Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, Reyhanlı'yı yazdı. "Askerin bir insan olduğunu, çocuk, sevgili, baba, arkadaş olduğunu unutanlar... Onu savaşmak için ve gerekirse cephede ölmek için doğmuş sananlar... " diyen Söğüt, "Her an tepenize bir roket inecekmiş gibi yaşamıyorsanız... Bunun tek sebebi... Reyhanlı’nın İskenderun limanına 80 km, Cilvegözü sınırına 8 km, Halep’e 55 km, İstanbul’aysa 1200 km uzaklıkta olmasıdır" ifadesini kullandı.
Söğüt'ün "Savaş sizden en kadar uzak" başlığıyla yayımlanan (2 Şubat 2018) yazısı şöyle:
Şimdiki adı Reyhanlı, eskiden İrtah’tı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Fransızların eline geçti. 1938’de de Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katıldı. Küçük bir araştırma yaparsanız kaynaklar Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Cemil Meriç’in burada doğduğunu... Ünlü şarkıcı Gökhan Güney’in Reyhanlılı olduğunu; Ve ünlü aktris Hülya Avşar’ın Reyhanlı’da bir süre evli kaldığını yazar. Doğusunda ve güneyinde Suriye, batısında Hatay. Devlet Planlama Teşkilatı’na göre Türkiye’nin en zengin ilçesi. Pamuk ve buğday tarlaları var. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılıyor. Çırçır ve pres fabrikaları ile iplik, un ve hidrofil pamuk fabrikalarına sahip. Ama zenginliğin en büyük kaynağı Cilvegözü Sınır Kapısı. Avrupa’dan Ortadoğu’ya bu kapıdan geçiliyor. Dünya Ortadoğu’yla bu kapının kıyısında savaşıyor. İşte bu kasabaya her gün roket atılıyor. O roketlerin isabet ettiği yerde her gün birileri ölüyor. Haberler rakamlardan ve milliyetlerden bazen de isimlerden ibaret... Reyhanlı’ya 28, Hassa kırsalına 2 roket, Kırıkhan’a 1 havan mermisi. 2’si Suriyeli 5 ölü... Aralarında çocukların da yer aldığı 73 yaralı. Ölenlerin isimleri bazen var bazen yok. 17 yaşındaki Fatma Avlar ile 51 yaşındaki Suriyeli sığınmacı Nadir el Fares, 30 yaşındaki işçi Şahin Elitaş, 72 yaşındaki terzi Muzaffer Aydemir, Suriye uyruklu 28 yaşındaki Tarık Tabbak... Hasar gören şu kadar ev, şu kadar işyeri, bir o kadar da araç. O ölenler, namaz kılarken, yolda yürürken, yatağında uyurken ölenler, ismi bilinenler ve bilinmeyenler... Kıyısında yaşadıkları savaş hakkında acaba ne düşünmekteydiler? O yaşlılar ve o genç insanlar... Savaşa çok yakından bakan ve bizzat savaşmadıkları halde mezar taşlarında artık şehit yazan o insanlar... Hiç düşündünüz mü, ölmeden önce en son hangi rüyalara yattılar? Yaşadıkları sınır kasabasındaki bembeyaz pamuk tarlalarını mı gördüler rüyalarında, yoksa sınırın hemen ötesindeki kıpkırmızı savaşı mı? Geçmiş uygarlıkların tüm izlerini taşıyan Aççana höyüğünün kalıntılarında mı dolaşıyorlardı uykuda, yoksa bombalarla yerle bir olan evlerin yıkıntılarında mı... Yenişehir’deki piknik yerinde miydi akılları, savaş alanlarındaki kan göllerinde mi? Peki, siz... Sınıra uzak kasabalarda, köylerde, şehirlerde yaşayanlar, savaşı evlerindeki küçücük ekranlardan izleyenler, gazeteleri okuyup, televizyonları seyredip, politikacıları dinleyip dolduruşlara gelenler... Mehmetçik denilenin içeride dersini çalışan oğlunuz, aşağıda top oynayan komşunuz, sevgilisiyle sinemaya giden yeğeniniz olduğunu fark etmeyenler... Askerin bir insan olduğunu, çocuk, sevgili, baba, arkadaş olduğunu unutanlar... Onu savaşmak için ve gerekirse cephede ölmek için doğmuş sananlar... Ve askerlerle birlikte sivillerin de anbean ölmesini ve kayıtlara birer sayı, gazetelere birer vesikalık fotoğraf olarak geçmesini doğal karşılayanlar... Artık bu çağda, bu akılda masa başında çözülebilecek sorunların neden hâlâ ilkel savaş alanlarına taşındığına hiç kafa yormayanlar... Savaşa “kirli” diyen herkesi vatan hainliğiyle suçlayanlar... Rüyanızda ne görüyorsunuz geceleri? Gece yarısı duyduğunuz küçücük bir ses sizi uykunuzdan uyandırmıyorsa... Her an tepenize bir roket inecekmiş gibi yaşamıyorsanız... Uykusunda ölüveren bir genç kızın cesedini bir ömür sırtınızda taşımayacaksanız... Bunun tek sebebi... Reyhanlı’nın İskenderun limanına 80 km, Cilvegözü sınırına 8 km, Halep’e 55 km, İstanbul’aysa 1200 km uzaklıkta olmasıdır. Ve en affedilmez gaflet... Savaşla aranızda hâlâ bir mesafe olduğunu sanmanızdadır.