‘Aslı’nın Arkadaşları’ndan ilk yazıyı Murat Uyurkulak yazdı: Ne yaparsanız yapın, biz kazanacağız, barış kazanacak!

‘Aslı’nın Arkadaşları’ndan ilk yazıyı Murat Uyurkulak yazdı: Ne yaparsanız yapın, biz kazanacağız, barış kazanacak!

Kapatılan Özgür Gündem gazetesindeki yazıları nedeniyle tutuklanan yazar Aslı Erdoğan’a destek olmak amacıyla ‘Aslı’nın Arkadaşları’ oluşumu tarafından başlatılan ve her gün bir yazar/sanatçı düşünce ve düşündüğünü ifade özgürlüğünü savunmak adına yazılar yazacağı nöbette ilk yazı Murat Uyurkulak tarafından kaleme alındı. Uyurkuluk, "Ne yaparsanız yapın, biz kazanacağız, barış kazanacak" dedi.

Özgürlükçü Demokrasi gazetesinde bugün yayına başlayan ve Kültür Servisi'nde de takip edilebilecek ‘Aslı'nın Arkadaşları’ köşesindeki nöbeti yarın Mehmet Said Aydın devralacak.

Murat Uyurkulak'ın, Kültür Servisi'nde yayımlanan "Buraya bakın, buraya! Burada kardeşçe yaşamak isteyen bir halk var" başlıklı yazısı şöyle:

Çok anlatılır, filmleri çekilmiştir, kitapları yazılmıştır... Çanakkale Savaşı’nda, çatışmalar kesildiğinde siperlerde birbirinin söylediği şarkılara türkülere kulak kesilen askerlerden söz ederler... Birbirlerine çikolata sigara falan atarlar... Küfürleşirler, şakalaşırlar, sonra sabah olur, tetikler çalışır, şarkısını gözleri dolu dolu dinlediği adamı öldürür... O meşhur, havada birbirine geçip kaynamış iki mermi görüntüsü hem acımasız bir savaşın, hem savaşın anlamsızlığının simgesidir...

Yine Birinci Dünya Savaşı’dır: Alman ve Fransız askerleri Noel gecesi siperlerinden çıkıp birlikte kutlama yaparlar, futbol oynarlar, maçı 5-4 Almanlar kazanmış diye rivayet edilir, bir rivayete göre o gün öyle kaynaşırlar ki birbirleriyle, karşı taraf ölmesin diye gelen takviye birlikleri yanıltan, yanlış istihbarat veren askerler olur... Diğer taraftakilerin kaçmaya zamanları kalsın da kurtulsunlar diye... İnsanlığın fıtratında sadece savaşın değil, barışın da olduğuna dair pek az cesaret verici örneklerdir bunlar... Birbirinin yaralısını sırtında taşıyanlar, diğerinin ölüsünü başka bir dinin geleneklerini öğrenip gömmeye gayret edenler, “düşmanının” cebinde bulduğu aşk mektubunu ne yapıp edip muhatabına ulaştırmak için didinenler...

Modern savaşlarda, binlerce esir askerin, savaşın acımazlığı dahilinde, kör faşizmle veya kaynakların “güya” o anki yetersizliği sebebiyle, her tür uluslararası anlaşmanın ihlaliyle öldürüldüğü örnekler çoktur, ama savaşı bir anda anlamsızlaştırıveren yukarıdaki gibi hikâyeler de mümkün olmuştur... İnsanın insan olmaktan vazgeçmesi ne kadar kolaysa, o kadar da zordur çünkü... Bir tarafında bir katil, diğer tarafında bir aziz taşıyandır insan, yeri geldiğinde düşmanını koruyan, yeri geldiğinde sevdiğini öldürendir...

“Modern” olmayan, olamayacak olan, uluslararası hukukun esamisinin hiç okunmadığı tek savaş, iç savaştır... Komşunun komşuyla, kardeşin kardeşle, millet denen o hayali, o tekinsiz topluluğun kendisiyle karşı karşıya geldiği lanetin adıdır... Ve her daim bir gerekçesi vardır... Birisinin çok konuşması, çok susması; çok giyinmesi, çok soyunması; çok keyifli, çok keyifsiz olması, her neyse artık... Bazen işler öyle bir noktaya gelir ki, her şey birilerini boğazlamanın gerekçesi olabilir...

Ama bazen de öyle bir an gelir ki, hayatın boyu, tarihin boyu görmediğin, algılamadığın, bilmediğin acılara aşina olma fırsatı yakalarsın... Büyük bir kardeşliğin eşiğidir o, bir kutlu barışın ilk cümlesidir... Yaşı büyütülüp asılan çocukların, işkencehanelerde kırılmış nesillerin, bodrumlarda yakılmış insanların sırrına varabilirsin... Bir köprünün üzerinde silahsız insanlara silah sıkanların nasıl kanlı bir geleneğin şuuruyla, güveniyle, pervasızlığıyla hareket ettiğini anlayabilirsin... Yoksul erlerin sırtına kemeri savururken, gencecik suratlarına tekmeyi indirirken, senin de vaktiyle o erin yerinde olduğunu bir an durup hatırlayabilirsin...

Hepimizin anlatacak acısı var şimdi... O acıların müsebbibinin kim olduğuna dair de bir gıdım vukufumuz olmalı... Tepelerde yürütülen pazarlıkların bizi oradan oraya savuran, birbirimizin canına kast etmemize yol açan kirine, pisliğine dair biraz olsun sezgimiz olmalı...

O tepedekilerin umurunda değiliz... Neye inandığımız, nasıl yaşadığımız, kasalarındaki paralardan, borsadaki hisselerinden daha önemli değil... Onlar bir yolunu bulur, gerekirse her tür darbeyi yaparlar, her numarayı çevirirler... Asla bilelim istemezler, o mahalledekinin canavar, şu mahalledekinin günahkâr olmadığını... Biz öldükçe onlar yaşar çünkü... Onlar idam eder, biz ağlarız çünkü...

Mesele tek bir darbeye değil, darbelere karşı çıkabilmekte... Mesele hepimizin aynı kasvetli, dökük, dandik gemide batışa doğru sürüklendiğimizi ve filikanın sadece birilerinin elinin altında olduğunu görebilmekte... Mesele türlü çeşit katil istihdam edip ölümlerden ölüm beğendirenlerin bize hayatı, dünyayı, umuru, kâmı, neşeyi, mutluluğu, sevinci fazla lüks gördüğünü anlayabilmekte...

Buraya bakın, buraya! Burada haysiyetiyle, alnının teriyle, duasıyla, dansıyla, aşkıyla, çocuklarıyla, eşit, başı dik, kardeşçe yaşamak isteyen koskoca bir halk var... Seçme katillerinizle, darbeci manyaklarınızla, katliamcı faşistlerinizle ne yaparsanız yapın, biz kazanacağız, barış kazanacak!"