Atatürk Havalimanı saldırısının 5. yılı: IŞİD Türkiye için hâlâ tehdit mi?

Atatürk Havalimanı saldırısının 5. yılı: IŞİD Türkiye için hâlâ tehdit mi?

Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Atatürk Havalimanı’nda gerçekleştirdiği terör saldırısının üzerinden tam beş yıl geçti. 28 Haziran 2016'da gerçekleştiren saldırıda 45 kişi yaşamını yitirirken, yüzlerce kişi yaralandı.

Havalimanının Dış Hatlar Terminali'nde saldırganlar önce silahlarla etrafa rastgele ateş açmış, ardından üzerlerindeki bombayı patlatmışlardı. Bu saldırı IŞİD’in aynı yıl içerisinde İstanbul’da düzenlediği üçüncü saldırıydı.

Türkiye 2016 yılında çok sayıda terör saldırısının hedefi oldu. Suriye İç Savaşı nedeniyle Türkiye ile birlikte birçok ülke IŞİD tarafından hedef alınıyordu.

Gazeteci Musa Özuğurlu

Peki o günden bugüne IŞİD, Türkiye için hâlâ tehdit mi? Ortadoğu konusunda uzman gazeteci Musa Özuğurlu ile konuştuk.

DW Türkçe: Atatürk Havalimanı ve Reina saldırılarıyla IŞİD neyi hedefledi?

Musa Özuğurlu: Bu tür örgütlerin propaganda aracı olarak bu tür eylemler yaptıklarını biliyoruz. Tabii burada çok da ağır birtakım sonuçlar var, sonuçta insanlar hayatlarını kaybediyorlar, dehşet saçılıyor ortalığa. Ama terör kelimesinin kökenine baktığımız zaman, bu tür örgütlerin de aynı zamanda saiklerine baktığımız zaman en baştan beri Kuran’dan birtakım ayetleri ya da kendilerine ulaşmış olan birtakım hadisleri dayanak olarak gösteriyorlar. Bunu bu şekilde yorumluyorlar. Ve bunun üzerine aslında bu tür eylemler yapıyorlar. Dolayısıyla topluma vermek istedikleri mesajı dehşet ve korku saçarak vermeye çalışıyorlar ve gelecekle ilgili hedeflerine de bu yoldan ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Reina saldırısı ya da Atatürk Havalimanı saldırısıyla ve buna benzer eylemlerle ilgili olarak bir açıdan baktığımız zaman söyleyebileceklerimiz bunlar.

Saldırganlardan birinin video görüntüsüSaldırganlardan birinin video görüntüsü

"Kararlı duruş daha caydırıcı olurdu"

Atatürk Havalimanı'ndaki terör saldırısı davasında 46 sanık yargılanırken, altı sanık "anayasayı ihlal" ile 45 kişiyi "tasarlayarak kasten öldürme" suçundan 46’şar kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı. Firari dört tanığın dosyası ayrılırken 26 sanık kesin ve inandırıcı delil olmadığı gerekçesiyle tüm suçlardan beraat etti. Dava sürecinde adalet mekanizmasının işlediğini söyleyebilir miyiz?

Verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına baktığımız zaman bir şekilde ağır cezalar verildi ancak bunlar gerçekten de toplum içerisinde caydırıcı mı ya da bu militanlar açısından, uyuyan hücreler açısından, bu örgüte sempati duyanlar açısından caydırıcı mı? Bu sorunun sorulması gerekiyor elbette. Tabii yasaların öngördüğü en üst düzeyden cezalar verilebiliyor doğal olarak. Burada zannediyorum asıl yapılması gereken, yasaların değiştirilmesi ve daha ağır birtakım cezaların ortaya konulabilmesi. Çünkü bu cezaların iki yönü var. Bir tarafı evet, herhangi bir şekilde böyle bir şeye niyetlenecek olanlar açısından caydırıcı olması ama diğer yandan devletin, hükümetin, kurumların, bu tür eylemlere karşı ya da bu tür eylemleri doğuran düşüncelere, düşünce süreçlerine karşı kararlı duruşlarının da ortaya konmuş olması dolayısıyla daha caydırıcı olabilirdi. Aynı zamanda beraat edenler var ya da hala aranmakta olanlar var. Bunlarla ilgili daha sıkı çalışma belki yapılabilirdi. O zaman belki toplum vicdanını rahatlatacak bir karar alınabilirdi. Ama dediğim gibi bu da küçümsenecek bir karar değil.

"Vatandaşlık vermek çok büyük bir çelişki"

Geçen hafta El Kaide'ye bağlı Ecnad'üş Şam adlı cihatçı grubun lideri Ebu Hamza'ya "Manar Alshami" ismiyle vatandaşlık verildiği iddiaları sosyal medyaya yansıdı. Bu grupların Türkiye’deki faaliyetleri yeterince kontrol ediliyor mu?

Böyle bir ismin Türkiye’de kimlik almış olması gerçekten de iktidarın bu meselelere de nasıl yaklaştığını da gösteriyor. Yani bir yandan istihbarat örgütleri az önceki örneğimizde olduğu gibi çok ciddi bir biçimde çalışıyor. El Kaide’nin ya da IŞID’in birtakım hücrelerini çözmeye çalışıyor ancak diğer yandan bu tür icraatlar görülüyor ki bunlar aslında bir şekilde bu çalışmalara zarar veren birtakım kararlar ve aynı zamanda topluma dair kamuoyuna da olumsuz mesajlar veren kararlar. Çünkü sonuç itibarıyla bir taraftan terörle mücadele ettiğinizi ifade ediyorsunuz ancak diğer yandan uluslararası alanda terör örgütü olarak tanınmış olan bir örgütün bilinen bariz mensuplarından bir tanesine vatandaşlık veriyorsunuz ki bu da gerçekten çok büyük bir çelişki.

Peki bu çelişkiyi de dikkate alırsak IŞİD Türkiye için gelecek dönemde büyük bir tehdit oluşturur mu? Uyuyan hücrelerin harekete geçmesini ne tetikleyebilir?

Yakalanan IŞİD’lilerin sayısına baktığımızda gelecekle ilgili büyük bir potansiyel tehditten maalesef bahsedebiliriz. İkincisi çok geçişken bir sınırımız var ve birtakım bölgelerden başka birtakım örgütler adına ya da sivil olarak Türkiye’ye geçiş yapanlar olduğunu veya yapma potansiyeli olanlar olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla Türkiye bunları nasıl kontrol edecek? Yani bu kişilerin kimler olduğunu, nerelere mensup olduğunu, nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu nasıl tespit edecek? Bu gerçekten de çok zor. Buradan baktığımız zaman Türkiye açısından bir tehlikenin olduğunu söyleyebiliyoruz. Ama bunu şöyle biraz açmam lazım; bir taraftan Türkiye bugüne kadar El Nusra ya da IŞİD’i gerçekten çok rahatsız edecek herhangi bir icraatta bulunmadı. Az önce kimlik verme örneğinde olduğu gibi. Ama unutulmaması gerekiyor ki bu örgütler aynı zamanda başka birtakım uluslararası istihbarat örgütleri tarafından da kullanılıyorlar. Eğer bu örgüt, bu örgütün militanları, bu örgütün herhangi bir hücresi Türkiye’ye karşı kullanılmak istenirse işte asıl tehlike o zaman başlayacak.