Arman'ın seks hakkındaki söyleşisi eleştiriliyor

Arman'ın seks hakkındaki söyleşisi eleştiriliyor
Ayşe Arman'ın Hıncal Uluç' un seks hayatıyla ilgili yaptığı söyleşi eleştirilirken, okuyucunun neden bunları öğrenmeye ihtiyaç duyduğu da sorgulanıyor.Taraf Gazatesi'nin Telesiyej köşesinde Ayşe Arman'ın söyleşisi hakkında şu yorumlar yapılıyor:''Arkadaşlar... Biz köşe yazarlarının seks hayatlarını mı merak ediyoruz?Neden edelim yavu? Kim uyduruyor bunları? Kafayı mı sıyırdık.. her şey bitti de, yaşını başını almış, 70’lik yazarların seks hayatlarını mı merak eder olduk? Yaratıcılıksızlık, tavan yapmış durumda artık. Medyadaki dekadansın dibe vurmuş halidir bu ezcümle! ''Modern, özgür, ne pahasına olursa olsun farklı olma arzusu; vülger, fütursuz ve takıntılı olmaya dönüşüyor nihayetinde.. ‘seks konuşalım seks, özgür olalım, tabuları yıkalım, kocamla şöyle sevişirim, böyle öpüşürüm, dikkatinizden kaçmasın ha, ben kocama sevgilim derim, aşkımız her dem taze, sevişgen, bir eli yağda bir eli balda pek mutlu çekirdek aileyiz, o kadar ki, bir kapıda domuzumuz eksik; en şahane yemekleri yer, en şahane içkileri içeriz, sevişiriz, gezeriz, giyiniriz, soyunuruz icabında, bir de avangardız ki sormayın gitsin, çıplanır poz veririm, kocam bir şeycikler demez, en özgür röp’leri yaparım, en kimsenin soramayacağı soruları sorarım, en kimselere verilmeyecek cevapları alırım, en çok dikkatleri ben çekerim, en çok ben beğenilirim, geçende soyundum, çok konuşuldu, şimdi de 70’inde bir duayen gazeteciyi zincire vurup, gözünü bağlayıp, seks konuştum, yaşasın yine beni konuşacaklar...’ Ne bu yavu? Yaşasın sığlık! Tam İngilizlerin satirik dergisi Pivate Eye’a şahane malzeme olacak bir durumlar silsilesi.. bu topraklardaki malzemeleri keşfetseler, hiç durmaz Türkçe de yayımlarlar. Bir Hülya Avşar, bir Ayşe Arman, bir Gülben Ergen, bir Nil Karaibrahimgil, bir Pelin Batu, aylarca sürükler dergiyi. Biz okuyor muyuz gerçekten bu röportajları? Ne kadarımız okuyor sonuna kadar? Neden böyle bir merakımız varmış gibi bir izlenim bıraktık? Aslında okurun duyguları kimin umurunda ki? Kendi birikimleri, kabiliyetleri, dünyayı ve toplumu algılama sınırları içinde karar verip, uyguluyorlar işte. Anlayacağınız sadece medyanın entelektüel sermayesinin düzlemini ve dozajını gösterir bir durum bu. Yaşasın sığlık! Fevkalade mühim sorular Hangi köşe yazarının seks hayatı merak edilir? Hangi profile sahip erkek köşe yazarının seks hayatı merak edilir? Bir köşe yazarının seks hayatını kim merak eder? Bu üç fevkalade mühim soruyu, sonuncusundan başlayarak cevaplayacak olursak şayet: Bir köşe yazarının seks hayatını, olsa olsa diğer bir köşe yazarı merak eder bana kalırsa. Aynen Hıncal Uluç’un seks hayatını, Ayşe Arman’ın merak etmesi gibi. Diğer iki sorunun cevabı ise bana göre yoktur! Çünkü okurun, kendini özellikle duayen bir kanaat önderi konumunda sunan yaşlı bir köşe yazarının seks hayatıyla ilgilendiği düşünülemez bile. Aslında okur –magazinel ortam dışında-, ne kadın ne de erkek, belirli bir ciddiyet içinde olan köşe yazarlarının özel hayatıyla neden ilgilensin ki? Bir köşe yazarı, –bu konuları kafaya takmışsa, ya da bu vesileyle bir kimlik kazanmak istiyorsa şayet-, okurunun (kamunun) ilgilendiği sınırlar ve ölçüler içinde bunları bir kültür aktarımı olarak okurunun dikkatine sunabilir. Ama –Ayşe Arman’ın Hıncal Uluç röportajında olduğu gibi- gençliğinde seks hayatına, mahallenin Fahriye ablasında mı, lüks Nermin’in evinde mi, yoksa bir sıpa üzerinde, ya da devletten izinli genelevde mi başlayıp başlamadığı konusundaki özel bilgileri bu şekilde açıklamanın işlevi pek anlaşılmıyor! Bir sosyal sorunun çözülmesinde kamuoyu oluşturmak filan gibi bir gizli bahane mi icat etmeli acaba ayaküstü? Zira sebepsiz bir şov-röp olmasına içim de elvermiyor diğer yandan. Şeffaflık, düşünce özgürlüğü, medyanın kendini sansürsüz ifade etmesi, kalitatif bir iletişim eylemi olmalıdır aslında; kalitenin, her manada estetikle de yüklü olduğunu biliyoruz. Ayşe Arman-Hıncal Uluç röportajında ise medyanın estetiğini ve etiğini gösteren mesleki bir icraat yoktu ne yazık ki. Bu olmadığı gibi, kamunun ortak birikimini ve hassasiyetini örseleyecek bir mesleki dikkatsizlik de vardı bana göre. Röportajdaki estetiksizlik, görselliğe de yansımıştı haliyle; fotoğraflar bir müsamere geçiştirmesi gibi; primitif bir kompozisyon.. manası ve mesajı fena halde popülarite kokan üzücü bir sendrom.. ne sebeple olursa olsun deliler gibi dikkat çekme buhranının bir sendromu işte...