalara girebilen bazı robotlar, gaz sensörleriyle donatılmış durumda. Sadece çökme ve yıkılma nedeniyle değil, aynı zamanda deprem sonrası hasar gören borular nedeniyle de gaz patlaması riski oldukça yüksek olabiliyor. Robotlar, ortamda gaz ölçümü yapıp patlama riski olup olmadığını hesaplayabiliyor.
Hem Berns'in robotları hem de CURSOR projesinin son teknoloji ürünü yeni araçları, şu an için sadece deprem simülasyonlarında kullanılan prototip aşamasında. Bu makinelerin hiçbiri Türkiye ve Suriye'deki deprem bölgesinde kullanılmıyor. Ar-Ge faaliyetlerin başarıyla tamamlanıp seri üretime geçilmesi için bir süre daha beklemek zorundayız.
Teknik konuların yanı sıra projenin maliyet ve finansmanın da açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bu kadar pahalı makinelerin üretimini kim karşılayacak? Deprem bölgelerine nakliye masrafını kim ödeyecek? Berns, DW'ye verdiği röportajda, bu sistemler üzerinde çalışan hiçbir bilim insanının, bu tür maliyetleri tek başına karşılayabilecek durumda olmadığını söylüyor. İşte bu noktada görev, özel sanayi kuruluşlarına ve yatırımcılara düşüyor.
Kurtarma köpeklerinin en bariz avantajı, belirli bir eğitim sürecinden sonra göreve hazır olmaları. Özel eğitimli bu hayvanlar, Türkiye ve Suriye'de enkaz altında sağ kalanları bulmak için kullanılıyor. Almanya, özel acil müdahale ekipleriyle birlikte çok sayıda kurtarma köpeğini de afet bölgesine gönderdi.
Köpekler ter, hormon, kan, dışkı ve hatta insanların nefesinin kokusunu alabiliyor. Molozların altında kalan birinin kokusunu aldıklarında, havlayarak ve kalıntıları eşeleyerek tepki veriyorlar.
Hayvanların bir diğer artısı da kurtarma robotlarının çalışması ve veri iletimi için ihtiyaç duydukları elektriğe veya internete bağımlı olmamaları. Onları zinde tutmak için su ve köpek maması yeterli. Oysa robotlar ve İHA'lar için gerekli olan internet bağlantısı ve elektrik gibi altyapı unsurları, özellikle depremin ilk günlerinde mevcut olmayabiliyor.
Berns'e göre mevcut robot teknolojisi de henüz eğitimli bir köpeğin burnuyla yarışabilecek düzeyde değil: "Bugünkü şartlarda çoban köpeğinin arama kurtarma çalışmalarında daha etkili olduğunu söyleyebilirim. Elbette robotların bazı avantajları da var. Örneğin kurtarma köpeklerinin, kamera görüntülerini aktarması mümkün değil. Ayrıca bu hayvanlar, küçük bir araç kadar hassas şekilde kontrol edilemiyor."
Berns ve ekibi ICARUS projesi kapsamında, kurtarma ekiplerinin hangi binalara yönlendirileceği kararının otomatik olarak verilip verilemeyeceği üzerinde de çalıştı. Ancak saha deneyimi olan arama kurtarma uzmanları, onları bu fikirden kısa sürede vazgeçirdi: "Hemen 'Tanrı aşkına! Sakın yapmayın!' diye uyardılar bizi. Çünkü böyle bir kararı vermek, uzman bir kurtarma görevlisi için bile bazen çok zor olabiliyor. Örneğin kurtarma ekipleri geldi diye sevinen ve kurtarılmayı uman enkaz altındaki depremzedeler olabiliyor. Ama arama kurtarma uzmanları, mevcut riskler ışığında şu kararı almak mecburiyetinde kalabiliyor: Onları kurtaramayız."
Yeni bir göçük oluşma tehlikesi çok büyükse, ekip başkanları yardım edenlerin hayatını tehlikeye atmamak için mahsur kalan insanları geride bırakmaya karar vermek zorunda kalabiliyor. Bu karar, bir robota bırakılamayacak kadar hassas ve önemli.