'Aşk hikâyesi' mi 'yasak ilişki' mi

'Aşk hikâyesi' mi 'yasak ilişki' mi

T24 - Deniz Baykal’ın kaset skandalı, tarihi bir yumuşamaya vesile olmuş, Fethullah Gülen’in Baykal’a geçmiş olsun temennisi ve Baykal’ın teşekkürü ile erimez sanılan buzlar neredeyse çözülmüştü. Gelgelelim, kimi cemaat müntesipleri ve sempatizanları, Deniz Baykal’ın özel hayatından esirgenmemiş şefkati, Kezban Küçük ve Hanefi Avcı ilişkisine çok gördü.

Avcı’nın kitabının cemaati incitmesi bunun tek nedeni değil. Muhafazakâr kesimde “özel alan” ile ilgili korumayı, özel hayatın etrafındaki modern zırhları “takmamak” ile ilgili genel bir durum söz konusu.

Avcı’nın özel hayatıyla ilgili söz konusu durumun bir zaafa veya dinen helal görünmeyen bir eyleme tekabül ediyor olması ayrı şey; bu kadar meraklı, didikleyici ve horgörü sahibi olmak ayrı şey.

Eskilerin bir terslik, insana mahsus bir zaafa tanık olduklarında sergiledikleri edepten, arkasını dönüp gitmekten ve görmemiş gibi yapma hasletinden eser miktarda bulunmuyor artık kimsede. Magazin basınının meraklı, didikleyen, bir açık gördü mü mal bulmuş mağribi gibi atlayan, sinekten yağ çıkaran tavrının muhafazakârlarca da sahiplenilmiş olması korkutucu bir şey. Ne gariptir ki özel hayatla ilgili kusur ve zaaflara gösterilen bu tepkiler yetim hakkı yiyen, rüşvet alan, zimmetine para geçiren, ihaleye fesat karıştıranlara karşı gösterilmiyor da, bir adam bir kadına kapıldığında ve kadın o adama aldandığında gaddarca yorumlar sadır oluyor.

Püriten ve temiz bir yaşam sürünce; gelenek görenek ve din tarafından kayıt altına alınmış bir özel hayata sahip olunca, öyle olmayanların özel hayatları üzerinde bir hak iddia etme yetkisi mi doğuyor? Bu yetkiyi kim veriyor?

En son neyi hoşgörmüştünüz?

Gerçekten ihlaslı, samimi müntesipleri tenzih ediyorum. Ama cemaatin, Avcı’nın iddia ve tezlerine Kezban Küçük’ten temin edilmiş “açık” ile mukavemet etmesi, hoşgörü destanları yazmış bir harekete yakışmadı diye düşünüyorum. Cemaat neyi hoşgörüyordu hatırlamakta zorlanıyorum.

Sanırım şu gerçeği anlamamış dindarlar/ mutaassıplar var: Hayat onların arzuladıkları ölçüde ölçülü, görgü görenekle hesaplanmış, nikâhla sabitlenmiş, tamamen doğrulardan ve tamamen sevaplardan oluşan bir yer olsaydı, “imtihan” diye bir şey olmazdı. Kusursuz insanı, mükemmel bir ahlaki seviyeyi, eşref-i mahlukatı tasavvur edebilir, ona özenebilir, öyle bir düzeni kurmaya azmedebiliriz. Ama bu tasavvuru karakter suikastlarıyla, hataları ifşa ederek baskı kurmak yoluyla gerçekleştirmeye çalışmak, bu dünyaya imtihan edilmek için gönderildiğimiz gerçeğine aykırıdır ve bana kalırsa gayri İslami’dir.

Hiç sanmıyorum ama eğer ki siz bu kusurlardan ari, hatalardan münezzeh iseniz, zaten ahiretinizi kazanmışsınız demektir, o vakit nedir bu muhatabı eksiye düşürme telaşı?

“Eğer ki aynı ateşler sizin de içinizde kaynıyorsa, aşki meşki arayışlarda o duvardan bu duvara tosluyor, yine de alıkoyamıyor iseniz bünyeyi; o zaman ayıp olmuyor mu Avcı’ya ve Küçük’e yaptığınız” diye sormak isterim.

“Selvi Boylum Al Yazmalım”a ağlayıp “Cemile” ye bayılacak, yazarı Cengiz Aytmatov’a ödül üzerine ödül vereceksiniz, ama “Âşığım, evlenicem, onun için ölürüm” diyen başka bir kadına karşı “gayri meşru ilişki” kavramını gözümüze sokmaktan başka insani bir tutum sergilemeyeceksiniz, öyle mi?

Dahası, durum bir anda dünyanın en mühim, en ciddi ve en karanlık “zaafı” olacak. “Devlet adamıydı, polisiydi, memuruydu, temiz ve defosuz olmalı ki, derin devlet onları kullanamasın” şeklindeki söylemlerinizle kendi temizliğinizi işaret edip “ideal devlet adamı” prototipine aday yazdıracaksınız.

Yanılıyor olabilirim. Küçük-Avcı hikâyesi belki sahiden boş, kaka, kötü bir hikâyedir ve belki ben gereksiz duyarlılık gösteriyorumdur. Bilemem. Bildiğim şu: Bazen aşk sadece aşktır. Kezban Küçük’ün artık esamisi okunmayan, 70’li yıllarda kalmış “gülüm”lü, “ölürüm” lü hikâyesine yaraşacak denli klişe; “...Annesinden dayak yediğinde bile ‘anne’ diye ağlayan çocuktur”. Ve eğer böyleyse, bütün bunların Ergenekon ile hiçbir ilgisi yoktur.(Nihal Bengisu Karaca - Habertürk - 4 Ekim 2010)