Saadet Partisi'nin Milli Görüş çizgisi nedeniyle manevi lideri olarak nitelendirilen Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk'ün Cumhurbaşkanı Erdoğan'la ile görüşmesi parti içinde tartışmaya neden oldu.
Tartışma yaşandığı üst düzeyden gelen farklı açıklamalarda ortaya çıktı. Oğuzhan Asiltürk, muhafazakar dindar kesimin İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik hassasiyetine atıf yaparak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bu sözleşmeyi kaldırmak istediğini ifade etti. Asiltürk bu açıklamasıyla olası bir ittifaka yeşil ışık yakılabileceğinin mesajını verdi.
DEVA Partisi'nin ziyareti sonrası Ali Babacan'la ortak açıklama yapan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ise HaberTürk televizyonunda “Doğru bulmadığımız politikaların değiştirilmesi şartıyla AK Parti ittifak yapılabilir” sözlerine açıklık getirerek "Başkanlık sistemi değişmeli; iktidar zihniyet reformu yapmalı" dedi.
Saadet içindeki tartışmaları, ittifak gündeminin tabandaki karşılığını Saadet Partisi üyesi ve 31 Mart yerel seçimlerinde Saadet'ten Antalya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan Ali Aktaş'a sorduk.
Saadet Partisi'nin genç kuşağını temsil eden Ali Aktaş, Cumhur İttifakı ile ilgili son sözü "ekranlardan yansıyan beyanlar ile özel toplantılarda aleyhine konuşulan sözler onu yıldırmadığı sürece" Temel Karamollaoğlu'nun söyleyeceğini vurguladı.
Saadet Partisi'nin "cemaat mi yoksa siyasi parti mi olacak" sorunuyla karşı karşıya olduğunu belirten Ali Aktaş tabanın yüzde 80'inin Cumhur İttifakı'na sıcak bakmadığını söyledi.
Parti tabanının "İstanbul Sözleşmesi'nin iptali ile ittifaka evet diyecek kadar yüzeysel düşünen ve saf" olmadığını da belirten Aktaş, Cumhur İttifakı ile ittifakın Saadet'in tabanını tüketeceğine vurgu yaptı.
İşte Ali Aktaş'ın T24'ün sorularına verdiği cevaplar...
Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün Erdoğan’la görüşmesi sonrası AKP ve Saadet ittifakına ilişkin sesler daha yüksek çıkmaya başladı. Temel Karamollaoğlu’nun açıklamaları ise daha temkinliydi. Asıltürk’ün özgül ağırlığını düşünürsek, Saadet içinde son sözü sizce kim söyler?
Son sözü kimin söyleyeceği konusu Temel beyin son 3.5 yıldaki tutumunu sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlı olarak değişir. Görebildiğim kadarıyla gıyabında yapılan ve aslında kendisi ile tüm seçilmiş kurullara açık hakaret niteliğinde olan temaslar ve ekranlardan yansıyan beyanlar ile özel toplantılarda aleyhine konuşulan sözler onu yıldırmadığı sürece Temel bey son sözü söyleyen kişi olacaktır. Bir başka açıdan Saadet tabanı için Temel Karamollaoğlu, AK Parti’ye eklemlenmemek için tek imkandır. Ondan başka bu süreci durdurabilecek diğer güç ise Saadet tabanının güçlü karşı çıkışı olabilir. Ben Temel beyin özgül ağırlığının parti kadrolarında üzerinde daha fazla olduğunu düşünen biriyim.
Temel Karamollaoğlu Babacan’la görüşmesi sonrası yaptığı açıklamada ittifakı daha ilkesel bir birliktelik olarak tanımladı. Mevcut iktidarın zihniyet reformuna ihtiyacı olduğunu söyledi. Siz Saadet içindeki tartışmayı nasıl okuyorsunuz? Ya da bu tartışma yenilikçiler ve gelenekçiler tartışması mı?
Milli Görüş, 28 Şubat sonrası kurumsal bir yapı olarak varlığını devam ettirme sorunları yaşadı ve hâlâ da yaşıyor. İki başlılık pratik siyaset üretmeyi zorlaştırıyor. Bu durum geçmişte ifade ettiğiniz gibi yenilikçi-gelenekçi ayrımını doğurmuştu. O süreçten ders alınıp gerek yapısal reformlar gerçekleştirilemedi. Numan Kurtulmuş ve Fatih Erbakan ayrışmaları da en temelde bu sorunun ürettiği sonuçlardır. Bugün ise yenilikçi-gelenekçi tartışmasından daha temel, daha içe dönük bir meselemiz var. Saadet Partisi, bir cemaat mi yoksa bir siyasi parti mi olacak sorunu vardır. Son 3,5 yılda gerçek bir siyasi parti gibi tutum alınmıştır. Oğuzhan bey ise burada diğer taraftadır. Dolayısıyla bugünkü tartışma varlığını sürdürme ya da tarih olma çizgisinin üzerinde yapılmaktadır.
Asiltürk’ün "Tayyip beyden 3 bakanlık alacağız, Meclis'te grup kuracağız" diyerek ittifaka ikna süreci sürdürdüğünü söylediniz. Saadet tabanı bunu kabul eder mi? Ya da Yüksek İstişare Kurulu bunu kabul eder mi?
Parti tabanının yüzde 80’inin böyle bir ittifaka sıcak bakmadığı çok açık. Oğuzhan bey haricinde YİK üyelerinden bunu kabul eden başka kimsenin olacağını da sanmıyorum. Zaten partinin eski genel başkanı ve YİK Üyesi Mustafa Kamalak bu konudaki tavrını baştan ortaya koydu. Bu ittifakı önerenler Saadet Partisi'nin muhafazakar seçmen nezdinde itibar kaybettiğini söyleyerek tabanı ikna etmeye çalışıyorlar. Oysa dinin ve dindarın imajının son 19 yılda uğradığı erozyon karşısında çözüm bu erozyonun müsebbipleri ile yan yana durmak değildir. Bu nedenle birkaç koltuk ile, ülkedeki gidişatın değiştirileceği şeklinde bir vaat ile taban ikna edilmeye çalışılabilir. Ama herkes şunu görmeli ki AK Parti ile yan yana gelen o kabın şeklini alır ve iktidarla bu şartlar altında buluşmak o koltukların sahiplerini çürütür.
Siz "böylesi bir ittifak Saadet Partisi davasını yok edecek bir cinayet girişimidir” dediniz. Neden?
1990’ların başında merkez sağ ve sol yolsuzluk, çevre felaketleri, yönetilemeyen bir ülke, yaygın rüşvet ve sair sorunlar nedeniyle çökmüştü. Refah Partisi ise rüşvet almayacağını, temiz yöneteceğini, herkes için yaşanabilir bir ülke kuracağını vaat ediyordu. İnsanlar “dindarlar kamu malına el uzatmazlar ve haksızlık yapmazlar” diye oy verdiler ve Refah Partisi önce yerel yönetimlerde sonra da merkezi hükümette iktidar oldu. Bugüne geldiğimizde ise dindar insan profili devlete kendi mülkü gibi muamele eden, kendisi gibi düşünmeyeni kamu imkanlarından uzaklaştıran, ilkesiz ve hukuksuz bir insan profilidir ve güven vermemektedir. Sadece Saadet Partisi bu genellemenin dışındadır. Bunu da 19 yıldan beri muhalefette olmasına borçludur. Şimdi tutup bu profilin sahibi iktidar partisi ile ortak olmak partiyi kitleler nezdinde bu genellemenin içine katacaktır.
Kimileri bu bakışın sadece muhalif kesimler tarafından bakılarak oluşturulduğunu iddia edebilir. Oysa ben iddia ediyorum ki AK Parti seçmeni olup iktidar paylaşımında yer almayan ve ideolojik oy kullanmayan seçmen nezdinde de aynı dindar imajı vardır. Partisine kızmakta ama kendine özgü gerekçelerle söylene söylene oy vermektedir. İşte bu seçmen yarın bir iktidar değişiminde bu genellemenin propagandasını yapacaktır. Böylesi bir sosyolojik yarılmanın aleti olmanın bize bir yararı yok ki ittifak edelim.
"2010'da olaylı kongre sonrası Erbakan hoca konutunda bir gruba 'Numan buraya gelecek ve konuşacağız' derken birden ayağa kalkıp 'O, kongre kararı almadan buraya gelemez ve sen onunla görüşemezsin' diye bağıran Asiltürk, Erdoğan'ın yanında saf tutmak için Kurtulmuş ile görüştü” dediniz. Bunu açabilir misiniz biraz?
Bu olaylar 11 Temmuz 2010 kongresi ile beraber oldu ve o dönem partinin genel başkanı olan Numan Kurtulmuş partiden ayrıldı. O süreçte Fatih Erbakan dahil herkes Kurtulmuş ve birlikte hareket eden herkesi bir an evvel kapının önüne koyma aceleciliği gösterdiler. Bir iç tartışma yaşanmadığı gibi parti içi demokrasi de yoktu. O dönemde Erbakan Hoca’ya da etki ettiler ve o ayrışma gerçekleşti. “Biz babamızın maddi mirasına sahip çıkacağımız gibi siyasi mirasına sahip çıkacağız” diyenler bugün Yeniden Refah Partisini kurdular, o sürecin yönetici aktörleri ise bugün AK Parti ile ittifak görüşmesi yapıyorlar.
Oğuzhan Asiltürk İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılacağı sözünün Erdoğan tarafından verildiğini belirtirken bunun olası bir ittifak için güçlü bir gerekçe olduğunu yorumlamak mümkün. Saadet tabanı için (ki genç bir tabandan da söz ediyoruz) İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı bu kadar güçlü mü? İttifak için ikna edici bir unsur mu gerçekten?
Maalesef son yıllarda dindarlar boşanma gibi sorunların temel gerekçesinin İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun olduğu konusunda ikna ediliyorlar. Bu bir propagandanın sonucu. Oysa mesela İran’da her iki yasal metin yok ama orda da boşanma oranları aynı şekilde artıyor. Sosyolojik değişimler, ekonomik değişimler, kentleşme, üretim araçlarının kullanımı, işgücünde meydana gelen değişimler, medya ve iletişim ağlarındaki büyük gelişmeler kadını da erkeği de değiştiriyor. Dolayısıyla eski otoriter erkek modeli çöküyor. Bunun sonucu olarak da aile dağılıyor. Dindarlar yeni bir kadın ve erkek tanımlaması yapmak ve herkes hak ve özgülükleri ile ödevlerini bugünün insanına ve anlayışına hitap edecek biçimde ifade etmek yerine kolaycılığı seçiyor ve bazı yasal metinlerin kaldırılmasıyla sorunun çözüleceğini zannediyorlar. Partiye yakın gazetede sürekli bu metinler aleyhine yayın yapılması ve bazı siyasetçilerin de bu propagandayı desteklemesi ile böylesi bir kanaatin var olduğunu inkar edemem. Ama bu durum bir ittifaka evet demek için asla gerekçe değildir. Yani parti tabanı bir sözleşmenin iptali ile ittifaka evet diyecek kadar yüzeysel düşünen ve saf değildir. Bu ikna için asla yeterli değil. Ama öyle anlaşılıyor ki ittifaka evet dedirtmek için bu ve benzeri propaganda yöntemlerini kullanacaklar.
Temel Karamollaoğlu ve Oğuzhan Asiltürk arasında farklı bir görüş olursa bu partiyi böler mi?
Fiziki bir bölünme gerçekleşmez. Zaten buradan artık iki parti çıkması mümkün değildir. Böyle bir enerji birikimi görmüyorum ben. Ayrıca ayrıla ayrıla sorun çözülmeyeceği de açıktır. İçeride konuşma ve tercih etme hakkının yasal imkanlara bağlanması ve kurumsal hukuku olan bir siyasi parti haline gelinmesi gerekiyor. Bundan sonra partide gerçek bir siyasi parti olmakla tarikat gibi yönetilmek arasında bir tartışma çıkabilir. Bu tartışma sağlıklı yürütülebilirse Saadet Partisi bu krizden kurumsal kimliğini oluşturmuş ve iç sistemini de hukuki normlara bağlamış bir siyasi parti olarak çıkabilir. Şahsen benim amacım ve beklentim de bunu sağlamaktır. İşte ancak o zaman 50 yıllık bu siyasi hareket gelecekte var ve etkili olabilir.
Partinin orta ve genç kadroları bu gelişmelere nasıl bakıyor? Zira Saadet’in adalet vurgusu çok öne çıktı son yıllarda. Bütün alanlardaki adalet tartışmasını-arayışını dikkate alırsak Saadet’in olası ittifakı ittifak mı olur iltihak mı ?
Partinin genç kuşakları bizim gibi düşünüyor. Temel beyi çok seviyorlar ve ondan beklentileri son 3,5 yılda olduğu gibi alnı temiz ve sözü açık bir siyaset izlemesidir. İltihak düşüncesi hiç kimsenin aklından geçmez. Lakin ittifak olursa bu durum Saadet tabanını tüketecektir. Ve de bu durum zamanla müstakil bir parti varlığını devam ettirme imkanını yok edebilir. Genç kuşaklar bunu görmektedir. Bunun olmaması için mücadele edecekler ve kendi geleceklerini gerekirse kendileri inşa edeceklerdir. Böylesi bir kararlılık da vardır. Bu durumda geleneksel otorite kurmuş kimilerinin partideki otoritelerinin hukuken sonlandırılması noktasına kadar gidebilecektir.