"Arkadaşını ardında bırakmak"

"Arkadaşını ardında bırakmak"

Candan Yıldız*

Arkadaşımızı ardımızda bırakırken, onun eğilmeyen tavrını zihnimizde taşıyarak geleceğiz o duruşmaya.  Sözümüz var O’na:  “Ahmet çıkacak yine yazacak” diye.

Ahmet’ten söz ediyorum.  İçindeki varoluşsal tutarlılığı cesaretiyle sürdüren bir gazeteciden. Ahmet bir kahraman değil,  yalanın iktidarında gerçekleri söylemeye yeminli bir beşer.  Gücü, hakikate olan inancında, bunu ısrarla söylemesinde.

Karar açıklandıktan sonra Ahmet Şık’ın bir şey söyleyeceğini anlayan duruşma salonundaki kalabalığın alkışlarını birden kesip, kulaklarını, yüreğini ona yöneltmesinin sırrı da burada. Bir cümle;  umuda dair, yenilmediğimize dair bir sözdü beklenen.  Yoksa neden herkes birbirini “Bir dakika Ahmet konuşuyor” diye uyarsın.

Ahmet’in “Buradan çıkan karar diyor ki size diz çöktüreceğiz. Bütün zorbalar, bütün tetikçileri, bütün kurumları ve kişileriyle bu alçak ve haysiyet yoksunu organize kötülük elamanları bilsinler;  bugüne kadar anne ve babamın eline öpmek için eğildim. Bundan sonra da öyle devam edeceğim”  sözlerinden sonra yarım kalan alkışın devam etmesi, sloganların atılması o salondan cesaretle ve moralle çıkabilme arzusunun dışa vurumuydu. 

Çünkü Ahmet, “İtham ediyorum!” diyen mahkeme konuşmasında, hakkındaki iddialara yanıt vermek yerine, toplumsal karşılığı olan bir fikri dile getirdi. Kandırıldık diyenlere hiç inanmayanların düşüncelerini. Ahmet Şık, adliye koridorlarına, ya da hukuki savunmalara sığamayacak bir içerikle, kibrin, yalanın, kaba gücün tek sesli korosu ile hesaplaşma cesaretinin tercümanı oldu.

Egemenin ithamına karşı savunduğunun haklılığına olan inancın esir alamadığı zihinsel berraklığın yaydığı katmanlı mesaj, çeşitliliğe sahip dışarıdaki kalabalıkla buluşabiliyorsa eğer, orada Ahmet Şık’ın temsil ettiği değerlerin payı büyük.

5 gün boyunca terk edilmeyen duruşma salonu, terk edilmeyen adliye koridorları, terk edilmeyen meydan,  terk edilmeyen moral, terk edilmeyen dayanışma gücünü, hakikati haykırma iştahının bastırılmışlığından alıyordu.  Bunu dillendireni de seviyoruz ez cümle.

Edward Said Entelektüel kitabında der ki; “ Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır”. Memlekette bunlardan çok olduğu için, hakikatle ilişkisini aşkla kuranların estiği rüzgar tabii ki daha etkili oluyor.  Ahmet’in mesleğine olan aşkı bükülmeyen içeriğe sahip.

Ahmet’in “Tutukluluk haline devam” cümlesinin ardından yaydığı kararlı duruş iyi gelse de arkadaşını ardında bırakmanın o kocaman anlamı sarıyor insanı yine de.  Sahip çıktıklarına sahip çıkmanın inancı taşınsa da mesleki çürümeye da teşmil edilebilecek Arkadaş filmindeki o replik düşüyor aklınıza. Zira Ahmet’lerin dört duvar arasında olmasında payı olan meslektaşlar, Yılmaz Güney’in “kölesi” olduklarımızı hatırlattığı filmi hala güncel kılıyor. Ne diyordu Arkadaş filmin de “Şapkalı A’lı Azem”;

“Bu tokatın hesabını mutlaka bir gün soracağız, mutlaka!”… 

11 Eylül’deki duruşmaya iddianamede beyanları olan Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışan gazeteciler tanık olarak çağrılacak. Bir yüzleşme belki de…

Arkadaşımızı ardımızda bırakırken, onun eğilmeyen tavrını zihnimizde taşıyarak geleceğiz o duruşmaya.  Sözümüz var O’na:  “Ahmet çıkacak yine yazacak” diye.

*Bu yazı ilk kez artigercek.com'da yayımlanmıştır.