Fatih Alpogan İstanbul’daki "askeri Casusluk davası"nın şüphelisi olduğunda henüz 20 yaşında, Deniz Harp Okulu 3’üncü sınıf öğrencisiydi. Türk donanmasında savaş gemilerinde komutanlık yapmak, iyi bir deniz subayı olmak istiyordu. 4 yıl 5 ay ceza aldı. Şimdilerde tatil beldelerinde yat kaptanı. İstanbul askeri casusluk davasında hakkında yakalama kararı kalkmayan tek sanık Alpogan “TSK’ya kızgınım hem de kırgınım" diye konuştu.
Hürriyet'ten Toygun Atilla'nın haberine göre, polis tarafından aranan Alpogan’ın yaşadıkları şöyle:
Fatih Alpogan’ın hayatı 28 Nisan 2010’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gelen bir ihbar e-maili ile değişti. Vika, Gül ve Dilara adlı kadınların liderliğindeki bir fuhuş çetesinin yurtdışından kadın getirdikleri ve zorla fuhuş yaptırdıkları iddia ediliyordu. Gelen ihbar maili derhal işleme alındı. İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, bu kadınlarla irtibatlı olduğunu düşündüğü telefonları mahkeme kararı ile dinledi.
Polisin yaptığı çalışma sonucu, fuhuş çetesi ile irtibatlı olduğu öne sürülen kişilerden biri de Fatih Alpogan’dı. Hatta polisin iddiasına göre, Alpogan’ın Vika ile telefon görüşmesi ve mesajlaşması bile vardı. İstanbul polisi, TSK mensubu kişilerin de fuhuş çetesi ile işbirliği içinde olduğu iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan arama ve gözaltı izni istedi. 3 Ağustos 2010’da eş zamanlı baskınlar düzenlendi. Polisin gittiği adreslerden biri Hasanpaşa’da, diğeri ise Kurtköy’deydi. Hasanpaşa’daki evin çetenin lideri olduğu iddia edilen Albay İbrahim Sezer’e ait olduğu öne sürülüyordu. Kurtköy’deki ev ise Fatih Alpogan’ın kendisi gibi Deniz Harp Okulu öğrencisi olan 2 arkadaşı ile birlikte hafta sonları kullandıkları evdi. Hasanpaşa’daki evde siyah bir bond çantanın içinde bir takım dijital verilerin dışında bir de telefon defteri çıktı.
‘Lideri Albaymış’
Telefon defterinin son sayfasında Fatih Alpogan’ın Kurtköy’deki ev adresi ve telefon numarası kayıtlıydı. Aynı anda Alpogan’ın evinde yapılan aramada da, Harp Okulu öğrencileri, subay, astsubay vb kişilerin özel hayatına ilişkin el yazısı ile yazılmış bilgiler bulundu. İbrahim Sezer’e ait olduğu ileri sürülen telefon fihristindeki Fatih Alpogan’ın ev adresi ve telefon numarası kaydı, yazılan iddianamede en önemli deliller arasında yer aldı. İddianameye göre, Deniz Harp Okulu öğrencisi Alpogan, Albay İbrahim Sezer’in kontrolünde örgüt içinde faaliyet yürütüyordu.
Tüm bunlar olurken, Fatih Alpogan Deniz Harp Okulu’nun eğitim seyirleri kapsamında İspanya’nın Barcelona şehrindeydi. Donanma Komutanlığı’na ait Cezayirli Gazi Hasan Paşa gemisi ile bir süredir Akdeniz’deki ülkelerde seyir yapıyorlardı. Gemi komutanı, komutan yardımcıları ile birlikte Fatih Alpogan’a, İstanbul’da yaşanan gelişmeleri anlattı. Komutan ve beraberindekilerin şüpheli soruları ve bakışları ile karşı karşıya kaldı.
İstanbul’a döndüğünde suçlamaları öğrendi. İlk işi Deniz Harp Okulu’ndan ayrılmak oldu. 1 Eylül 2010’da istifasını verdi. 7 yıllık eğitim hayatına noktayı koydu. 28 Ekim 2010’da ise avukatı Şule İyem ile birlikte ifade vermek üzere savcının karşısındaydı. Hakkındaki suçlamalara cevap verdi, tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı. İddianame çıktığında şok yaşadı. 56 sanıklı davanın sanıklarından biriydi. Albay İbrahim Sezer’e bağlı olarak çalıştığı, örgüt üyesi olduğu, kişisel verileri izinsiz topladığı ve kaydettiği ileri sürülüyordu. Kendi ifadesine göre 56 kişilik sanık listesinde tanıdığı sadece 2 kişi vardı. Bunlar da, bir üst sınıfında olan Deniz Teğmen Selin Topal ile Harp Okulu’ndaki tabur komutanlarından Yüzbaşı Emre Sezenler’di.
Örgüt lideri olduğu öne sürülen ve kendisine bağlı çalıştığı belirtilen Albay İbrahim Sezer’in adını ise ilk defa dava sırasında duyduğunu söyledi. Fatih Alpogan, Vika adlı kadınla yaptığı iddia edilen telefon görüşmelerini ve mesajlaşmaları kabul etmedi. Mahkemeden tek bir şey talep etti: “Telefon görüşmesindeki ses ile benim sesim analiz edilsin.” Alpogan, ısrarla bu telefon görüşmesini kendisinin yapmadığını söyledi. Ancak, mahkeme ses analizi yapmaya gerek görmedi.
Evinde bulunan el yazısı fişlemelerin de kendisi tarafından oluşturulmadığını ve bunları yazmadığını söyledi. Mahkeme bu sefer el yazılarını karşılaştırdı. Adli Tıp Kurumu’nca yapılan inceleme sonunda, bu yazıların Alpogan’a ait olmadığı ortaya çıktı. İbrahim Sezer’e ait olduğu ileri sürülen telefon fihristindeki el yazıları da, inceleme sonunda İbrahim Sezer’e ait çıkmadı. Ancak, yargılama sonunda Alpogan 4 yıl 5 ay ceza aldı. Yargıtay’ın da bu cezayı onamasından sonra geriye tek bir çıkış kalmıştı: Anayasa Mahkemesi (AYM).
AYM geçtiğimiz günlerde İstanbul Askeri Casusluk Mahkemesi ile ilgili kararını verdi. Yargılamada sanıklar için ‘hak ihlali’ söz konusuydu. Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi de bu karar üzerine ‘yeniden yargılama ve infaz durdurma kararı’ aldı. Ancak bu kararlarda tek bir kişinin ismi yoktu: Fatih Alpogan’ın... Yargılama esnasında yurtdışında olduğu ve Adli Tıp raporu gelmediği için ana dosyadan ismi ayrılmış ve kendisi hakkında 1 ay sonra mahkumiyet kararı verilmişti. AYM de evrak eksikliğinden dolayı başvurusuna bakmamıştı. Hakkındaki yakalama kararı devam ediyordu. Alpogan’ın 5 yıl içinde hayatında bir çok şey değişmişti. Geleceğimi çaldılar diye söze başladı ve anlattı: “Bir muhribi, savaş gemisini yönetmeyi hayal ederdim. Hayalim için sayılı günler vardı. Harp Okulu’nda son yılıma başlayacağım dönemde başıma gelenlerden sonra istifa etmek zorunda kaldım.”
Harp Okulu’ndan istifa eden Alpogan’ın ilk işi Denizcilik Müsteşarlığı’nın açtığı sınavlara girmek oldu. Burada uzak yol kaptanlığı ehliyetini aldı. Bir süre konteynerlerde, kimyasal tankerlerde çalıştı. Ancak yargılandığı davalarda hüküm giyince işini bırakmak zorunda kaldı. Yazları sahil şehirlerinde turist taşıyan teknelerde yat kaptanlığı yaptı. Çalışmak zorundaydı. Annesi ev hanımı, babası ise nüfus memuruydu. Harp Okulu’ndan ayrıldığı için de devlete tazminat olarak 60 bin lira ödemesi gerekiyordu. İşte bu şartlar altında Alpogan ile Beşiktaş’ta bir cafede buluştuk. Polis tarafından aranıyordu. Herhangi bir kimlik sorma işlemi ile karşı karşıya kalsak, tutuklanıp cezaevine gönderilmesi işten bile değildi.
Alpogan, Deniz Harp Okulu’ndan ayrıldıktan sonra sakal bırakmış. Bir de kulağında küpesi dikkat çekiyor. Sözü küpe taktığına getirince, ‘Vücudumda bulunan herşeyin bir anlamı var’ diyerek, sırtında bulunan dövmesinden sözü açıyor. Sırtında oldukça büyük bir dövmesi var. O dövme ise kendisine Deniz Harp Okulu’ndaki öğrencilik yıllarından hatıra... Şöyle ki; sınıfça eğitim seminerlerine çıktıkları zaman tişörtlerine bastırdıkları armanın resmi şu anda sırtında bulunuyor. Neden sırtında ve bu kadar büyük diye soruyorum. Hemen cevap veriyor: “Biz sırtımızdan vurulduk. Bu dokümanları evlerimize yerleştirenler, bize sahip çıkmayanlar sadece dışarda değildi. İçimizdeydi. Onları hayatım boyunca unutmamak için bu dövmeyi sırtıma yaptırdım.”
‘20 yaşında sahipsiz yapayalnız kaldım’
Alpogan’ın en büyük kırgınlığı ise TSK’ya. Bunu şu sözlerle ifade ediyor: “Kırgınım, kızgınım. Karşı karşıya kaldığımız ahlak dışı iddialara inandılar. Ben 20 yaşında bir öğrenciydim. Kimse bana yol göstermedi. Kimse bana güvenmedi. Sahipsiz, yapayalnız kaldım. Sonrasında muvazzaflar alındığında da benzer durumlar ortaya çıktı. Bir süre sonra komplolar anlaşıldı ama iş işten geçmişti. Şimdilerde düşünüyorum. Benim gibi henüz öğrenci olan bir subay adayının başına neden bunlar geldi diye. Ben, Atatürk’ü kendisine örnek almış bir subay adayıydım. Okulda fikirlerimi açıklamaktan, düşündüklerimi söylemekten geri durmazdım. Sanırım bundan birileri rahatsız oldu. Onlar için ilerde potansiyel tehlikeydim. Bir sürü kötü şey yaşadım. Geleceğim çalındı. Ancak yine de üzülmüyorum. Çünkü ben doğru yerdeydim.”