Aslı’nın Arkadaşları: Umutsuzluğa düşmeyelim, gün gelecek içimizdeki şarkıyı söyleyebileceğiz

Aslı’nın Arkadaşları: Umutsuzluğa düşmeyelim, gün gelecek içimizdeki şarkıyı söyleyebileceğiz

Kapatılan Özgür Gündem gazetesindeki yazıları nedeniyle tutuklanan yazar Aslı Erdoğan’a destek olmak amacıyla ‘Aslı’nın Arkadaşları’ oluşumu tarafından başlatılan ve her gün bir yazar/sanatçı düşünce ve düşündüğünü ifade özgürlüğünü savunmak adına yazılar yazacağı nöbette üçüncü yazıyı Murat Meriç yazdı. Meriç, yazısında “Umutsuzluğa düşmeyelim. Durum vahim görünüyor olabilir ama gün gelecek içimizdeki şarkıyı söyleyebileceğiz. Üstelik o gün Aslı da aramıza dönmüş olacak ve sesimize ses katacak. Çoğalacağız” dedi.

Meriç’in Kültür Servisi’nde “Birleşsin bütün eller” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

1970’li yılların en sevilen seslerinden İlhan İrem, 18 yaşında yaptığı ilk plağında, hayalindeki dünyayı anlatmıştı: “Bir dünya olsun ki barışla, sevgiyle, aşkla dolu / Bir dünya olsun ki insanların hepsi birer melekten…” 1973 yılında yayımlanan bu şarkı o dönemde pek tutmadı. İlhan İrem, sonraki plaklarında art arda “hit”ler çıkartınca, dönemin en popüler şarkıcılarından biri oldu. Aşk şarkıları söylerken dümenini memleket gerçeklerine kırdı ve ‘80’li yıllarda yaptığı şarkılarda ahvalimizi dile getirmeye başladı. 1989 tarihli “Uçun Kuşlar Uçun” albümü için yaptığı şarkılardan biri, “Blues for Molla”, bu anlamda bir milattı ancak dinleyicisiyle buluşamadı. Devlet, şarkıyı “sakıncalı” buldu ve yayımlanmasına izin vermedi. Bundan on yıl sonra, İlhan İrem, yazdığı bir yazıda “Fethullah Gülen’e Fetuş diye hitap ettiği için” mahkemeye verilecek ve yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalacaktı. 

1999’da Fetuş denemeyen “mübarek Hocaefendi”, bugün en tehlikeli terör örgütünün başında. Ağlayarak onu memlekete çağıranlar, bugün onu yok etmeye çalışıyor. Bugünün gerçeklerini yıllar önce görenlere verilen cezalar, verenin yanına kâr. 

İlhan İrem, şarkısında hayalindeki dünyayı tarif etmeye devam etsin: “Karanlıklardan sıyrılmış, her zaman hür ve aydınlık / Bir dünya olsun ki artık amaçlar bir, yok ayrılık…” Ne kadar naif, değil mi? Bu dizelere karşı çıkabilecek birileri var mı aramızda? İşin içinde aşk ve sevgi varsa, zaten böylesi talepler tartışılmaz. Hepimizin istediği bu. Ancak “barış” olaya girdiğinde, “özgürlük”ten söz edildiğinde birileri susuyor, duruyor ve hatta saldırıyor.

Yıllardır talebimiz aynı: Barış ve özgürlük. Olmuyor. Gelmiyor. Savaşı seven bir milletiz çünkü: Savaş ve kahramanlık hikâyeleriyle büyütüldük. “Barış için” savaştık, kendimizi böyle bildik. Böyle bulduk, böyle “var” olduk. En azından aklımız erene kadar. Barış dediğin, savaş sonrası gelen bir şeydi; bize okullarda böyle öğretildi. Savaşın, zaten var olan barışı bozan bir şey olduğunu sonradan anladık. Birileri bir yerlere saldırmazsa, o barış bozulmuyor. Bu yazıyı yazarken, orduya mensup tanklar, “başkomutan”ın emriyle, Suriye’ye doğru ilerlemeye başlamıştı. Barış istediğini her fırsatta dile getiren, böylesi bir hamleyle barışı bozmakta bir sakınca görmüyor.

Amiyane tabiriyle “dayılanmak” ya da “efelenmek”, bize has bir durum. Eski bir Rıza Pekkutsal plağından kulağımıza çalınan şu sözler, memleketin özeti gibi: “Bizim ilkemiz ‘yurtta sulh, cihanda sulh’tur. Bize elini uzatan herkesle dostuz. Biz, kimsenin tavuğuna ‘kışt’ demeyiz. Ama bizim tavuğumuza ‘kışt’ diyen olursa, 40 milyon horoz olur ‘ü-ürüü-ü’ deriz.” O günden bugüne değişen tek şey, artık birileri “kışt” demeden saldırıyor oluşumuz. Turgut Özal, Irak Savaşı sırasında planlar yapmış ve “bir koyarım üç alırım mantığıyla yaklaşmıştı olaya. Şimdikiler, plansız programsız ilerliyor.

Talebimizi yineleyeyim: Barış ve özgürlük. Biri olmadan diğeri olmuyor. Barıştan söz edenin özgürlüğü elinden alınıyor. Aslı Erdoğan, bu sebeple tutuklandı. Bugün, onu beklerken sıranın ne zaman kime geleceğini bilmiyoruz. Hayır, endişeli bir bekleyiş değil söz konusu olan çünkü suçsuz olmadığımızı biliyoruz. Barış ve özgürlük isteyen hiç kimse suçlu olamaz. 

İlhan İrem, yazının başından beri andığım şarkısını bitirsin: “Karşılıklı bütün sevgiler, kalmasın yaşlı gözler / Dostluk insanlık yolunda birleşsin bütün eller…” Sorarım size, “bir” olmak bu kadar zor mu?

Zor olmalı ki yapamıyoruz. Oysa çok basit: Saygı göstereceğiz, dinleyeceğiz ve anlamaya çalışacağız. Karşılıklı elbette bu. Hem de her şeyde geçerli. Dönemin başbakanı, Gezi Parkı’nda toplananları dinleseydi ve anlamaya çalışsaydı, memleket bambaşka bir yer olacaktı. Bugün savaş emrini veren, dün de uzlaşmadan uzaktı. Böyle bir memlekette, barış ve özgürlük istemek hayal belki de.

Yine de umutsuzluğa düşmeyelim. Durum vahim görünüyor olabilir ama gün gelecek içimizdeki şarkıyı söyleyebileceğiz. Üstelik o gün Aslı da aramıza dönmüş olacak ve sesimize ses katacak. Çoğalacağız.