ARINÇ: HALK SEÇİMLERDE CEVABINI VERİR BURSA (A.A)

-ARINÇ: HALK SEÇİMLERDE CEVABINI VERİR BURSA (A.A) - 02.06.2011 - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yüzde 51'lik toplam oy oranıyla koalisyon kuran 3 partiye halkın 2002 seçiminde ''cevabını verdiğini'' ifade ederek, ''Halk seçimlerde cevabını verir, bu cevabını AK Parti'ye karşı da verir. Yüzde 47 oy verdiği bir partinin yanlış yaptığını görürse, sözlerinde durmadığını bilirse, itibar kaybettiğini düşünürse yüzde 7'ye düşürür hiç gözünün yaşına bakmaz'' dedi. Arınç, Bursa Diyarbakır Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin Holiday Inn Otel'de verdiği, Bursa'daki diğer hemşehri derneklerinin de katıldığı kahvaltıda Doğu ve Güneydoğulu iş adamlarıyla bir araya geldi. Siyasette, ''yönetimde istikrar'' ve ''temsilde adalet'' olgularının çok önemli olduğunu dile getiren Arınç, istikrarın bir partinin 400 milletvekili kazanıp tek başına iktidara gelmesi olarak algılanmaması gerektiğini belirterek, ''İstikrar; bir hukuk devletinin, siyasi yönetimin saat gibi çalışması, kurum ve kuruluşların görevlerini iyi yapması, yönetimin kararları cesaretle alması ve uygulaması, parlamentonun iyi çalışması anlamına geliyor'' dedi. -KOALİSYON HÜKÜMETLERİ DÖNEMİ- Arınç, Türkiye'nin AK Parti öncesindeki son 30 yılın tamamında koalisyonlarla yönetildiğini, bunların bazen 2, bazen 3 bazen 4 partiden oluştuğunu, bazen de dışarıdan destekle hükümetler kurulduğunu dile getirerek şöyle devam etti: ''Mesela 'ANASOL-D' dediğim zaman neyi kastettiğimi anımsayan var mı içinizde? 28 Şubat sürecinde ANASOL-D diye bir şey çıktı. Demek ki Anavatan Partisi var içinde, Demokratik Sol Parti var içinde bir de bir şemsiye partisi vardı o zaman Hüsamettin Cimdoruk'un 27 kişiyle kurmuştu ve sonrasında seçimde binde 5 oy aldı ve kapandı. Şimdi Anavatan, Demokratik Sol var ve dışarıdan D'si var, destekli. Ondan sonra 'Ana-Sol-Mee' çıkmaz mı... O da kuruldu. O koalisyonlarda bakanlıklar taksim edilir, ülkenin ciddi meselelerine yani üzerine kuvvetle parmak basılacak, masaya yatırılacak, neşter vurulacak, çözümü için gayret gösterilecek meselelere dokunulmaz, günübirlik politikalarla ancak koalisyonların devamı sağlanırdı.''  1999 ile 2002 arasında DSP, ANAP ve MHP'nin koalisyon hükümeti kurduğunu, 1999'daki seçimlerde DSP'nin yüzde 22 oy oranı ile birinci parti olduğunu, ANAP'ın yüzde 15,5, MHP'nin yüzde 18,5 oy aldığını anımsatan Arınç, şunları söyledi: ''3 partinin yüzde 51'lik oy oranıyla koalisyon hükümeti kurdular. 2002'deki seçimlerde DSP'nin oyu yüzde 22'den yüzde 1,5'a, Anavatan Partisi'nin oyu yüzde 15,5'ten yüzde 5,5'e, MHP'nin de yüzde 18,5'den yüzde 8,5'e düştü. Nedir bunun sebepleri? Bir; ekonomik krizler, 2001 ve 2002 krizleri. İki; hükümetin ortada olmayışı, bakanlar kurulu toplanamıyor. Başbakan nerede? Hastanede mi, evinde mi yoksa başbakanlıkta mı belli değil. Başbakan yardımcıları nerede, hangi işin başındalar, belli değil. Sayın Cumhurbaşkanı hükümetle ilişkilerinde ne yapıyor? Belli değil. Belli olan bir tek yer var; şöyle küçük bir Anayasa kitapçığını fırlatınca ondan sonra büyük bir ekonomik kriz patlıyor, bir gecede cebimizdeki paranın tamamı gidiyor. Akşam 100 lirayla yatıyoruz, sabah cebimizde 50 lirayla kalkıyoruz. Bunun sonucunda partiler, hükümetler, koalisyonlar fevkalade yıprandı ve halk önüne gelen ilk seçimde cevabını verdi.'' -''BALANS AYARI SANDIKTA YAPILIR''- Bir zamanların güçlü bir generalinin, tankları Sincan'da yürüttüğü zaman ''Demokrasiye balans ayarı yaptık'' dediğini ifade eden Arınç, ''Ben de 2002 seçimlerinden sonra o zaman Manisa'daydım, sonuçlar açıklandı, 'millet balans ayarını sandıkta yaptı' dedim. Demokrasilerde balans ayarı sandıkta yapılır. Bu ülkede 'demokrasi var' diyorsak, millet iradesine bağlı olacağız. Millet 'AK Parti' diyorsa, başımızın gözümüzün üstünde... AK Parti demiyor, başka bir parti, partiler veya koalisyon diyorsa, millete kızma hakkımız yok. O yüzden seçime göğsümüzü gere gere gidiyoruz'' dedi. Arınç, AK Parti olarak bu seçimlerde 3'üncü dönem iktidarı talep ettiklerini, 2002 ve 2007 seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlerde de aynı başarıyı göstereceklerine inandıklarını dile getirerek, şöyle devam etti: ''Başka partilerden de esasen 'hayır sen gideceksin, ben geleceğim' diyen yok. Zaman zaman seslerini yükseltenler oluyor ama bütün partilerin tabanlarında anket yapıldı. Parti tabanlarının yüzde 80'i 'siz bir defa geleceksiniz' diyor. Ama iki konuda ihtilaf ediyorlar. 'Geleceğiniz kesin ama 340-350 ile mi geleceksiniz', 'yoksa 367'nin üzeriyle mi geleceksiniz, onu henüz keşfedemedik' diyorlar. Bize göre ,ikisine de razıyız. Ama Allah ne kısmet ederse onu göreceğiz. Birincisine onlar da razı ama ikincisinden onlar da korkuyorlar. Hiç korkmalarına gerek yok. Eğer bu yeni Anayasa ile ilgili bir konuysa, 367 değil 467 oyla bile parlamentoda kabul edilse yeni anayasamız, biz referanduma gideceğiz. Parlamentoda kabul edilse bile biz mutlaka referanduma gideceğiz. Parlamentoda milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen bir anayasayı değil, milletin oyuyla kabul edilen sonunda bir anayasayı tercih ediyoruz.'' Arınç, 12 Eylül'deki anayasa referandumu ile darbe ve darbecileri koruyan hükümlerin Anayasa'dan çıkarıldığını hatırlatarak, ''Savcılar, darbe yapana 'Gel bakalım sen bu haltı niye işledin? Sen bunu neden yaptın? Milletin seçilmiş hükümetine karşı, onların bütün haklarını ortadan kaldıracak, anayasal düzeni ortadan kaldıracak bu darbeyi niye yaptın?' diye soruyor. Bu muhteşem bir gelişme. Ama bunu biz sağladık'' dedi. Arınç, ''Bugün Anayasa'nın Geçici 15. maddesi yok artık. Onun için savcılar yaşı ne olursa olsun darbenin güçlü generallerine 'Gel bakalım, sen bu işi neden yaptın' diyebiliyor. 7-10 sene evvel bunu biri söylese, 'Geç kardeşim, gece senin üstün açıktı, herhalde kötü rüya görmüşsün ' derlerdi. Bak şimdi bir tanesinin ömrü vefa etmedi, Allah taksiratını affetsin. Öbürlerinden bir tanesi GATA'ya yattı aceleyle... Bir tanesi da zaten kaybedecek bir şeyi yok, 'İsterseniz siz gelin ben size konuşayım' dedi'' ifadesini kullandı. Arınç, şöyle devam etti: ''Terör bir sonuç, sebep değil. Eğer bu sebeple mücadele edemezseniz, sonucu ortadan kaldıramazsınız. Aynen bir insan vücudundaki bir rahatsızlık gibi. Bir çıban çıktığını düşünün. Bu hastalık belirtileri ortaya çıktığında doktora gidersiniz. Tahliller yapılır, sonunda derler ki; 'sizin rahatsızlığınıza yol açan sebepler şunlar. Bunu yok etmeniz lazım'. Aynen böyle bir hastalık, bir sonuç olarak teröre baktığınızda buna yol açan en az 10 tane sebep bulabilirsiniz.''  -''ALAY MI EDİYORSUN, TERBİYESİZ ADAM?''- Arınç, 1980 öncesinde Şerafettin Elçi'nin, Bayındırlık ve İskan Bakanı olduğu dönemde, ''Ben Kürt'üm ve Türkiye'de şu kadar Kürt yaşıyor' sözünden dolayı, 1980 darbesinden sonra cezaevinde neler yaşadığını bildiğini dile getirerek, şunları söyledi: ''Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu bilirim. Diyarbakır Cezaevine sırf bu sebeplerden dolayı girenlere işkenceler yapıldığını duyarım, gözümle görmedim ama bilirim. 'Kürt yoktur kardeşim, nereden çıktı bu, beyler. Eskiden dağlarda kar oluyordu. Karın üstünde postalla gezince 'kart-kurt' diye ses çıkardı. Kürt kelimesi oradan kalma...' Ulan alay mı ediyorsun, terbiyesiz adam? Ama buna da inandılar. Buna inanma konusunda baskı yaptılar. Resmi ideoloji böyleydi. 'Yok kardeşim Kürt diye bir şey yok...' Hatta tarihten örnekler göstermeye kalktılar. Yalan yanlış yazılmış kitaplar kitapçıklar bastırıldı. Ne olurdu 'ben Kürt'üm' diyen bir insana, 'tamam kardeşim dünyada insanların anneleri babaları farklı milletlerden, kabilelerden olabilir, ama seni Allah yarattı. Biz birbirimizle dost olalım. Sen kendini Kürt diye tanımlıyorsan 'başımın-gözümün' üstüne. Ben de kendimi şöyle tanımlıyorum' desek bunu, bir kardeşliğe dönüştürsek daha iyi değil mi? Ama kar olacak ve üstünde 'kart-kurt' diye sesler çıkacak. 'Kürtçe dil yok', bunu söylüyorlar neden? Tarihten gelmiş, etimoloji şöyleymiş de böyleymiş de... Kürtçe vardır desen ne olacak? Dünyada 6 bin 692 tane anadil olarak konuşulan bir dil var. Kürtçe bunlardan daha yaygın, edebiyatı, grameri, alfabesi olan bir dil. Bunu inkarla yola çıktığımız zaman tepki gösteren bir insanın nerede duracağını tahmin ediyorsunuz. Kimliklerini ifade edemeyen, kimliklerini, kültürel haklarını vermediğiniz insanlardan her şeyi bekleyebilirsiniz...'' -''HATAYI TELAFİ ETMEK HÜKÜMETLERE DEVLETE DÜŞEN BİR GÖREVDİR'' Milliyet gazetesi yazarlarından gazeteci Fikret Bila'nın terörle mücadele ile ilgili eski kolordu komutanları, generaller, siyasetçiler, bakanlar ve başbakanlarla röportajlar yaptığını ve bunu bir kitap haline getirdiğini ''Terörle mücadelede kim nerede yanlış yaptı'' diye sorduğunu hatırlatan Arınç, ''Be mübarekler! 30 kişi ile konuşmuş, 30'u da 'şuralarda hata yaptık' diyor. Bir tanesi hata yapmadık demiyor. Bu bize bir şey gösteriyor: Terörle mücadelede bu güne kadar kullanılan yöntemlerin netice vermemiş, bunu gösteriyor'' şeklinde konuştu.  Arınç, terörle mücadele konusunda hatalar yapıldığını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu hataları süratle telafi etmemiz lazım. Silahla mücadele, silaha karşı silah, daha güçlü silah, buradan 3 kişi olursa oradan 5 kişi... Hesaba dayalı mücadelenin 30 yıl sonra bile çok güçlü bir netice vermediğini düşününce biz 'Demokratik Açılım' üzerinde iki sene çalıştık. Ekonomik geri kalmışlık, alın size sebeplerden biri. Fakirlik ve yoksulluk, gençlerde özellikle yarın düşüncesi. Coğrafi şartlar, hepsini de sayabilirsiniz. Ama 10 tane sebep günün birinde dağa çıkmaya yol gösterecek bir noktaya gelmişse, burada 'bir yerlerde hata yaptık' dememiz gerekiyor. Hatayı telafi etmek hükümetlere, devlete düşen bir görevdir. hükümeti, büyük manada alıyorum ama devletin de bu konuda yapılacak olanlara bütün kurumlarıyla destek vermesi gerekir.''