Odatv davasındaki beraat kararının ardından evine gidemeyen tek isimdi Ahmet Şık. Jandarmalar çekiştirirken haykırdı öfkesini. Şık’ın sözleri tıpkı, altı yıl önce Silivri Cezaevi çıkışında yaptığı konuşma gibi yankı yarattı. Ahmet Şık’ın arkadaşları Ertuğrul Mavioğlu, Elif Ilgaz, Timur Soykan ve Hilmi Hacaloğlu da oradaydı. "Ahmet aslında hepimizin öfkesini haykırdı" diyen arkadaşları şunları söylüyorlar:
“Ahmet, Prometheus gibi ateşi çalıyor ve bize veriyor. Çaldığı ateş şu: Hakikati görüyor ve yazıyor. Çoğumuz susarken, gördüğümüz hakikati öyle mi böyle mi yazalım derken, Ahmet çat diye söylüyor. Hakikati en açık ve en yalın şekliyle her zaman o söylüyor.”
Cumhuriyet'ten Hilal Köse'nin sorularını yanıtlayan Ahmet Şık'ın açıklamaları şöyle:
-Odatv davasının karar duruşmasını anlatır mısınız? Neler hissettiniz?
Timur Soykan: Ahmet’in öyle bir konuşma yapacağını hiç beklemiyordum. O an hem gururlanıyorsun, hem içindeki öfke kusulmuş gibi hissediyorsun. Ahmet’in öyle bir özelliği vardır ya, o konuştuğunda sana iyi gelir, yüreğini ferahlatır, mücadele azmi verir. Unutamayacağım anlardan biriydi. Herkes birbirinden gizli, bir köşeye çekilip ağladı. Elif’i bir köşede, Hilmi’yi başka bir köşede gördüm. Ertuğrul Abi son derece ketumdu. Hüzünle gururun karıştığı anlardı. Kaç gündür etkisi devam ediyor.
Ertuğrul Mavioğlu: Ahmet’in sözleri hepimizin içinde uzunca bir süredir kaynayan sözler. Ahmetşundan etkilendi: Altı yıllık perdenin kapanması söz konusu ama açık başka bir perde, bir yara var. İçindeki yanardağ zamanı geldi ve patladı. Ahmet’i yargılamanın muktedirler açısından zor olduğunu düşünüyorum. Şimdi belki çok daha zor. Ben içine ağlayanlardanım. Bakma sen Timur’un ketum dediğine...
Hilmi Hacaloğlu: Gülmek ne kadar devrimci bir eylemse, ağlamak da öyle. ‘Çocuklarımızın düşleri...’ cümlesini duyunca koptum ben. Büyük bir haksızlık var. Bu memlekette metrobüste saldırıya uğrayan kadınlara dahi arkasını dönen bir güruh var. Bu beni çıldırtıyor... Herkes beraat ederken Ahmet hukuksuzlukla içeri dönüyor. Onu tutuklayanlar dahil suçsuz olduğunu herkes biliyor ama adamı içeri atıyorlar. Amaç intikam almak.
Elif Ilgaz: Ahmet’e çok yakın yerde oturuyordum. Yonca (eşi) yanımdaydı. Ahmet bize döndü, ‘nerden nereye, 6 yıl, bakın 6 yılda ancak beraat çıktı, 6 yıl sonra onlar da içeride olacaklar’ dedi. Kalktılar, hâkim gerekçeleri açıklıyordu. Annesi içeri girdi koltuk değneğiyle, ilk başta son kez sarılmalarına izin verilmedi. Anne iteklendi, Ahmet’in gözünün döndüğü anlardan biri de oydu. Bir beraat haberi sevindirmeli değil mi? Herkes hüzünle ayrıldı. Hiç kimse sevinemedi.
-Ahmet’e ilk kumpasın kurulduğu 2011 yılından geriye ne kaldı?
Ertuğrul Mavioğlu: Ahmet’in içeride olması, Ahmet üzerinden hepimizi dövmeye yönelik bir saldırı. ‘Doğruyu söyleme, bir tweet yazarken bile saatlerce düşün... ’ Bu atmosferi, bu ibreti reddetmeliyiz. Üzerimizdeki baskının gerçekliğini fark ettiğimiz nokta, bunu reddettiğimiz nokta olmalı.
Elif Ilgaz: Ahmet mesleğimizin yüz akıdır, namusudur. Bizler Ahmet’in yanında dururken aslında bir taraftan da mesleğimizin onurunu korumaya çalışıyoruz. 2011’den beri süren mücadelede çok şey öğrendik, tecrübelendik. Göründüğümüz kadar değiliz. Zaman içinde herkesin gönüllü olduğu, profeyonel bir ekip olduk.
Timur Soykan: Bu mücadele bir basın ve ifade özgürlüğü mücadelesi. Hakikati korumak, söylemek hepimizin için elzem. Ahmet içeride olduğunda kimse dışarıda olamıyor. O kadar açık ki herkes biliyor Ahmet’in masumiyetini, iktidardakiler de biliyor ama bu zulüm devam edebiliyor. DGM’nin önündekiyle aynı his var bugün de. Aradan yıllar geçti, şimdi tek kelime: Kumpas. Yarın öbür gün yine bir kelime çıkacak. Gerçeği, gerçekten tutamıyorsun. O korku anında verdiğin mücadele senin ne olacağına ve o günleri nasıl hatırlayacağına karar veriyor. Hikâye bittiğinde, o tek kelimeyi söylediğinde, elimden geleni yaptım diyorsan, bu müthiş bir şey. İnanılmaz korku vardı, aynı bugün gibiydi yani. Korkuyorduk ama eğleniyorduk da. Saçkıran bile oluyorduk. Polisiye macera yaşıyorduk. Şu an eylemler o günkü gibi kalabalık olmayabilir ama yalnız olmadığımıza adım kadar eminim.
-O günkü ve bugünkü medyanın durumunu karşılaştırsak ne çıkar ortaya?
Ertuğrul Mavioğlu: Odatv baskını günü Ahmet’in evinin önünde sekiz canlı yayına katıldım. TV’lere konuk oldum. Mikrofonlar tümüyle haksızlığa arkalarını dönmüş değillerdi. Ahmet tutuklandığında, şimdiyle kıyaslanınca çok daha fazla insanın tutum alabildiğini gördük. Toplumsal bir çürüme var aslına bakarsanız. Kumpası kuranlar, şimdi bütün gazeteleri ve televizyonları yönetir durumdalar. Havuz medyası iyiden iyiye oturmuş, organize olmuş kötülük halini yaşıyoruz. Ahmet’in mahkeme sonrası yaptığı konuşmanın videosu, günün en önemli haberiydi ve hiçbir televizyon kanalında yoktu. Bu kadar.
Timur Soykan: Cemaat bile demeye korkarlarken Ahmet söylüyordu, herkes kuyruğunu kıstırmış kaçıyordu. O zaman Ahmet’e saldıran yandaş kalemler, bugün FETÖ’yle en çok mücadele eden kendileriymiş gibi adaletsizliğin birer kalesi olmaya devam ediyorlar.
Ertuğrul Mavioğlu: Omurgaları bel kemikleri yok. ‘Kullanışlı aptalız’ diye çıktılar anında kıvırıverdiler. Sahibinin sesi hikâyesi... Zarların hileli olduğunu herkes biliyor. Kumpası, Odatv baskınından önce Hürriyet’te çıkan bir haberle fark ettim. Radikal’de çalışıyordum. Yazı işlerine dedim ki, gözümüzün önünde komplo gerçekleşiyor. İddialarla ilgili Sabri Uzun’a telefon açtım. O haberi yayımlamadılar.
-Peki Ahmet’ten ne istiyorlar, yandaş kalemler 2011’deki gibi koro halinde?
Hilmi Hacaloğlu: Kavga, iyi ile kötünün kavgası gibi bir şey. Bu memlekette, birtakım gazeteciler, her dönem, güç ilişkisiyle iç içe, yan yana, kol kola olmayı, o çıkarların sözcüsü gibi davranmayı bir gazetecilik biçimi olarak benimsiyorlar. Bir de bunların karşısındaki gazeteciler var. Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Hrant Dink... Bu kavga hiç bitmiyor. Biz de bu kavganın bugüne yansımış haliyiz. Bu kavga hep sürecek. Bizim sorumluluklarımız var. Doğrunun, haksızlığa karşı mücadelenin yanında durmak zorundayız. Tarih yazıldığında bizim çocuklarımız değil onların çocukları utanacak. Bence bütün bu olanlar bir vicdan meselesi. Maalesef bugün memlekette bir sürü çürük vicdan sahibi gazeteci var. Görüyorlar ve kafalarını öbür tarafa çeviriyorlar.
Ertuğrul Mavioğlu: Eskiyle kıyaslandığında benim tek canımı sıkan olgu, o dönem Ahmet’in kitabı ve davasıyla ilgili kara propaganda faaliyeti yürütenlerin önemli bir kısmı şu an iktidar ortağı olarak faaliyetini sürdürüyor. Şimdi dava bitiyor, tazminat hakkınız da var deniyor. Kaybedilen maddi bir kayıpmış gibi. Esas kaybettirilmeye çalışılan şey, Türkiye’de gerçeklerin dile getirilmesi için gösterilen çaba. Gerçeklerin dile getirilmesi için biz de varımızı yoğumuz ortaya koymalıyız diye düşünüyorum. 2011’de yaşanan şeyi nasıl alt ettiysek, 2017 sürecini de aynı şekilde tarihin çöplüğüne göndereceğiz. Ahmet çıkacak mı, evet çıkacak. Yazacak mı evet yine yazacak.
Elif Ilgaz: Ahmet, Hilmi’yle yaptığı son söyleşide ‘ben kahraman değilim’ diyor üstüne basa basa. O sadece gerçekleri söyledi, belki içimizdeki en cesur olan. ‘Sizler sustuğunuz için tek benim sesim duyuluyor’ diyor. Tutuklandıktan sonra videoyu bir kez daha izledim ve suçluluk duydum. Korkmamalıyız, inatla, ısrarla cesaretle gerçekleri söylemeliyiz. Çünkü cesaret de bulaşıcıdır. Konuşmaya başlarsak çığ gibi büyür cesaret. Ahmet’in son duruşmada söylediği gibi çocuklarımızın düşlerini gerçek kılacağımız bir hayatı da ancak böyle mümkün kılarız. Haklıyız yine kazanacağız diyorum.
-Cumhuriyet iddianamesini okumuşsunuzdur, neler söylersiniz?
Ertuğrul Mavioğlu: Ahmet’in ve diğer arkadaşların bir saat bile içeride kalmamaları gerekiyor. Büyük bir haksızlık, büyük bir adaletsizlik, büyük bir çirkef var. Bu kötülülük sonsuza kadar da devam edemez. Tutuksuz yargılanmaları gerekiyor demiyorum, yargılanmamaları gerekir. Gazetecilik faaliyeti yargılanma konusu değildir. Sahtekârlıktan midem kalkmaya başladı. Ahmet’i ve diğer arkadaşları bir emirle tutuklatıyorlar, arkasından da şunu söylüyorlar: Türkiye’de yargı bağımsızdır. Bağımsız falan değil. Kimse bize yargılansınlar bakalım gibi cümleler sarfetmesin. Böyle bir şey belki adalet fikri ilk ortaya atıldığında vardı. Ondan da çok emin değilim.
Hilmi Hacaloğlu: Hukuksuzca tutuyorlar derhal bırakmaları gerekiyor hepsini.
Elif Ilgaz: Kandırıldık diyenler, yurtdışında, Ahmet’in kitabını nasıl kandırıldıklarını kanıtlamak için kullanıyorlar. İtirazlar yüksek sesle dile getirilmemiş olsaydı, Ahmet FETÖ’den de yargılanıyor olacaktı. Sabahattin Ali’ler, Aziz Nesin’ler, Rıfat Ilgaz’lar yargılanırken, belki, destekçileri yoktu. Hilmi’nin dediği gibi ben bugün Ilgaz soyadını taşıyor olmaktan gurur duyuyorum. Bu dönem, iyilerin, kötülerin, gazetecilerin ve havuz gazetecilerinin farkının ortaya çıktığı bir dönem. Turnusol kâğıdı gibi. Tümü tahliye edilmeli. Odatv davası 6 yıllık mücadelenin sonunda beraatle sonuçlandı. Peki onca yaşananlar aylarca cezaevinde yattıkları, sevdiklerinden uzak kalmaları mesleklerini yapamamaları, çektikleri sıkıntılar onları ne yapacağız? Geç gelen adalet adalet midir? Bu iddianamede böyle çürütülecek. Bu davanın hâkimleri, savcıları yarın utanç duymamaları için bu adaletsizliğe, haksızlığa ortak olmamalı, bu iddianameden tutuklu herkesi serbest bırakmalıdır.
Timur Soykan: Onunla gurur duyduğumuzu söylemek istiyorum. Bazen kendini yalnız hissediyor olabilirsin. Hiçbir zaman yalnız hissetme. Hepimiz seninleyiz. Mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz.
Hilmi Hacaloğlu: Ahmet’in reçellerini özledim ben. Çıksın ve reçel yapsın. Ahmet müthiş yemek yapıyor, müthiş yaratıcı. Ben o lezzetleri özledim. Çıksın artık kendimize dönelim istiyorum...
Elif Ilgaz: Ahmet çıkacak yine yemek yapacak! Ahmet’e ne söylesem... Özledik be Ahmet...
Ertuğrul Mavioğlu: Bir gazetecinin karşı karşıya kaldığı hakikate borcunu ödemesi gerekir. Ahmet’in tutumu ders olmalı herkese...