Geçtiğimiz hafta sanat hayatının 50. yılını kutlayan Ataol Behramoğlu, aşk, şiir, hayat, Cumhuriyet Gazetesi üzerine değerlendirmelerde bulundu. İnsanların her şeye inancını yitirdiğini vurgulayan Behramoğlu, sözlerini “Sadece aşka değil. Kendimize önce... İnsan olmanın değerli bir şey olduğuna inancımızı yitirmek üzereyiz” şeklinde sürdürdü.
Kendi sanat yaşamına dair, “Geniş kitlelere giden, çok insanın sevdiği az sayılmayacak sayıda şiirim, müthiş bir tatmin duygusu. Tasarladığım şeylerin büyük çoğunluğunu yerine getirdim. Keşkeler yok gibi” açıklamalarını yapan Behramoğlu, yazarlık yaptığı gazetesinin zor durumda olduğunu, “Olup bitenler korkunç gazetemde ama yıpranmasın diye duruyorum, bırakıp gidemiyorum” cümleleriyle değerlendirdi.
Balçiçek İlter’e konuşan Ataol Behramoğlu’nun Habertürk’ün bugünkü (9 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan söyleşisinin ilgili kısmı şöyle:
50. sanat yılı... Dile kolay. Neyin tadı kalmış damağınızda?
1965 yılında ilk yazım yayınlandı. Yaşarken 50. sanat yılı güzel geldi.. İnsanlar hep merak ederler “Öldüğümden sonra ne diyecekler?’’ diye... Ona tanık oldum, güzel geldi. Hayatımdan çok güzel kadınlar geçti. Ve çok güzel kadınlar oldu, şimdi de var. Çok mutluyum. Çok büyük şans. Ayrıca bir kızım var, bir kız babası olduğum için müthiş mutluyum. Geniş kitlelere giden, çok insanın sevdiği az sayılmayacak sayıda şiirim, müthiş bir tatmin duygusu. Tasarladığım şeylerin büyük çoğunluğunu yerine getirdim. Keşkeler yok gibi.
Müthiş aşk şiirleriniz var, inanıyor musunuz hâlâ aşka?
İnanmak ne kelime, onun için yaşıyorum. Ve bugün aşka, duygusallığa ihtiyaç var. Şaşırıyorum gençlerin az duygulu olmalarına... Ama ben insana inanmayı hep sürdürdüm çünkü insanın varoluşu bir mucize. İnsanlık önemli bir cevher ve güzele, iyiye doğru evrilmesi lazım.
Aşka inancı yitirdik mi?
Her şeye inancımızı yitirdik, sadece aşka değil. Kendimize önce... İnsan olmanın değerli bir şey olduğuna inancımızı yitirmek üzereyiz. Tamamen bireyseliz. Sistemlerle alakalı tabii. İnsan bencildir ama bir bebek dünyaya merakla, sevinçle, sevgiyle bakar; sonra kirlenir.
Şiire ihtiyacımız var mı?
Farkında olunmadan evet. “Hiç şiir okumaz’’ diyeceğin biri bile karşılaştığı zaman etkilenebiliyor. Kabuğunu kaldırmak lazım, yüreği atıyor. Şiir o kabuğu kaldırmada en etkili sanat dallarından biri.
Siyasetin ihtiyacı var mı?
Ah o kadar var ki... Dil katılaşmış, saldırganlaşmış, sığlaşmış. Ama şiiri bir malzeme olarak kullanmak değil, konuşmaların içine özümsetmek lazım.
Biraz moda galiba?
Fena bir şey değil aslında ama keşke özümsense...
Kılıçdaroğlu kürsüden bir şiirinizi Yunus diye okudu, siz de “Saray’daki yapınca tefe koyuyoruz!’’ diye yazdınız sosyal medyada.
Evet. Sonra zarif bir telefon aldım Kılıçdaroğlu’ndan, “Biz sizi çağımızın Yunus’u görüyoruz’’ dedi.
Bu ülkede şair olmak nasıl bir his?
Aptallar vardır, her şeye gülerler; ben biraz abdal gibiyim, iyimser bakıyorum. Her yerde sevgi var. Makalelerimde canına okuduğum siyasetçilerin bile gizliden gizliye bazı şiirlerimi sevdiğini biliyorum.
Çelişki yok mu?
Hem aşk şiiri yazıyorsunuz hem birilerinin canına okuyorsunuz. Oluyor tabii. Hep iyi şeyler yazmak isterdim doğrusu. Tevfik Fikret de “Yiyin efendiler’’le hatırlanmak istemezdi. İntikam, çıkar ya da garezle değil de iyilik için yapıyorsan çelişkiye biraz daha göz yumulabilir.
“O şiirleri yazan siz, beni niye ötekileştiriyorsunuz?’’ diye soran var mı?
Hafif bir kırgınlık yaşadıklarını hissediyorum. 1960’lı yıllarda hedefimiz sosyalist Türkiye idi. Karşımıza polis çıktı, başkaları çıktı, her şeye rağmen diyalog vardı. Tartışabiliyorduk. Birleştiğimiz değerler vardı. Laiklik, Cumhuriyet değerleri, kadın-erkek eşitliği. Şimdi öyle bir yere geldik ki hedef geride kaldı. Müthiş zıtlaşmalar var.
Siz sosyalist misiniz?
Evet, emek ve adaletten yana bir insanım. Ama belki de hayatımda ilk defa “Emekli maaşımı muntazaman alabilecek miyim?” diye bir endişe yaşıyorum. Babamın böyle bir endişesi yoktu. Güvensiz bir ekonomi, taşeron sistemi. Ayrıca daha önce günlük yaşamda din baskısı hissetmedim. Bütün Anadolu’da gezdim. Sıcacık güzel yaşanırdı. Karşılıklı saygı vardı... Bugün din silah haline geldi. Dindar olmayanlar bile mevlit okuturdu, o kadar iç içe girmiştik. Ben bile dua bilirim.
Başbakan size dava açtı...
Dönemin Başbakan’ı... Hâkim reddetti. “Seçimlerde kaybetseler bile bunlar gitmez’’ dedim, hakaret yoktu. Haydar Ergülen, Tayyip Erdoğan’a sormuş sanatçılarla kahvaltıda. “Nasıl olur da Ataol Behramoğlu’na dava açıldı?’’ demiş, o da “Benim haberim yok, avukatlar yapmıştır’’ diye yanıt vermiş.
Daha önce başınıza gelmiş miydi?
Daha ağırı başıma gelmişti. 1982’de cezaevinde “Barış Derneği’’ davasından hakkımda açılan bir başka davadan Yargıtay verilmiş kararı onayladı. Cezaevindeki süreyi ona saydılar. İşkencede öldürülmüş bir delikanlı hakkında bir demeç vermiştim.
Kim dava açtı peki?
Süleyman Demirel. Yargıtay davayı onayınca 1 yıl ceza aldım. Ve ben içeride boşuna yattığım dönem için tazminat davası bile açamadım. Yani Cumhurbaşkanı sayesinde 1 yıl içeride yatan şairim ben.
Demirel hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne hissettiriyor size o isim?
Sana ne hissettiriyor? (Gülüyor) Çok günahı var ama bir taraftan da çok değişti tabii. Demirel’in Deniz Gezmiş’lerin idam cezasını onaylaması elbette unutulmaz. Ama her şeye rağmen Demirel bugünkülerden daha yurtsever bir adam.
Bir sosyalist olarak affettiniz yani Demirel’i?
Evet affettim.
Ne oluyor Cumhuriyet’te?
Önce şunu söyleyeyim. Ben söz sahibi olsam Charlie Hebdo kapağını yayımlardım çünkü kapaktaki figürün Hz. Muhammed olduğuna dair hiçbir ibare yok. Utku’nun çıkarılması beni çok ama çok üzdü. Ankara’dan söküp getirdiler çocuğu. Bu Charlie Hebdo olayından dolayı sanırım. O, “Kapak girmesin!’’ diyenlerden. Cumhuriyet Gazetesi’nin elbette değişime ve tirajının artmasına ihtiyacı var ama bu gelişmenin onu o yapan temeller üzerinde olması gerekir. O temelleri oynatamazsın. Böyle bir gazetede bu kadar kısa süre içinde bu hareketler, bu haller çok yanlış. Şaştım kaldım. Utku’nun nasıl çırpındığını gördüm ve işsiz kaldı şimdi böyle bir gazeteci. Genel yayın yönetmenliğinden sonra ne iş yapar? Ankara’yı da batırdılar. Niye geldi Utku Çakırözer, niye gitti?
Işık Kansu’nun ayrılması?
Olacak iş değil. Ben de ayrılmayı düşünüyorum, 20 yıl oldu yazalı. Haftada iki kez. Olup bitenler korkunç gazetemde ama yıpranmasın diye duruyorum, bırakıp gidemiyorum.
Aydın Engin hakkında ağır bir yazı kaleme almıştınız.
O bir yazı analiziydi. Olaylara ahlaki açıdan bakarım. Sana saldırdılar biliyorsun Kabataş olayında, o anda saldırmak en kolay iştir, oysa ben olaya bütün olarak bakarım, o güne kadar olan Balçiçek’e bakarım. Eleştiririm ama varlığına, kimliğine laf söylemem, söyletmem. Aydın Engin yıllarca başka bir gazetedeydi, sonra geldi ama öyle bir geldi ki sanki hep buradaymış gibi, en çok söz sahibiymiş gibi davrandı. İlhan Selçuk yaşıyor olsaydı ve Sözcü’ye bu şekilde “Yılmaz Özdil faşizan, o gazeteye yakışır’’ dese yine eleştirirdim. Cumhuriyet yazarlarının kendi köşelerinde söyledikleri sözler herkesi az çok bağlar.
Polemik büyümedi...
Hikmet Çetinkaya telefon etti, “Keşke yapmasaydın, hep beraber gazeteyi geliştirmemiz lazım. Ben Aydın’a söyledim, o da ‘Cevap vermesin, bu işin sonu gelmez’ dedi.” Bugün Cumhuriyet Gazetesi’ni oynak bir yapı haline getirdiler. Yeni gelenin ne zaman gideceği ne malum? Bu gidişle gazete batar. Bu haliyle olmaz, tiraj düşer. Çok üzülüyorum olanlara. Gazeteye gitmeyi canım çekmiyor, ayıp geliyor Utku’nun arkasından. Adam işsiz yahu...
Gazeteyi bırakırsanız ne yapacaksınız? Nerede yazacaksınız?
Ben gazeteci değilim ki. Bu saatten sonra yazmasam da olur. Şiir yazıyorum zaten. Canım çekmiyor köşe yazmayı artık.
Röportajın tamamı için tıklayınız.