Gazeteci-tarihçi Murat Bardakçı, Mustafa Kemal Atatürk’ün İttihad ve Terakki’nin “tehcir” politikasını desteklemediğine ilişkin söylemlerin yalan olduğunu belirterek, “Ermeniler’in katlettiği devlet adamlarının ailelerine Atatürk’ün isteğiyle o dönem için servet sayılacak maddi yardımlarda bulunulduğunu göreceksiniz” dedi. Bardakçı yarıdmların kaynağının "Tehcir edilen değil ama Türkiye’yi terk etmiş olan Ermeniler’den bazılarının gayrımenkulleri" olduğunu söyledi.
Murat Bardakçı, İttihad ve Terakki liderlerinin özel arşivlerindeki belgelerden yola çıkara kaleme aldığı 2008 tarihli “Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi”nin ardından “İttihadçı’nın Sandığı” kitabını yayınladı.
Murat Bardakçı, HaberTürk gazetesiden Gülenay Börekçi’ye verdiği söyleşinin bir kısmı şöyle:
“İttihadçı’nın Sandığı”nda Atatürk dönemiyle ilgili belgeler yer alıyor, bunların önemi nedir?
Diasporanın ağzından konuşan bazı çevreler, bugüne kadar Türkiye’de bir konuda hep yanıltıcı propaganda yaptılar ve Atatürk’ün Ermeni tehcirine karşı çıktığını, hiçbir şekilde İttihad ve Terakki’nin tehcir politikasını desteklemediğini, bu konuda partinin eski yöneticilerini her vesileyle suçladığını söylediler. Bu, Türkiye’ye karşı anti-propaganda maksadıyla oluşturulmuş büyük bir yalandı. Kitabın ilk bölümündeki belgelerde, Ermeniler’in katlettiği devlet adamlarının ailelerine Atatürk’ün isteğiyle o dönem için servet sayılacak maddi yardımlarda bulunulduğunu göreceksiniz.
Kaynağı neydi o yardımların?
Tehcir edilen değil ama Türkiye’yi terk etmiş olan Ermeniler’den bazılarının gayrımenkulleri...
Aslında bundan önce İttihad ve Terakki’yi konuşmalıydık belki de... İttihad ve Terakki tam olarak neydi?
İlk kurulduğu dönemde bir gizli cemiyet, daha sonraysa resmi bir siyasi partiydi. Bugün hakkında çeşitli yorumlar yapılıyor ama bunların çoğu yanlış. İttihad ve Terakki, Sultan Abdülhamid yönetimine karşı harekete geçen Jöntürkler’in sonraki nesli tarafından oluşturulmuş siyasi bir örgüttü; sonra da siyasi bir partiye dönüşmüştü. “İttihadçı zihniyet Türkiye’ye ne getirdi, halen devam ediyor mu?” şeklinde tartışmalar sürüyor ama hepsi tarih bilmemekten kaynaklanıyor. Uzun yıllar önce kendi kendini feshetmiş bir siyasi partinin ruhu bir hayran kitlesinde devam edebilir belki ama uygulamada devam edemez... Tarihi olaylar meydana geldikleri dönemlerin şartlarıyla değerlendirilmeli. İttihad ve Terakki’nin kuruluşunda iki ana sebep vardır. Birincisi, Sultan Abdülhamid’in istibdadına ve iktidarına son vermek; ikincisi, dağılma sürecine girmiş olan imparatorluğun toparlanmasını sağlamak yahut hiç değilse o süreci yavaşlatmak.... Bunun dışında başka bir sebep yoktur. Bugüne bakın; ne dağılmak üzere olan bir imparatorluk var, ne de Sultan Abdülhamid tahtta...
İttihad ve Terakki bugün Ergenekon’a falan bağlanıyor.
Boş laf bunlar! Aradan 100 yıl geçmiş, şartlar tamamen değişmiş. Bugünkü hiçbir oluşumun, kuruluş ve varoluş maksadı ortadan kalkan ve 1918’de tarihe intikal eden bir siyasi partiyle alakası olamaz.
İttihad ve Terakki hedeflerini gerçekleştirebildi mi?
1909’da Sultan Abdülhamid’i tahttan indirdiler. 1913 sonrasında tek başlarına iktidara geldiklerindeyse, dağılma sürecini engellemeye çalıştılar ama bu kez başarılı olamadılar.
Kitabınıza dönersek; “İttihadçı’nın Sandığı”ndaki belgeleri nasıl temin ettiniz?
Bana ilk kez toplu halde evrak veren kişi rahmetli Talât Paşa’nın eşi Hayriye Hanım’dır. 1983’te vefat etti. Onu her zaman rahmetle anarım. Kendisi beni bu konuda ilk teşvik eden kişidir.
Kitapta İttihad ve Terakki’nin ileri gelenlerinin yazışmalarından oluşan toplam 220 belge yer alıyor. Hepsi özel arşivlerden bulduğunuz belgeler. Özel arşivlerin önemi nedir?
Tarihi bir dönemi, olayı, kişiyi araştıran akademisyenler, araştırmacılar veya gazeteciler resmi belgeler ve evrakla yetinmez, mutlaka özel arşivlere de girmeye çalışır. Resmi belgelerde bulamayacağınız şeyler özel arşivlerde muhakkak vardır. Fakat bizde özel arşivlere girilmez; özel arşivler kullanılmaz bile. Aileler ellerindeki belgeleri göstermez, çünkü Türkiye’de bir belge korkusu vardır.
“Başıma iş açılırsa” korkusu...
Tabii. Kâğıt sevmeyen bir millet olduğumuz için bir devlet adamı ölünce, karısı elde ne varsa yakar. Çok rastlanır böyle şeylere, şahit olmuşsunuzdur. Belgeye, evraka önem verilmez. Korunabilen belgelere ulaşma becerisini de tarihçiler gösteremez. Halbuki bir konuda yazacaksanız, o konunun dışında kalarak yapamazsınız bunu, içinde olacak, hissedeceksiniz. O dönemi teneffüs edecek, o çevreyi tanıyacaksınız. Tanımadan çok zor.