Batman’ın Kozluk ilçesinde askerliğini yaptığı sırada er Kıvanç Ağaoğlu’nun açtığı ateş sonucu hayatını yitiren Sevag Balıkçı’nın öldürülmesine ilişkin son duruşma, 25 Şubat Perşembe günü Diyarbakır’da yapıldı. Dava, belge eksikliğinden ötürü 6 Nisan’a ertelendi. Duruşmaya katılan, Sevag Balıkçı’nın babası Garabed Balıkçı ve annesi Ani Balıkçı, hem dava sürecini değerlendirdi, hem de Ani Balıkçı’nın Ermenistan’a taşınmış olduğuna dair iddialarına yanıt verdi. Anne Ani Balıkçı ‘’Benim evim burası, toprağım burası. En başta, benim oğlum Şişli Mezarlığı’nda yatıyor, ben de onun yanında yatmak istiyorum. Beni bu topraktan kimse ayıramaz, çünkü bu topraklar bizim, hepimizin.’’ derken baba Garabed Balıkçı, davanın tiyatro sahnesi gibi olduğunu vurguladı.
Agos’tan Vartan Estukyan’ın haberine göre, Garabed Balıkçı, duruşmanın kısa sürdüğünü, belge eksikliğinden ötürü ertelendiğini söyledi. “Bazı evrakların bilirkişi tarafından yollanmaması nedeniyle mahkemeye girmemizle çıkmamız bir oldu. Mahkeme heyeti, bu evrakları altı ay önce istedi, neredeyse sekizinci aya gireceğiz, halen yok. Sürecin bu kadar yavaş işlemesine bir anlam veremiyorum” diyen Balıkçı, mahkeme heyetinin tutumunu eleştirdi: “Benim oğlum ırkçı bir kurşunla öldürüldü. Adalet diyorsunuz, adalet yok. Bazı şeyleri hâkime söyledik ama ciddiye alınmadık. Kişinin mahkemeye gelmesini talep ettik, kabul edilmedi. Olay yeri olmasa da tatbikatın yeniden yapılmasını istedik, hepsi reddedildi. Sanık mahkemeye gelmiyor. Neden? Bilemiyoruz. Son olarak, hâkim duruşmayı 6 Nisan’a erteledi. Böyle bir sürecin içindeyiz. Şu anda dava kapalı bir kutu.”
Garabed Balıkçı, davayla ilgili endişelerini ve kafasındaki soru işaretlerini şu sözlerle dile getiriyor: “Adaletin olmaması bizi tedirgin ediyor. Örneğin bazı askerlerin verdikleri ilk ifadeler kabul edilmedi. Mahkemenin uzamasının lehimize mi yoksa aleyhimize mi olduğunu bilmiyoruz. Davanın bu kadar uzamasının ardından işin içinde bir bit yeniği görmeye başlıyorum. Burada sanki bir tiyatro sahnesinin içinde, ikinci bölüme çıkmış gibiyiz. Davanın sonunda olumlu bir karar çıkmasını bekliyoruz fakat pek çıkacağa benzemiyor. Eğer öyle olursa elbette daha yüksek mahkemelere başvuracağız. Bunun peşini hiçbir zaman bırakmayacağız.”
Mahkemenin zanlı Kıvanç Ağaoğlu için verdiği kararı da değerlendiren Balıkçı, dört yıl beş ay hapis cezası verildiğini ve olayın ‘kaza’ olarak değerlendirildiğini hatırlatarak, askerlerin değiştirilen ifadelerine dikkat çekiyor: “Biz bu olayın kaza olmadığını ispatlamaya çalışıyoruz. Burada bir askerin ve ailesinin tehdit edilmesi söz konusu. Tehdit edilen asker, iki yıl bir ay hapis cezası aldı. Tehdit edenleri azmettirenler de iki yıl yedi ay ceza aldılar ama henüz onlara tebligat yapılmadı, bekliyoruz. Esas deliller bunlardır. İkinci ifadelerde, bütün askerler ilk ifadelerini değiştirmiş, birbirleriyle aynı şeyi söylemişler, sanki biri tarafından ezberletilmiş gibi. Bunlar nasıl oluyor da, papağan gibi, birbirlerinin söylediklerini tekrarlıyorlar?”
Garabed Balıkçı, yaşanan olaydan bugüne aile içinde hiçbir şeyin değişmediğini de anlatıyor kahır ve isyanla: “Hâlâ akşam kafamızı yastığa koyduğumuz zaman onu düşünüyoruz, hâlâ Sevag... Gündüz olsun, gece olsun, otobüste olsun, vapurda olsun, hep Sevag... Onunla uğraşıyorum, onunla konuşuyorum, her yerde. Mezarlığa gittiğim zaman onunla konuşurum, bu yüzden psikolojik destek gördüm. Onlardan aldığım bazı desteklerle, artık mezarlığa her hafta gitmek yerine iki haftada bir gidiyorum. Duramıyorum, gidiyorum. Sevag’sız gün geçmiyor. Oğlumu ırkçı bir kurşun aldı, toprağa koydu ve bunun adına ‘kaza’ diyorlar. Bu bir kaza değildir. Bunun bir kaza olduğunu ispatlasınlar, bazı şeyleri kabul edeceğim, fakat kaza değil. Bilirkişi istedim, ispatlanmasını talep ettim, hiçbir şey ispatlanamıyor. Zaten ortada, belli her şey.”
Ailenin baş etmeye çalıştığı en büyük sıkıntılardan biri de yalnızlık hissi. Baba Balıkçı şöyle ifade ediyor, dava boyunca hissettiklerini: “Bazı yerlere gittiğimiz zaman bazı kişiler ‘Biz arkanızdayız’ diyor ama, arkamı döndüğüm zaman, kimse yok orada. Tek başımayım. Arkamızda olan insanların birazcık yanımızda olmalarını, evimizin kapı ziline basmalarını istiyorum. Yalnız bırakıldık. Öte yandan, evet, bazı yerlerde de yalnız değiliz, bazı arkadaşlarımız Diyarbakır’a kadar gelip destek oldular. En başta Nor Zartonk’a minnettarım. Garo Paylan olsun, Jaklin Çelik olsun, ismini şu an hatırlayamadığım herkese teşekkür ediyorum.”
Balıkçı, bazı siyasi partilerden de destek istediklerini belirtiyor: “Bize ‘Biz bunun takipçisiyiz’ dediler, aradan kaç zaman geçti, kimse takip etmedi. Hepsi kulak arkası ediliyor, hele şu zamanda...”
Sevag Balıkçı’nın annesi Ani Balıkçı ise, ulusal bir gazetede hakkında çıkan, Ermenistan’a göç ettiğine dair iddiaları şiddetle yalanlıyor: “Balıkçı ailesi Yerevan’a taşındı’ diye bir iddia atılmış ortaya. Hayır, biz buradayız, hiçbir yere gitmedik. Yerimiz burada, oğlumuz burada. Gezmeye gidiyoruz, evet. Yalnız Yerevan’a değil, başka yerlerdeki akrabalarımızı da ziyarete gidiyoruz. Gezme özgürlüğümüz kısıtlanmadı diye düşünüyorum. Buradayız.”
Garabed Balıkçı ekliyor: “Biz hiçbir zaman burayı terk etme düşüncesine sahip değiliz. Çünkü benim evim burası, toprağım burası. En başta, benim oğlum Şişli Mezarlığı’nda yatıyor, ben de onun yanında yatmak istiyorum. Beni bu topraktan kimse ayıramaz, çünkü bu topraklar bizim, hepimizin. Bir tek benim değil, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkesin. Bu iddialar nasıl ortaya atılıyor, bilmiyorum. Gelsinler bize sorsunlar, yerimiz belli, yurdumuz belli. Niçin terk edeyim Türkiye’yi?”
Balıkçı ailesi cinayet sonrasında kendini siyasi bir konumda buldu. Ani Balıkçı bu süreci şöyle anlatıyor: “Bizim hiçbir zaman siyasi düşüncemiz yoktu. Apolitik bir aileydik. Sevag da zaten bunları hiç bilmezdi. Tek üzüntüm ne biliyor musunuz? 37 yıl öğretmenlik yaptığım zaman, 23 Nisan’da çocuklara böğürte böğürte söylettiğim şiirler... 24 Nisan’ı da tatil bilirdik biz öğretmenler. Bazen günler kayardı, 23 Nisan’ı 24 Nisan’da kutlardık. Şimdi ona pişmanım. Aynı tarihte oğlumu katlettiler çünkü.”
Balıkçı, sözlerini şu ifadelerle sonlandırıyor: “Hiçbir zaman ayrımcılık yapmadık. Sevag da bilmezdi, soykırım nedir, dedesine ne olmuş, yayasına ne olmuş... Bunları ben de bilmezdim. Onun için Sevag’a da anlatmış değildim, bilmediğim şeyin nesini anlatacaktım? Bu yüzden ‘O gün 24 Nisan’dı, Sevag kalkıp bu çocuğu kızdıracak bir şey söyledi, çocuk da çekti vurdu’ gibi bir şey söz konusu olamaz. Asla... Sevag’ın bir tek derdi vardı; askerliğini bir an evvel bitirip dönecek, sevgilisiyle evlenecek, babasıyla işini yapacak... Biz burada büyüdük, oğlumuzu da askere, oraya gidince adam olacak diye gönderdik ama sapasağlam yolladığım çocuğu bana tahta kutu içinde geri gönderdiler. Bunun bedeli ödenmeli diyoruz, ama cezayla. Bundan sonra benzer şeyler yaşanmasın diye uğraşıyoruz. Artık Ermeni çocuklar askere gitmekten korkuyor. Hele bir de 24 Nisan’a rastlarsa, daha da korkuyor. Neden 25, 22 veya 28 Nisan değil de 24 Nisan’da vurdular Sevag’ı? Bu kadar mı tesadüftü? De ki o tarih tesadüf, e şahitler ortada...”
Ani Balıkçı da, eşi gibi, davayı son noktasına kadar götürme konusundaki kararlılığını vurguluyor: “Davada istediğimiz sonucu elde edemezsek büyük mahkemelere başvuracağız. Bunu mahkemede de söyledim, bu ülkede yerini bulmayan adaleti başka bir ülkede ararsam ben utanırım. Ama böyle yapılması gerekiyorsa, yapacağız. Genelkurmay Başkanlığı’ndan haberi vermek için yetkililer geldiğinde ‘Bayrağa sarabilir miyiz?’ diye sordular. Bizim başka bir ülkede yaşamadığımızı, görev başında öldüğü için elbette sarılabileceğini söyledim. ‘Eğer mahkeme istediğimiz neticeyi vermezse, o bayrağı size iade edeceğim’ dedim. Bayrak bizim için kutsaldı, ama siz bayrağa saygı duymadınız. Benim duyduğum saygı sizde yok.”
Ani Balıkçı, Sevag’ın ölümünden sonra kendi geçmişini araştırmaya koyulmuş. O araştırma da, hayatını karartan 24 Nisan tarihine gelip dayanıyor: “Soyumu araştırmaya başlayınca bir kılıç artığı olduğumu öğrendim. Daha önce bunu bilmiyordum. Dedemin hayatı bir facia, yayamın hayatı başka bir facia. Anne tarafım Ankaralı, onların hikâyesi daha da facia. Beni bunlara siz yönlendirdiniz. 55 yaşımda soyumu araştırmaya başladım Sevag’la. Herkes beni tanıyor artık. Her 24 Nisan’da buralarda Sevag’ın fotoğrafıyla yürüyüşler yapılıyor. Sevag bir insanken siz onu 1000 yaptınız. Vatanı sevmek bu mu? Buysa buyursunlar, bütün Ermenileri öldürsünler. Sevag Yerevan’da da tanınıyor, Fransa’da da tanınıyor, İtalya’da da tanınıyor. Halbuki Sevag hiç kimse değildi. Sıradan, sanatla uğraşan bir adamdı. Ne istediniz ondan? O gün 24 Nisan’da bize gözdağı vermek için biri katledilecekti, Sevag oldu.”