AKP Genel Başkan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü Beşir Atalay, Türkiye’deki Kobanê eylemlerinin çözüm sürecini ne yönde etkileyeceği konusunda, “Çözüm Süreci burada sekteye uğramaz. Karşı tarafın da tutumunu içine alarak söylüyorum; şu anda yeni tutumlar yeni diyaloglarla çözüm süreci bir manada sizin ifadenizle, aşılanmış olarak yoluna devam eder. Ama herkes bir miktar daha tedbirli olur, güven konusunu pekiştirinceye kadar tedbir içinde olur” dedi.
Atalay, eylemler sırasında HDP’nin tutumunu da eleştirerek, “HDP çok kaybetti, öyle Türkiye partisi olma hedefleri söylemleri suya düşmüştür. Ve bunun çok acısını çekecekler. Şimdi fark ediyorlardır. Ama öyle bir oyuna geldiler. Kimse bir şey kazanmadı, kendileri kaybetti, onlarca insan hayatını kaybetti, parti binalarımızı, devletin binalarını yaktılar. Kendileri hakkındaki olumsuz bakışı tekrar pekiştirdiler. Bu onların karşısına hep çıkacaktır. Ama şu anda da, sonrasında da çözüm sürecine çok sahip çıkacaklardır. Benim aldığım sinyaller de o yönde” ifadelerini kullandı.
Çözüm süreci konusunda hazırlanan yol haritasının ilk safhasını anlatan Atalay, “Yol haritasının ilk safhası budur: ‘Bölgede bu tür hukuk dışı hiçbir eylem olmayacak, hepsi duracak. Bunu sona erdirmeden öbür safhaya geçilmeyecek’. Ta o zaman bizim yol haritası taslağı ortadaydı, bu yine vardı şimdi o olgunlaştı” dedi.
Atalay, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Ortadoğu’daki terör eylemleri hakkında Batı’yı suçlayarak, “Onlar için bunların kısa veya uzun sürmesinin hiçbir önemi yok. Hatta uzun sürmesi işlerine bile gelir. Amerika Irak’ta olmasaydı, Irak’ı o hale getirmeselerdi ne IŞİD ne El Kaide olmazdı. Afganistan o hale gelmeseydi o bölge terör üreten bir durumda olmazdı. Suriye’de Irak’ta bu durumun uzun sürmesi onları ilgilendirmiyor, bizleri bu bölgede olanları ilgilendiriyor” dedi.
Star gazetesinden Fadime Özkan’ın sorularını yanıtlayan Beşir Atalay, çözüm süreci ve Ortadoğu’daki gelişmeleri anlattı. Özkan’ın “Beşir Atalay: Kobani olayları Çözüm Süreci’ni aşıladı” başlığıyla yayımlanan (19 Ekim 2014) röportajı şöyle:
Çözüm sürecini başından beri çok iyi bilen Atalay: Süreç zehirlenmedi ama güven sorunu yeniden
doğdu. HDP oyuna geldiğini anladı şimdi sürece daha fazla sahip çıkacaktır. Süreç yeni tutumlar, yeni diyaloglarla aşılanmış olarak yoluna devam eder.
Çözüm Süreci başarıyla yürüyor, Türkiye toplumu nihayet Kürt’üyle Türk’üyle huzur bulacak derken Kobani’de gelişen durum ve KCK-HDP’nin oradaki ateşi Türkiye sokaklarına taşıma gayreti, süreci bir kez daha riskli bir noktaya getirdi. Allah’a şükür ki, Türkiye toplumu bir kez daha sağduyulu davrandı, teröre, kışkırtmaya, kaos üretim merkezlerine itibar etmedi. Çözüm Süreci Türkiye’nin ortak geleceği için yol almaya devam ediyor. Başbakan’ın bugün Akillerle yapacağı toplantı yeni evreleri işaret ediyor.
Biz de tam bu noktada ne olup bittiğini, AK Parti Hükümetlerinin 12 yıllık demokratikleşme politikalarında büyük emeği olan, süreçleri hazırlayan ve yürüten AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Prof. Dr. Beşir Atalay ile konuştuk.
Başbakan yardımcısı olarak 2013 başından itibaren süren sürecin de evvelindeki çalışmaların da hazırlayıcı ve yürütücülerindensiniz. Şimdi partidesiniz, genel başkan yardımcısı ve parti sözcüsü olarak. Süreç yürümekte lakin Kobani dolayısıyla büyük bir sıkıntı yaşandığı da ortada. Bütün o tecrübenin içinden bakınca çözüm süreci size nasıl görünüyor, şu an sürecin neresindeyiz?
Hükümette ve parti kanadında çözüm süreciyle ilgili çok sağlam bir irade, çok kararlı bir tutum var. Büyük bir samimiyet var. Çözüm sürecini biz sadece Türkiye’nin değil bu bölgenin en önemli projesi olarak görüyoruz. Süreç sadece Türkiye’yi değil çevre ülkeleri de çok etkileyecek bir proje. Çevremizde bu kadar huzursuzluk varken ülkemizde bu sürecin yürümesi ne kadar önemli, hepimiz bunu biliyoruz. Onun için de bunu yürütme konusunda elimizden gelen her gayreti gösteriyoruz.
Genel bir özet vermek istiyorum. Yeni hükümet şöyle bir şey yaptı. Başbakanımız bizzat benim başkanlığımda bu yürüyecek dedi. Bir ekip kurdu ilgili bakanlar ve bürokratlarla. İki haftada bir, bir araya geliyorlar. Yani bir anlamda, daha fazla sahiplenir bir organizasyon içindeler. Çözüm süreci çerçeve yasası, çözüm sürecinin anayasası gibi oldu artık. İçinde her şey var. Kısa bir yasadır ama çok iyi çalışılmış bir yasadır. Bir özelliği de Meclis’in yüzde 80’nin desteğiyle, CHP’nin de desteğiyle çıkmasıdır. Ana muhalefet ile iktidarın şu son yıllarda birlikte çıkardığı tek yasadır. Kimin ne yapacağı da orada tanımlıdır. Yasa, Bakanlar Kurulu’na yetki verdiği için Hükümet de oturdu bu yasayı nasıl işleteceğini belirledi. Çalışma programı ve ekipleri oluşturdu. Mekanizma iyi yürüyor. Ama bunlar olurken bir yandan da Suriye, Kobani merkezli maalesef Türkiye’ye tatsız günler yaşatan gelişmeler oldu. Bütün bunları birbirinden ayırma gayretinde olduk ama tabi tamamen ayrı da tutamıyorsunuz.
Kobani’ye bakışta bir değişiklik oldu mu?
Biz yine o tezdeyiz. Suriye’deki bir olaydır Kobani. Türkiye’ye sokak gösterileriyle şiddetle yansıtılması çok yanlıştır. Neticede bu işin muhatabı olan siyasi kesim ve örgütle irtibatlıdır onlar. Toplumda Türkiye genelinde çok büyük tepki görmüştür ve bunun çok büyük zararı olmuştur HDP’ye. Kendilerine güven azalmıştır. Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye siyaseti yapar şekilde görüntüler sergilemiştir, ama onların hepsi şu anda berhava olmuştur. Kendileri çok zarar ettiler ama Türkiye genelini de etkiledi, insanların kafasında sorular doğurdu.
Sürece ilişkin sorular mı muhataba ilişkin sorular mı?
Sürece de ilişkin. Muhataba güven sorunu tekrar başladı. Muhatap son zamanlardaki politikalarıyla ve son olarak cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki tavırlarıyla bir manada biraz daha güven kazanmıştı. Sürece zarar verme sebebi şu. Şu anda bu sürecin sahibi millet. Toplum buna çok güvendi ve bundan çok umutlandı. Türkiye’nin genelini kastediyorum sadece güneydoğuyu değil. Ve insanlar Türkiye büyük bir sorundan kurtuluyor diye umutlandı. Şimdi tekrar bu olayların olması insanları endişeye soktu.
Bu, tamir edilebilir bir hasar mıdır?
Şimdi Hükümet olarak, AK Parti olarak hatta Türkiye cumhuriyeti devleti olarak bizim gayretimiz çabamız bu endişeleri gidermek. Ve vatandaşlarımıza şunu diyoruz. Bizim kararlılığımız sürüyor, bu yanlışları yapanlar cezalandırılır, sokakta şiddet yapanlar, kamu binalarına zarar verenler, adam öldürenler. Bu neticede devletin varlık yokluk meselesidir. Tabi ki devlet gerekeni yapacak ama çözüm sürecini biz bundan ayırıyoruz ve kararlı şekilde devam ediyoruz. Çarşamba günkü toplantıda Hükümet önemli kararlar aldı. Sizin de içinde bulunduğunuz Akil İnsanlar Heyeti’ni toplantıya çağırdılar, o sivil ayağın desteğini tekrar istediler. Yine önümüzdeki günlerde hem parti kesimiyle hem diğer kesimlerle yeni diyaloglar söz konusu olacak. Yani çözüm sürecini bu şiddet ortamından zarar görmeyecek şekilde yürütmek için büyük bir gayret söz konusu. Biz o kararlılıktayız.
Bu gayret ve kararlılık karşı tarafta da var mı? Süreç Kobani’den geçer açıklaması duruyor hala, sokak çağrısının da arkasındayız demişlerdi?
HDP’nin, örgütün son zamanlardaki açıklamaları birbiriyle çelişir vaziyette. Yanlış olduğunu kendileri de biliyorlar. Bunlar sadece küçük şantajcı söylemlerdir. Onların ortak aklında da bu böyle olmayacaktır sonunda. Sonunda yine kendileri büyük zarar görüyorlar. Ve bu sürecin zaafa uğratılması onlara çok büyük zarar getirir. Kendi tabanları da süreç konusunda kararlıdır. Ne şiddet istiyor ne de bu sürecin kesintiye uğramasını. İnsanlar süreçle birlikte yeniden hayata başladı, gelecek planları yaptı, onların akamete uğramasını istemez. Karşı tarafın geleceği için de süreç çok önemlidir, bakmayın siz o açıklamalara.
Kobani olaylarının sürece etkisi değerlendirilirken olaylar süreci zehirledi diyen de var, hayır aşıladı diyen de. Sizin kanaatiniz ne yönde?
Süreci zehirledi demiyorum. Karşı tarafa güven gerek toplum tarafından gerek bu işi yürütenler tarafından tekrar tazelenme ihtiyacı var. Belli bir güven kaybı oldu. Dolayısıyla süreçle alakasını ben şurada görüyorum. Bunlar bir siyasi parti. Ve sokağa sığındı, tekrar şiddete başvurdu. Halbuki bizim tezimiz, çözüm sürecinin de nihai hedefi, sokak şiddet bitsin, siyaset bütün bu sorunları çözsün. Bunlar siyasete güvenmiyor mu, inanmıyor mu, siyaseti laf olsun diye mi yapıyor, yine zorda kalınca şiddeti mi imdada çağıracaklar, silahın gölgesinde mi siyaset yapmak istiyorlar, bütün toplum bunları gördü. Bu kuşkuların dağılması lazım. Çözüm sürecine, diğer kanallara yansımaması için biz olanca gayreti gösteriyoruz. Açık konuşuyorum. Kararlılığımız tam. Çözüm süreciyle ilgili de kendim, süreci uzun zamandır düşünen, bütün kıvrımlarını bilen birisi olarak şunu söylüyorum: Çözüm Süreci burada sekteye uğramaz. Karşı tarafın da tutumunu içine alarak söylüyorum; şu anda yeni tutumlar yeni diyaloglarla çözüm süreci bir manada sizin ifadenizle, aşılanmış olarak yoluna devam eder. Ama herkes bir miktar daha tedbirli olur, güven konusunu pekiştirinceye kadar tedbir içinde olur.
Sürecin yürüyüşünü yavaşlatan ve karşı tarafı sınayan bir evre mi yaşanır yani?
Onu demek riskli olur, onu demem. Aksine hızlanacak. Şu anda biliyorsunuz yol haritası değişimi oldu, taraflar çalışıyor, onların teyidi olacak, bir araya gelinecek, siyasi kesim kendi arasında görüşecek, onlar gidecek görüşecek ‘ada’yla vesaire. Dolayısıyla yavaşlama olmaz aksine çözüm sürecinin en kritik en önemli dönemi gibi mütalaa edebiliriz. Bana göre o kritik dönemler geçti, iki yıl çok önemliydi, ama şu anda yol haritası üzerindeki görüşmeleri kastediyorum, oralarda belli oranlarda mutabakatlar sağlanmıştı ve onun ilk safhası bölgede son zamanlarda artan, örgüt mensuplarının yanlış tutumlarının hepsinin durdurulması vardı ve bunu da kabul etmişlerdi. Kobani öncesidir bu. Dolayısıyla Kobani sırasındaki o Vandallık, sokak, dehşet, şiddet bütün bunlar bundan sonra oldu.
Ne oldu peki? Kobani olaylarını iki farklı nedene oturtan iki ayrı görüş var. İlkine göre, Suriye’deki savaş ve PYD’nin burada yaşadığı sıkıntılar dolayısıyla Türkiye Kürtleri doğal samimi bir tepki verdi. Diğer görüşe göre ise Kürt siyasi hareketinden bazı isimlerin ABD’ye yaptığı ziyaretin, bazı ülkelerin istihbarat örgütlerinin Kandil ziyaretinin ardından Kobani için sokağa çıkın çağrısı yapıldı ve şiddet bile isteye üretildi?
Somut olarak eş genel başkanın o ziyaretini ve dönüşünü kast etmeden şunu söylüyorum: Şu sıralarda coğrafyamızı ilgilendiren ne konu varsa çevremizde, hepsinin hedefinde Türkiye vardır. Bunu çok inanarak söylüyorum. Bir kısmı bilgilerle desteklenebilir, bir kısmı desteklenmeyebilir ama hepimizin bildiği gibi yükselen Türkiye’yi durdurmak, biraz set çekmek, biraz yıpratmak anlamında pek çok uluslararası komployu biliyoruz. İçerden oraya destekleri de biliyoruz. Kimi paralel yapının dış çalışmaları, kimi ana muhalefetin dışarıdaki o komplolara destek verişi. Bütün bunlar içinde ben Kobani olaylarının asla kendilerinin tekil inisiyatifi veya tesadüfî falan görmüyorum. Bunlar çıkar ilerde. Olaylar bitmiş, Kobani’de yaşayan insanların hepsi ama hepsi boşaltmış şehri, Türkiye onlara kucak açmış, buradalar, orada sadece PYD’nin tamamı da değil, sınırlı sayıda militanı var, onlar da gelmiş aslında, şimdi gitmek isterseniz gidin diyoruz gitmiyorlar. Orası boş hayalet bir şehir. Herkes biliyor bunu. Peki, bütün bunlar olduktan sonra niye bu olsun? Bu halk oradayken ve riskler fazlayken belki bu daha fazla olabilirdi olmadı.
Sonra şehir boşalmışken niye oldu?
Bunlar çok büyük bir hata yaptılar. Bu soruları herkes sordu, bu toplum tabiî ki sorar. HDP çok kaybetti, öyle Türkiye partisi olma hedefleri söylemleri suya düşmüştür. Ve bunun çok acısını çekecekler. Şimdi fark ediyorlardır. Ama öyle bir oyuna geldiler. Kimse bir şey kazanmadı, kendileri kaybetti, onlarca insan hayatını kaybetti, parti binalarımızı, devletin binalarını yaktılar. Kendileri hakkındaki olumsuz bakışı tekrar pekiştirdiler. Bu onların karşısına hep çıkacaktır. Ama şu anda da, sonrasında da çözüm sürecine çok sahip çıkacaklardır. Benim aldığım sinyaller de o yönde.
Peki Kobani faktörü, bu olaylar ve sonuçları dolayısıyla süreci etkileme pozisyonunda değil mi artık? Şundan dolayı soruyorum: Türkiye’deki süreç silah bırakma, eve dönüş ve normalleşme hedefiyle yürütülen bir süreç. Ama örgüt, Suriye’deki durum nedeniyle silah bırakma bilakis gel örgüte katıl ve git Rojava’ya savaş diyor. Dolayısıyla sürecin silah bırakma hedefini zaafa uğratan bir mevcut durum değil mi Kobani? Bu nasıl aşılacak?
Her şey bu dediğiniz gibi değil aslında. Gel silah kuşan oraya git gibi değil, git dediğinde gitmiyor zaten. Bunlar hep göstermelik şeyler. Bizim Suriye politikamızı herkes biliyor, biz kendi vatandaşlarımıza silah al, git Suriye’de savaş falan demiyoruz demeyiz. Çok değişik yollarla belki tekil olarak gidenler olmuştur ama. Kobani konusunda ne kadar açık bir politika izlediğimiz de bellidir. Ama bunlar sonradan çelişkili konuşsalar da Kobani ile ilgili, Türkiye gitsin orada rol alsın istediler. Türkiye daha fazla rol alamaz. Türkiye Suriye’nin içine asla müdahale etmedi etmeyiz. Türkiye’yi oraya çekmek için çok çabalar sarf edildi ama biz çok dikkatliyiz. Şimdi ortaya çıkıyor ne kadar haklı olduğumuz, o tür yerlere girince ne tür sonuçlar çıkabiliyor.
Tünelin ucunu mu görmek istiyor Türkiye?
Tabi. Şu anda Kobani ve Suriye ile ilgili biz tamamen uluslararası camiayla ilgili yapılabilecekler varsa onları yapacağız. Güvenli bölge tezlerimiz bununla ilgili. İstiyoruz ki Suriyeliler kendi topraklarında güvenli bölgede yaşasın, biz yine ihtiyaçlarını karşılarız. Veya bizdeki Suriyelileri artık mümkünse kendi ülkelerine gönderelim. Dolayısıyla bizim o konudaki politikamız çok açık. Esed hallolmadıkça ne Kobani’yi ne IŞİD’i halledebilirsin. Türkiye Suriye’deki olaylara bir bütün olarak bakıyor. Uluslararası camia eğer bu konuda Türkiye’nin danışmanlığını kabul etseydi Türkiye’nin buradaki düşüncelerini kabul etseydi zaten ne IŞİD olacaktı ne Kobani ne PYD’nin bugünkü iddiaları olacaktı. Suriye bütünlük içinde yoluna devam edecekti.
PYD’nin politik hedeflerini kast ediyorsunuz?
O kadar çelişkili ki. PYD’nin Türkiye’den yardım istemeye yüzü bile yok. Türkiye’nin aleyhine neler yaptı PYD. Gitti Esed ile işbirliği yaptı. Ama sığınacak da başka yerleri olmadığını kendileri de gördüler. Irak’ta da zor duruma düşseler Kürtlerin sığınacağı yer Türkiye’dir, Suriye’de de zor düşseler Türkiye’dir. Bunu kendilerini de iyi biliyor. Türkiye de gelen Kürtleri kabul ediyor zaten, biz akrabamız kabul ediyoruz diyor. Dolayısıyla bu olaylar onların da bunu görmesini birazcık sağlasa keşke.
Suriye’deki durum neticelenmiyor ve neticelenecek gibi de görünmüyor. BM duruma müdahil olmuyor olacak gibi de görünmüyor. Ne zaman bir yaptırım kararı gelse BM Güvenlik Konseyi’ne Rusya ve Çin veto ediyor. Etmeye de devam edecek gibi görünüyor. Üstelik örgüt devlet hüviyeti kazanmaya çalışan bir IŞİD var artık bölgede, sınırımızda. Bu durumda ne PYD, ne IŞİD, ne Esed ne de BMGK değişmezken ve Türkiye’nin pozisyonu da değişmezken ama bir yandan da bölgede insani durum ağırlaşırken ve şükür çözüm süreci yürürken, Türkiye bu zorlu ağır yükü daha ne kadar taşıyabilecek?
Çevremizdeki bu huzursuzluklar devam ettikçe açık ki en çok Türkiye bundan olumsuz etkileniyor. En azından bize yüksek oranda sığınmacı geliyor. Onun mali boyutları falan da çok yüksek. Ama tabi Suriye ile ilgili çok da görüşme var. Şu an mesela ABD’den askeri heyet var Türkiye’de. Bizim heyetlerimizle birlikte çalışılıyor. Bu tabi Suriye’nin içindeki hem güvenli bölgeler konusunu hem bizim tezlerimizin daha iyi anlatılmasını ve başka konuları da kapsıyor. Bir yandan koalisyonun çalışmaları var. Ama Obama’nın da dediği gibi bu biraz uzun sürecek. Bu bir gerçek. Başta müdahale edilmediği için şu anda bunun kısa bir çözümü de görülmüyor. Esasen şunu samimiyetle söylüyorum. Batı dünyası için bilhassa söylüyorum. Onlar için bunların kısa veya uzun sürmesinin hiçbir önemi yok. Hatta uzun sürmesi işlerine bile gelir. Amerika Irak’ta olmasaydı, Irak’ı o hale getirmeselerdi ne IŞİD ne El Kaide olmazdı. Afganistan o hale gelmeseydi o bölge terör üreten bir durumda olmazdı. Suriye’de Irak’ta bu durumun uzun sürmesi onları ilgilendirmiyor, bizleri bu bölgede olanları ilgilendiriyor. Biz uluslararası camiaya BM’ye kendi tezlerimizi iletiyoruz, Türkiye elinden geleni yapıyor. Bizim yaptığımız başlıca üç çalışma var. 1) insani yardımlar, kapımızı kapamıyoruz. 2) diplomatik çalışmalar 3) tezkere çıkardık. Türkiye’ye yönelik bir şey olursa müdahale edeceğiz veya uluslar arası işbirliği içinde atılacak adımlar varsa o tezkere bizim için hukuki bir zemin oldu. Genel olarak Suriye ile ilgili durum böyle, yakın zamanda bir çözüm görünmüyor. Türkiye’nin bundan zarar görmemesi yönünde dikkatli ve hazırlıklıyız.
Bir buçuk milyon mülteciye bakıyor Türkiye şu anda. Devlet kurumlarıyla organlarıyla; sivil toplum örgütlenerek kardeşlerine yetişmeye, ihtiyaçları karşılamaya, “Ensar” olmaya çalışıyor. Ama o kadar büyük bir insan kitlesinden söz ediyoruz ki! Ve tabi bahsi geçenler insan! Çok şey yapsanız da yetersiz kalıyor. Bu misafirlik böyle uzun sürdükçe ve yetmedikçe, yük arttıkça, içeride bu kadar büyük bir insan kitlesinin varlığı ve sıkıntıları bir sosyal siyasi patlamaya yol açar mı, buna dair tedbir var mı?
Patlama demeyelim. Kamplarımız var, çok iyi organize edilmiş iyi yönetiliyor, standardı çok iyi, uluslararası standartların üzerinde. Ama ne kadar iyi olsa da dört yıl boyunca insanları çadırlarda tutuyorsunuz. İnsani bir durum değil. Bütün bunların bir çözüme kavuşması lazım. Tabi bir de şehirlerimizde her yönüyle denetlenemeyebilen kesimler de var. Ama şu ana kadar hamdolsun Suriyeli mültecilerden kaynaklanan bir güvenlik sorunu yaşamadık. Yaşamayız da. Hatay Reyhanlı’da yaşanan patlama tamamen Esed rejiminin ve onların istihbarat birimlerinin organizasyonlarıyla oldu, asla sosyal bir şey değil, mültecilerle ilgili değil. Biz Suriyeli mültecilerle ilgili çok iyi çalışıyoruz. Ben AFAD ile ilgilenirken de öyleydi, hala öyle. Mali boyutuyla ilgili uluslararası camianın hiçbir desteği olmadı. Ben kuruş kuruş bilirim. 4 milyar doları geçen bir bütçesi vardır ve onun içinde uluslararası destek 200 milyon dolar kadardır, başka da bir şey yok. Bu konuda Türkiye belki haklı politikalar izleyebilir. Ama henüz karar verilmiş değil.
Ne gibi bir politika değişikliğinden bahsediyorsunuz?
İnsanları bu kadar uzun süre kamplarda yaşatmak çok sağlıklı değil, bu kendi görüşüm. Belki yeni yerleşim yerleri falan düşünülebilir.
Ev ortamı mı?
Ev ortamı. Bizim tercihimiz kendi topraklarında güvenli bölgenin oluşturulması ve orada bakılması. O olmazsa belki gelecekte bu yapılabilir. Ayrıca bunların içinde meslek sahibi olanlar var, iş yeri kuranlar var. Varlık kesim de geldiği için öyle de bir durum var, herkes sınırdan gelmiyor. Pasaportuyla gelmiş oturma izni almış şehirlerde yaşıyor. Bunların hepsinin tespiti de iyi yapılıyor. Vasıflı insanlar, meslek sahibi insanlar, Suriye insanı öyledir. Bunlar da değerlendiriliyor. Türkiye bu insanların heba olmaması için daha rahat etmesi için yeni politikalar çalışır düşünür düşünebilir. İnşallah ama esas niyetimiz, kendi ülkelerinde sulh sükûn sağlanır, orada mal varlıkları arazileri tahrip edilmediyse evleri var, inşallah misafirlerimizi kendi ülkelerine güzel güzel uğurlamayı özleyerek bekledik. İlk günlerde 30 bin bizim için çok yüksek bir rakamdı, sonra 100 bin çok büyük dendi. Şimdi ise bir buçuk milyon insan var Türkiye’de. En son gelen 200 binlik Kobani nüfusuyla birlikte sayı epeyce yükseldi.
Çözüm sürecine dönerek şunu sormak istiyorum: Sanki, tarafların sürece, sürecin hedefine dair paradigma farklılığı geldi geldi ve Kobani’de tıkandı kaldı. Şöyle ki; devlet bu süreci silah bırakma, eve dönüş ve normalleşme olarak kodlarken ve en temelde ayrı düştüğü bir toplum kesimini kucaklamak isterken PKK süreçten bir statü kazanmış olarak çıkmak istiyor, 30 yılın görünür bir sonucu olsun istiyor, Kobani’yi de öyle görüyor, gibi. Bu böyle midir? Çıkış noktası nedir?
Öbür tarafın zihin arkasını yorumlamak durumunda olmam. Ya da sizin değerlendirmenizi sizin değerlendirmeniz olarak alırım ama üzerine çok şey söylemek istemem. Ama çözüm sürecinin ana hedefini tekrar ederim burada. Sürecin bir ana hedefi var, şiddetin bitmesi, insanların elindeki silahı bırakması ve evine dönmesi, devletin eve dönüşü güvenli şekilde sağlaması, dağdaki insanın hayatın içine girmesi ve sorunların siyaset içinde değerlendirilmesi. Bundan sonra sorunları olmayacak mı? Olacaktır. Bugüne kadar olamamıştır? Olmuştur. Ama AK Parti hükümetlerinin bir politikası var: İnsanların geçmişte çektiği sıkıntıları gidermek -ki bütün bunları devlet adeta özür dilercesine çözmüştür. Özgür bir ortam sağlamış, bir anlamda terörün de bahanesi olacak bütün mazeretleri ortadan kaldırmıştır. Biz çok samimi, iyi niyetli bir çalışma içindeyiz. Dindar insanlar, nasıl geçmişte sıkıntı çekmişler, kimi kıyafetinden kimi faaliyetinden ibadetinden dolayı, onlar önündeki zorlukları nasıl kaldırdıysak, Kürt vatandaşlarımızın önündeki bütün zorlukları da kaldırdık. Bu, devlet açısından çok ileri ve iyi niyetli bir adım. Ve AK Parti bunu yaptı. Çünkü biz insan yüzlü bir politika yapmak için geldik. Kendimiz bu sıkıntıları yaşayarak geldik. Dolayısıyla biz geçmişte Kürt vatandaşlarımıza yapılanları kendimize yapılmış gibi hissettik. Hissederek çözdük bunları. Bütün bunlar çözülürken, artık ortada mazeret kalmazken artık insanlar evine dönsün, biz onu da sağlayalım toplumumuz huzura kavuşsun dedik. Ama daha ileri sorunları da varsa siyaset ortamı bunun en iyi çözüm yöntemidir, siyaset yapsınlar. Biz siyaset önünde hiçbir engel kalmasın istiyoruz. Uluslararası alanda da çatışma çözümleri dediğimiz bütün örneklere bakın bunu görürsünüz. Biz bunu yapıyoruz.
Ya “onlar”?
Ama onların zihninin arkasında başka şeyler varsa, ya da coğrafyamız zor bir coğrafya. Çözüm sürecine başlıyorsunuz Suriye olayı oluyor, PYD çıkıyor, Kobani oluyor, başka olaylar vs ve sizin içinizdeki çözüm süreci politikanızı etkilemeye başlıyor. Bu Irak için de İran için de geçerli. Dolayısıyla bu coğrafyada onların zihinlerinde önceden olmayan, sonradan doğan hususlar da olabilir. Ama biz onları yorumlamakla falan sorumlu değiliz. Bizim önümüzde bir çözüm süreci var, karşılıklı mutabakat sağlanmaya çalışılan, büyük oranda sağlandığını zannettiğim bir yol haritası var, herkesin taahhütleri var ve o yol haritasının yürümesini bekliyoruz biz. Orada kararlıyız samimiyiz, onların bu konularda yanlışları zaafları varsa da vazgeçirmeye ikna etmeye de hazırız. Onların yerine de düşünüp düşüncelerimizi onlarla paylaşmaya da her zaman hazırız. Türkiye bunları yapmaya değer. Türkiye’nin geleceği için bunu yapmak lazım. İcabında onlarla daha ileri şekilde de paylaşırız. Biz hükümetiz çünkü en ileri adımları bizim atmamız lazım.
Tarafların taahhüt ettiklerini, verdikleri tarihlerde yerine getirip getirmediğini takip edecek bir ‘üçüncü göz’ün varlığının işleri kolaylaştırdığı, tarafları bağladığı, çatışma çözümlerinde bilinen faydası görülen bir uygulama. Türkiye’deki süreçte şu ana kadar bu olmadı. Bundan sonrası için bu işlevi görecek sivil bir yapının sürece eklenmesi mümkün mü, bir çalışma ya da öngörü var mı?
Hükümetin kararından bağımsız olarak kendi düşüncem olarak ben buna hep olumlu baktım, önemli görüyorum. Sivil katılımın fazla olması çözüm sürecini güçlendirecektir diye düşünüyorum. Onun için Başbakanımızın Genel Başkanımızın Pazar günü, bu toplumun her kesiminden bu konularda çok iyi yetişmiş ve doğrusu bölgelerde de çok iyi fonksiyon gören Akillerle bir araya gelmesini çok önemli görüyorum. Bu görüşmenin içinden buna benzer birkaç pratik adımın çıkacağını da zannediyorum. O toplantıdan sonra belki sizleri tekrar bu konunun içinde daha fazla değerlendirecek bazı tekliflerle de karşılaşabilirsiniz. Sürecin yürümesini gözetleyen, haksızlıkları falan dillendirebilecek bir gözün olması lazım doğrusu. Ben buna inanıyorum. İnsanları, tarafları sığaya da çekebilmeli, eğer yanlış yapıyorsa.
O zaman üçüncü göz de yerli olacak diyebilir miyiz?
Biz başından beri o kanaatteyiz. Çözüm süreci yerli bir projedir. Bazı ülkeler çatışma çözümlerinde dışarıdan üçüncü göz ithal etmiştir, hakem rolünde bazı isimler almıştır. Bizim de önceki dönemde, Avrupa’daki görüşmelerin sürdüğü dönemde o tür deneyimimiz var. Ama biz onlardan zarar gördük. Onun için Türkiye kendi içinde bunu yapsın istedik. Mümkün olduğunca bu konuda aklı yeten, birikimi olan herkes rol alsın. Akil İnsanlar Türkiye’ye has özel bir uygulamadır. Bu konuda yazan çizen düşünen birikimi olan, toplum önderi olan her kesimden herkesi buraya davet ettik ve çok faydalandık oradan. Dolayısıyla bundan sonrasının da yine yerli olarak yürümesini tercih ederiz.
Sürece hiç ‘dış’, ‘dışarlıklı’ aktör, faktör katılmadı mı şu ana kadar?
Benim şu ana kadar bu süreçte dış diyebileceğimiz ama onu da çok dış saymayız, sadece Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile biz bu konuları görüşmüşüzdür ve katkılarını da almışızdır. Çünkü örgütün yerleşim yeri orada ve Kürt kimliği içinde de oldukları için. ‘Dışarı’ olarak sadece onlar var. Onun dışında başka bir üçüncü ülke yoktur. Anlatmışızdır ama hiç birini devreye sokmamışızdır.
Epeydir bilinen bir durumun Kobani protestoları sebebiyle şiddete evrildiğini gördük. Örgüt bölgede başka bir siyasi yapılanmaya zaten müsaade etmiyordu bu defa şiddete başvurdu ve korkutucu bir durum görüldü; daha önce PKK devlete karşı geliyordu şimdi Hüda-Par özelinde iki farklı toplumsal siyasal kesim karşı karşıya geldi gibi oldu. Soru şu: Şu ana kadar Çözüm sürecinin hatırına devletin bir güvenlik zafiyeti oldu mu? PKK’nın suistimal ettiği bir alan boşalması mı yaşandı bölgede?
Önemli bir soru. Önce şu noktaları ekleyerek oraya geleyim. Bir defa parti olarak, HDP olarak insanları sokağa çağırdılar, dikkat edin. Parti miting yapabilir ama sokağa çağıran siyasi parti olmaz. O çağrısına uyan, katılan, her tür katılımı sağlayan vatandaş sayısı 150 bin civarıdır. İstanbul’da nerede ne kadar sokak sokak biliniyor. Ve HDP’nin kendi tabanı dışında -ki kendi tabanının da çoğu katılmamıştır- en yakın militan tabanı diyebileceğimiz kesimi dışında hiçbir kesim, hiçbir vatandaş kesimi katılmamıştır. Fevkalade yalnız kalmışlardır. Bu çok önemlidir.
Hüda-Par ile ilgili durum?
Onun bir zemini var, evvelden beri var. Maalesef şu ortamda da bunlar saldırmıştır, Hüda-Par değil. Hüda-Par savunmuştur. İki toplum kesimi karşı karşıya geliyor’dan ziyade bunlar tahripkâr davranmıştır, hem bizim AK Parti binalarına, kamu binalarına hem de Hüda-Par’ın parti teşkilatlarına falan. Bizim gördüğümüz o. Olan budur.
Peki, üçüncü nokta; bölgede bir güvenlik zafiyeti oldu mu?
Bizim doğrusu çözüm süreci devam ederken zaman zaman yaşadığımız bir zorluktur. Bir yandan çözüm süreci sürsün istiyoruz, bir yandan da güvenlik aksamasın. Ben kendim o zaman işin başında olarak, bütün arkadaşlarımız, o zaman ki Başbakanımız Tayip bey, her zeminde hep şunu söyledik. Çözüm Süreci bölgede hukuk dışılıklara göz yummayı asla gerektirmez. Eğer mülki amirliklerde veya güvenlik birimlerinde, orada bir yanlışlık yapılıyor, örgüt mensupları oralarda yol kesiyor, para topluyor vesaire var ve bunlara müdahale edilmiyorsa suç işliyordur. Öyle bir iki soruşturma da var. Yol kesme olayından sonra jandarmaya soruşturma açıldı niye bunlara daha önce müdahale etmediniz diye. Birileri bunu kasten yaptı…
…Paralel yapı mı?
Paralel yapı veya başkası, genelliyorum ben, çözüm sürecini istemeyenler. Bakın süreç var ama güneydoğuda bu terör örgütü her yere hakim oluyor, falan gibi biraz da çözüm sürecini yıpratıcı bir politika olarak bu kullanıldı. Bu, en önemli toplantılara bile geldi. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında herkes oradayken “bakın” dedik, “çözüm süreci güvenlik birimlerimizin sessiz kalması gibi bir şeyi getirmiyor”. Bütün bunlar olmasın diye çözüm süreci var, bölgede bunlar terör estirecekse çözüm sürecinin ne değeri kalır. Doğudaki batıdaki vatandaşın kafasını da karıştırdılar. Bazı valiler şöyle diyormuş, “biz görüyoruz ama çözüm süreci için müdahale etmiyoruz.” Böyle şey olur mu? Bunun çözüm süreciyle hiç alakası yok. Hükümet çok kararlı. Bundan sonra daha da artacak.
Görüşüldü mü peki bu tacizler, hukuk dışılıklar?
Elbette. Bunlar heyetlerimiz arasında, siyasi kesimde hep gündeme gelmiştir. “Bunları yaparsanız müdahale edilir”. Onlar şunu demiştir: “Bizim de gücümüz yetmiyor”. Burada da çözümü istemeyen kesimler var. Sürece inanmayan ve yürümesin diye uğraşanlar var, örgütün veya partinin içinde yahut o kesimde. Hakkari’ye gittim orada hanım belediye başkanı var, karşıladılar, dedim ki “bakın burada böyle şeyler oluyor, insanları tehdit ediyorlar, alıp götürmüşler”. “İnanın” dedi “biz de baş edemiyoruz, bizlerden de çok şeyler istiyorlar, gücümüz yetmiyor”. Konuştuklarında samimi veya değil, ama siyasi kesimin yaklaşımı hep böyle oldu. Ama biz şunu söylüyoruz, o zaman da, şimdi de. O zaman da Başbakanımız Tayip Bey, bunların üzerine tavizsiz gideceksiniz diyordu. Şimdi aynısını yeni Başbakanımız da söylüyor. Ve orada eğer güvenlikle ilgili bir sorun varsa İstanbul’da ne kadar müdahale ediyorsa orada da edecektir. Bundan vatandaşlarımızın hiç tereddüdü olmasın. Süreçle ilgili çalışma yürüten hiç bir kurum, hiç kimse “çözüm süreci var, güvenlik zaaflarına göz yumalım” dememiştir diyemez. Bunu derseniz devlet olamazsınız. Bunu çözüm sürecine bağlayanlar aksine, süreci yıpratmak için bağladılar ve zaaf ürettiler. Yol haritasının ilk safhası budur: “Bölgede bu tür hukuk dışı hiçbir eylem olmayacak, hepsi duracak. Bunu sona erdirmeden öbür safhaya geçilmeyecek”. Ta o zaman bizim yol haritası taslağı ortadaydı, bu yine vardı şimdi o olgunlaştı.
Peki, karşı taraf bunu sağlamayı taahhüt etti mi, okey dedi mi?
Okey demiştir. Başka ne diyebilir ki. Ben orada eylemlere devam edeceğim diye bir şey diyebilir mi, çözüm süreci diye bir şey olur mu? Dolayısıyla bundan sonra bu daha kararlı şekilde yürütülecek. Öyle yorumlayanlar yanlış yorumlamıştır.
Yol haritası içinde peki Kandil’in İmralı’ya gitmesi, HDP dolayımlı değil de doğrudan görüşmek var mı?
Benim hatırladığım böyle bir şey yok ama yol haritasının son şeklini bilmiyorum, Hükümet çalışıyor, ben partideyim, Hükümet’te olgunlaşıp açıklanmayan bir şeyi açıklamak da istemem. Doğrusu son zamanlarda süreçle ilgili çok fazla konuşmuyorum, konuşmak da istemiyorum, o sorumluluğu Hükümetteki arkadaşlarımıza devretmiş oldum, onlardan duyduklarım üzerine yorum yapabilirim ama siz bu konuya başından beri emek verdiğiniz için bu röportajı sizinle yapmış oldum. Yoksa hiçbir yerde süreç ağırlıklı bir görüşme yapmıyorum.
Kabul ettiğiniz ve sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim. Tecrübenizin ve yorumlarınızın kamuoyuna ulaşmasına aracı olmak istedim. Şu noktaya geçmek istiyorum. Akil İnsanlar Heyeti raporları da gösterdi ki ülkenin doğusuyla batısı arasında meselenin mahiyeti de dahil olmak üzere çözüm yöntemi, takvimi ve muhatabıyla ilgili bilgi algı duygu farklılığı var. Bu, sürecin bir gerçeği. Sorum şu: AK Parti de büyük bir kitle partisi ve ülkenin yedi coğrafi bölgesinde de var. Aynı bilgi duygu algı farklılığı AK Parti’de de var mı?
Biz büyük ve geniş bir partiyiz, çok farklı kesimler partimizin şemsiyesi altında. Biz bir Türkiye partisiyiz. Teşkilatımızın olmadığı bir il ilçe söz konusu olamaz. AK Parti bayrağı Türkiye’nin her yerinde dalgalanır, ay-yıldızlı bayrağımızla beraber. Gücümüz de buradan gelir. Biz güneydoğuda da HDP’dan falan fazla Kürt kardeşlerimizin oyunu alan partiyiz. Bütün bunları göz önüne alarak; tabi ki yaklaşım farklılığı olabilir ama bunlar asla ileri seviyede tartışma konusu bile olmaz. Oturur konuşuruz. Sorular sorulur cevaplanır ve sonuçta herkes daha iyi birbirini anlayarak ayrılır. Partimiz böyledir. Her hafta MYK yapıyoruz. İl başkanlarımız, belediye başkanlarımız, kadın kollarımız, gençlik kollarımız, bölge milletvekillerimiz sürekli bir araya gelir. Bazı yerlerde sorular oluşuyorsa ki, olur, açıklamalar yapılır anlatılır. Partimiz için sürece katılanlar katılmayanlar anlamında bir ayrım söz konusu değil.
Türkiye için durum nasıl sizce?
Türkiye için de öyle görüyorum. Endişesi olanlar olabilir. Çözüm süreci inşallah hedefine ulaşır şeklinde düşünüyor herkes. Elbette hainler süreç
AK Parti iktidara gelir gelmez yaptığı ilk icraatlardan biri bölgedeki olağanüstü hali kaldırmak olmuştu. 12 yılın ardından Kobani olayları dolayısıyla bölge illerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ardından da güvenlik paketi gündeme geldi. Güvenlik-özgürlük sarkacında kazanımlar kaybedilecek ve ibre güvenliğe tedbire dönecek endişeleri var malum?
AK Parti’nin varlık nedeni Türkiye’yi normalleştirmek sivilleştirmektir. Daha fazla özgürlük insan hakları gerçeklensin içindir. Sessiz Devrim kitabımıza bakarsanız yaptıklarımız görülür. Hemen şu günlerde bir iki küçük değişiklik oluyor diye bu tür yorumlar yapılmasını çok garipsiyorum. Hele CHP’nin genel başkanı çıkmış 12 Eylül döneminin uygulamaları geri döndü falan diyor. Bunlar 12 Eylül’ü yaşamamış. 12 Eylül’de gözaltı süresi 90 gündü! Ben kendim bir ay kaldım gözaltında. O günlerle bugün karşılaştırılamaz bile. Neymiş dinleme kararlarında küçük bir değişiklik olmuş. Daha önce ağır cezada üç hâkimin imzasıyla dinleme yapılabiliyordu ama son zamanlarla ilgili güvenlik birimleri tıkandık, karar çıkmıyor, önleme dinlemesi yapamıyoruz, tedbir için gecikiyoruz dedi. Yasalar donuk değildir. Sorun çözerken bir tıkanıklık olursa değiştirirsiniz. Bunu şimdi yeniden sulh cezaya veriyorsunuz, yine mahkeme kararı. Ayrıca çok zengin bir şart getiriyor. Kişinin kimliği belli olacak, sahte isimle olmayacak gibi. O bir reform paketi olarak çıkacak. Ana muhalefet lideri çıkıp bunu böyle yorumlarsa orada iyi niyet bulamazsınız. Ak Partinin bir ilkesi daha fazla hak ve özgürlük daha fazla demokrasi. Orda geri gidersek varlık sebebimiz ortadan kalkar. Orada bir geri dönüş falan olmaz.