“Aslı Erdoğan’a açık mektup…”

“Aslı Erdoğan’a açık mektup…”

Kapatılan Özgür Gündem gazetesindeki yazıları nedeniyle tutuklanan yazar Aslı Erdoğan’a destek olmak amacıyla ‘Aslı’nın Arkadaşları’ oluşumu tarafından başlatılan ve her gün bir yazar/sanatçı düşünce ve düşündüğünü ifade özgürlüğünü savunmak adına yazılar yazacağı nöbette bugünkü yazılardan birisini Kerem Görkem yazdı yazdı. Görkem, “Aslı Erdoğan’a açık mektup”  başlıklı yazısında “Dön, bu işgalden kurtar kelimelerini” dedi.

Görkem’in Kültür Servisi’nde yayımlanan yazısı şöyle:

Sevgili Aslı,

Bu mektup, seni aldıkları günden bu yana olup biten ne varsa hatırlamak, daha da mühimi seni okura hatırlatmak için yazılıyor. Yeri bu köşe olmasaydı yazılır mıydı, bilmiyorum. Düşünülürdü elbet, bundan eminim fakat yok yere bir başkasının varlığına değinmek zannediyorum ki hiçbir kalemin yolu üzerine düşmemiştir. İlla bir sebep aranır yazmak ve konuşmak için. Bazense bulunmaz, kendiliğinden karşına çıkar o sebep. “Keşke,” dersin o zaman, “keşke buna mecbur kalmasaydım”. Korkak, pişman, masum bir yakarış değildir bu; aksine son derece öfkeli, sitemkâr, hesap soran bir ses tonuyla çıkar ağızdan. Bağırmayı bilmek gerekir işte o zaman. Nasıl bağıracağını, kime bağıracağını, kaç defa… 

“Yazarın yazarlığına razı gelişi” diye bir şey var, değil mi? Bu şey bir zamana denk geliyor. Kimi çoktan hevesli, iple çekiyor o günü; kimi uzun süre kavgasını veriyor yazar olmadığının. Utana sıkıla, saklaya saklaya yazdığın yazıları, öyküleri, şairsen şiirleri geceleyin (ama hep geceleyin) okumak geliyor aklına. Kendi kelimelerini kendine okumaktan korkuyorsun ama. Çünkü henüz yazarlığına razı gelmemiş bir yazarın içinde, göğüs kafesine dayanan bir şeyler vardır. Ve de biliyorsun; kelimeler gözler gibidir, en çok onları kaçırırsın insanlardan. Sen de bunu yapıyorsun.

Fakat bir zaman geliyor, yazarlığına razı gelmeyi, hadi diyelim daha cesur olmayı biliyorsun; öğreniyorsun, öğretiyorsun kendi kendine. Göğüs kafesin esniyor, kelimelerin kuvvetlenip ona buna kafa tutmaya başlıyor o saatten sonra. Öyle ki fikrin, vicdanın, hürriyetin, onurun, geleceğin demek oluyor kelimelerin. O kelimeler ki geçmişi; saklanmış, unutulmuş ya da üzeri tozlanmış olanları; bir türlü kabuk bağlamayan o derin yaraları ve harflerle doldurulamayacak büyük boşlukları dert ediyor kendine. Onları yazıyor; onları okutuyor, düşündürüyor okuruna. Bu noktada yazarlık, senin yıllar yılı yapmayı sürdürdüğün gibi muhalif bir eylem biçimine dönüşüyor. 

17 Ağustos günü, yani ben bu yazının başına oturmadan tam bir hafta evvel evinin polislerce basıldığını, hakkında gözaltı kararı çıkarıldığını okuduk. İnanamadık, ama öfkelenmemiz kısa sürdü. Bir çabuk kamuoyu yaratıldı ve 19 Ağustos’ta senin için bir araya gelip bir basın açıklaması düzenledik. Sayıca azdık, olmamız gerekenden çok azdık ama yine de sevgili annen Mine Aydoslu’nun “Ben Aslı’nın bu kadar çok arkadaşının olduğunu bilmezdim. Meğer Aslı yalnız değilmiş,” demesini sağlayabildik. O gün oradan umutlu ayrıldı ayrılanlarımız; kalanlarımız daha da yakınına, adliyeye gitti. Seni alıp dönmeyi beklerken, tutuklandığını öğrendik bu defa.

Nasıl olurdu?

Yazdıklarıyla hep ses getirmiş, kitapları yabancı dillere çevrilmiş, geleceğe kalacak elli yazardan biri olarak işaret edilmiş; hem de bütün bunları baştan aşağı bir başarı listesi olan akademik kariyerini terk ettikten sonra başarmış birine, sana reva görülen bu muydu? Her daim sağduyulu; barıştan, adaletten ve halktan yana saf tutmuş, hakkında yöneltilen suçlamaları bizzat kendi yaşamıyla çoktan savunmuş olan sen… 

Sonra daha çok öfke, sigaralar, ne yapmalıyız’lar, ne yapabiliriz’ler...

Geldiğimiz yer, senin kelimelerini işgal ettiğimiz bu köşedir. Bu köşe, sen özgürlüğüne ve kelimelerine kavuşana dek nöbet tutacağımız yerdir. Senden bize emanet, bizden sana hatıradır... 

***

Yazarlığa razı geldiğin vakit, muhtemel ki benim kelimelerle aram yoktu. Yıllar bir başka kuşak soktu aramıza. Sen okurken ben yürümeyi öğrendim. Sen yazarken okumaya alıştım. Sen hâlâ yazıyordun, ben sana yetişmeye çalıştım. Bugüne dek böylesi bir takiple, yollarımız hiç kesişmedi. Ve yine muhtemel ki ikimizin arasındaki ilişki okurun olmamdan öteye gitmemiştir. Ben peşinde olmayı sürdürürken seni yakalayamayacağımı biliyordum, niyetim de bu değildi. Tek derdim sana yaklaşabilmekti belki.

Bugün, sana yaklaşabilmiş olma halini öfkeli bir “keşke” ile karşılarken, yazdıklarından öğrendiğim üzere adalet için, özgürlük için bağırmaktan imtina etmiyorum. Hem nasıl, kime ve kaç defa bağıracağımı da biliyorum.

Büyük harflerle, gözlerinin içine bakarak, sen çıkana dek kaç yazı ederse:

DÖN, BU İŞGALDEN KURTAR KELİMELERİNİ.