Aşkımı tüketmemek için İstanbul’dan kaçıyorum

Saadet Işıl Aksoy'u pek çok meslektaşı gibi diziler sayesinde tanıdık, ama o televizyonla gelen şöhrete razı olmayıp çıtayı yükseltme yoluna gitti. "Yumurta" filmiyle sinemaya hızlı bir giriş yapan Aksoy, kısa süre önce ise "Kalpsiz Adam" adlı yeni bir dizi için anlaşma imzaladı. Üstelik bu proje uğruna, üç aydır bulunduğu Paris'ten İstanbul'a döndü. Genç oyuncu İstanbul Life dergisindeki röportajında "Aşkımı tüketmemek için İstanbul'dan kaçıyorum. Geri geldiğimde şehre yeniden aşık oluyorum" dedi. İstanbul’un tadını doyasıya çıkarabiliyor musunuz?- İstanbul’da doğdum, büyüdüm ve hep burada yaşadım. Arada başka şehirlere gitsem de, 25 yıldır İstanbul’da yaşıyorum ama şehri tanımıyorum diye düşünüyorum. İstanbul’a eğitim ya da çalışmak için şehir dışından gelen arkadaşlarıma bakıyorum, onlar İstanbul’u benden daha iyi tanıyorlar. Çünkü İstanbul’a yeni gelen biri bu şehri keşfetme derdinde oluyor. Burada yaşayan ise güzellikleri ona doğal geldiğinden şehrin farkında olmuyor. Ben de onlardan biriyim işte. İstanbul’a gelen arkadaşlarımın şehrin görülmeye değer yerlerini ellerindeki haritadan bakarak bana gösterdiğini, hatta gitmemi tavsiye ettiğini hatırlarım. Bana "Nasıl İstanbullu’sun?" diye sormuşlardı. İstanbul bir müzik gibi. Üstelik tüm müziklerin birleşimi sanki. Örneğin New York’ta dolaşırken şehrin müziğinin caz, blues olduğuna inanırım. Ama İstanbul söz konusu olduğunda ben her şarkıyı yakıştırabiliyorum bu şehre. Belki buralı olduğum için her şarkıyı dinleyebiliyorum, Balkan, rock, arabesk... Ben İstanbul’u kelimelerle değil de her müziğin yakıştığı şehir olarak tanımlayabilirim. Bugün Sultanahmet’te dolaşırken, her ayrıntıya baktığınızı, sanki şehri ilk kez gören bir turist gibi heyecanlandığınızı hissettim. - Bir arkadaşım, ben İstanbul’un gürültüsünden, trafiğinden şikayet ederken "İstanbul’dan keyif almak istiyorsan o zaman turist gibi yaşamayı dene" demişti. Ben şehri keşfetmek ve tadını çıkarmak için her seferinde bir turist gibi dolaştım uzun süre. Elbette artık turistlik bitti, diplomamı aldım. Ve İstanbul’dan hálá keyif alıyorum. Ancak artık şehirden çok sıkıldığımda gidip iki, üç ay başka bir yerde yaşayabiliyorum ve İstanbul’u özleme şansım oluyor. Burası aşık olduğum yer ama bazen aşkımı tüketmemek için ondan kaçıyorum ve sonra geri geldiğimde yeniden aşık oluyorum. Aslında hayat da böyle. Oyunun kuralı biraz uzaklaşmak, sonra tekrar onu elde etmek. Bu yaz üç aya yakın süre Paris’teydiniz. Gitme nedeniniz neydi, neler yaptınız? - Paris’e daha önce birkaç kez tatile gidip gelmiştim. İnsanın gördüğünde "Hayatımın bir döneminde burada mutlaka yaşamak istiyorum" dediği yerler vardır ya, Paris benim için işte öyle bir şehirdi. Oynadığım dizi bitince, boş vaktim oldu. Ben de "Tamam şimdi Paris zamanı" deyip yola çıktım. Zaten Fransızca öğrenmek istiyordum. Üniversitede çok kısa bir dönem Fransızca dersi almıştım, ama iletişim kurabilecek bir seviyede değildim. Fransızca öğrenirim, biraz oyun izlerim, dinlenirim diye düşündüm. Paris seyahatim çok keyifli ve verimli geçti. Pek çok filme ve oyuna gittim. Fırsat buldukça ara ara yine gitmek istiyorum. Avrupa’da Berlin gibi daha yeni kültür-sanat merkezleri oluşsa da, Paris hálá benim için çok önemli bir şehir. Birçok yenilik hálá oradan çıkıyor. O yüzden beni besleyen çok yanı var. "Paris’ten artık sıkıldım, İstanbul’u özledim" deyip mi döndünüz? - Aslında üç ay kalmayı planlayarak gitmiştim. Ama üçüncü ayın sonlarına doğru biraz sıkılmaya başlamıştım. Ne kadar sanatsal anlamda yaşayan bir şehir olsa da, yine de yaşlı bir şehir ve İstanbul’un temposunun yanına bile yaklaşamıyor. Eğitiminiz İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine bildiğimiz kadarıyla... Peki oyunculuk sizin hayatınıza nasıl girdi? - Oyunculuk üniversite döneminde başladı. Boğaziçi’nde okurken sinemaya ilgim vardı. Daha sonra üniversitede bir dönem değişim öğrencisi olarak Amerika’ya gittim. O dönemde sinema ve oyunculuğa hevesim arttı. İstanbul Film Festivali’nde günlerim dolu dolu geçiyor, günde birkaç filme gidiyordum. Bu filmler beni bambaşka bir dünyaya götürüyordu, gerçek hayata dönmek istemiyordum. Böyle hissettiğimi fark edince sinemayla uğraşmam gerektiğini anladım. Amerika’dan döndüğümde okulda film ve tiyatro dersleri almaya başladım. Oyunculuğa zaman ve enerji harcadıkça hayatım değişti. Sonrasında reklamlarda oynamaya başladım. Ardından dizilerde küçük roller üstlendim. Okulum bittiğinde "Yumurta" filmi için teklif geldi. Oyunculuk yapmaktan çok hoşlanıyordum, ama kesin kararım oyuncu olmak değildi. Açıkçası biraz da hayat beni oyuncu olmaya götürdü ve kendimi bu işi yaparken buldum. Yine de tesadüf diyemem elbette! Peki "Yumurta"nın kadrosuna nasıl dahil oldunuz? - Semih Kaplanoğlu, filmi için oyuncu arıyordu. Birçok kişiyle deneme çekimi yapılıyordu. Ben de böyle bir deneme çekimine gittim. Ben oraya gittiğimde bir film projesi olduğunu ve bununla ilgili deneme çekimleri yaptıklarını söylediler. Bir bölüm verip, nasıl hissediyorsam öyle oynamamı istediler. Sonra uzun uzun konuştuk. Arkasından da ikinci kez çekime çağırdılar. Bu gidişimde Semih Kaplanoğlu’ndan filmi ve tüm projeyi öğrendim. Üçüncü gidişimde ise benim oynanmamı düşündüklerini söylediler. Size pek çok ödül getiren bu senaryoyu ilk okuduğunuzda neler hissettiniz? - Dört-beş yıl, belki daha da uzun zaman önce oyunculuk yapmak, bir sinema filminde oynamakla ilgili hayaller kurardım. Kendimi sürekli bir filmin ve çeşitli karelerin içinde hayal ederdim. "Yumurta"nın senaryosunu okurken gözümün önüne kurduğum hayaller geldi. İlk kez fragmanını izlediğimde ise gözlerime inanamadım. Çünkü hayallerim gerçek olmuştu. Uzun metrajlı filmlerin yanı sıra pek çok kısa filmde de rol aldınız. - Ben kısa filmlerde oynayarak oyunculuğa başladım. Hálá kısa film projeleri geldiğinde, aklıma yatan işler olursa yer almaya çalışıyorum. Bu işe zaman ayırıyorum. Şu an kısa film çeken arkadaşlarım zaten benim yaşıtlarım ve gelecekte çok başarılı olacak yönetmen adayları. Dolayısıyla kısa filmler benim için de çok geliştirici. Çünkü kamera arkasını da görebiliyorum, öğreniyorum, soruyorum. Venedik Film Festivali’ne gittim. Orada düzenlenen yarışmadaki kısa filmleri izledim. Saraybosna’ya gittiğimde de yine kısa filmleri izledim. Orada bir Türk filmi de vardı. Dünyada böyle bir sektör var ve uzun metraj kalitesinde kısa metraj yapıyorlar. Neden Türkiye’de olmasın? Sinemanın yanı sıra televizyon dizilerinde de yer aldınız. Yeni sezonda dizi projeniz var mı? - Televizyonda ilk kez "Güz Yangını" dizisinde oynamıştım. Ardından "Eksik Kalpler" geldi. İnsanların beni tanıdığı dizi ise "Senden Başka" oldu. Romantik komedi tadında güzel bir diziydi. Bu sezon "Kalpsiz Adam" adlı dizide yer alacağım. Bülent İnal, Murat Daltaban, Hakan Boyal, Rıza Akın, İdil Fırat gibi önemli oyuncuların yer aldığı geniş bir kadrosu var. Sinema ve dizi oyunculuğu arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Siz sanki sinemaya daha yakın gibisiniz. - Diziler çok yorucu. Neredeyse bir sinema filmi süresinde bir bölüm çekiliyor. Dolayısıyla oyuncu ve ekip için yorucu bir temposu var. Dizilerde çalışan oyunculara hayranım. Çok uzun süre çalışıp hálá iyi performans gösterebildikleri için takdir ediyorum onları. Televizyon da olsa, sinema da olsa, olabildiğince iyi yapılan ve titizlenilen işlerde olmaya çaba gösteriyorum. Televizyon ya da sinema olması fark etmiyor. İkisinin farklı çalışma şartları ve farklı getirileri var. Sinemada oynadığınızda birçok festivale gidip ödül alabilirsiniz ama sokakta yürüdüğünüzde yine de insanlar sizi tanımıyor olabilir. Yani size göre televizyon tanınmanızı sağlıyor, sinemada insanlara yaklaşamıyorsunuz. - Evet, sinemaya insanların gelmesi lazım ama televizyon sayesinde onların ayağına gidiyorsunuz. Evlerine konuk oluyorsunuz. Dolayısıyla sizi evin bir ferdi gibi görüyorlar ve tepkileri çok değişik oluyor. Cannes’da tanıştığım yönetmen sayesinde Bulgaristan’a açıldım Sofya’da bir filmde de rol aldınız? -Bu yaz çekimleri tamamlandı. Türkiye’den yurtdışında yaşayan oğullarını ziyaret etmek üzere yola çıkan bir aileyi anlatıyor. Arabayla gidiyorlar. Sofya’da duraklamaya karar veriyorlar ve bu şehirde başlarından pek çok olay geçiyor. Bulgar bir yönetmen çekiyor, film günümüzde geçiyor ve bugünün dertlerini anlatıyor. Filmin yönetmeniyle Cannes Film Festivali’nde tanışmıştım. Festivalde kısa film dalında yarışıyordu. Daha sonra Saraybosna’da tekrar karşılaştık. İletişimimizi koparmamıştık. Bu proje kesinleşince benimle çalışmak istediğini söyledi. Benim için çok önemli bir işti. Uzun metrajlı, bağımsız ve daha küçük bütçeli bir filmdi. Umarım sonuçları güzel olur.