Ankara
Mustafa Kemal Atatürk araştırmacısı Eriş Ülger, “Fikriye Dizisi”nin üçüncü bölümünde Fikriye Hanım ile Atatürk arasındaki imam nikâhı iddialarını yalanladı. Fikriye Hanım’ın, Atatürk’ün Latife Hanım ile evlendiği haberini alması üzerine Münih’ten Ankara’ya gelme sürecini anlatan Ülger,“Latife Hanım’ın Fikriye Hanım’ı Köşk’ten kovduğunu” belirtti. Ülger, iddia edildiği gibi “Fikriye Hanım’ın vurularak ölmediğini, Atatürk’ün kendisiyle görüşme talebini reddetmesi üzerine intihar ettiğini” savundu.
T24 için arşivini açan tarihçi Eriş Ülger, “Fikriye Dizisi”nin üçüncü bölümünde Mustafa Kemal Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’ın Fikriye Hanım’a dair düşüncelerini,Atatürk ile Fikriye Hanım’ın Direksiyon Binası’ndaki yakınlaşmalarını ve Fikriye Hanım’ın intiharı ile sonuçlanan hikâyesini anlattı.
Ülger, Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule, Fikriye ve iki buçuk yıl evli kaldığı Latife Hanım arasında hiç bir zaman yakınlık kurulmadığını belirtti. Ülger, Makbule Hanım’ın Fikriye Hanım ve annesi Vasfiye Hanım’a dair fikirlerini şöyle anlattı:
“Makbule Hanım, Fikriye’nin annesinin Zübeyde Hanım’a karşı ilgisine hiçbir zaman sıcak bakmadığı gibi, Fikriye’yi de hiç sevmedi. Fikriye ne kadar duyguluysa, Makbule o kadar katı; Fikriye ne kadar hoşgörülü ve içtense, Makbule Hanım de o kadar inatçıydı. Ayrıca Makbule Hanım, pek de açık yürekli değildi.”
“Makbule Hanım’ın hayalinde, yenge olarak Fikriye Hanım’ın ne yeri, ne de şansı da vardı. Latife Hanım’ı da hiç sevmemiş, hatta karşılıklı oturup tanışmamışlardı. Makbule, Atatürk’ün vefatından sonra çevresinde Latife Hanım’ın adının dâhi geçmesine tahammül etmemiştir. Makbule birinden birini tercih edebilir, birinden birine yakınlık, dostluk ve belkide biraz ilgi gösterebilirdi. Ancak Makbule, Fikriye’yi ne kadar sevmedi ise Lâtife’yi de o kadar sevmedi. Bu üç kadın arasında hiçbir zaman küçük de olsa bir dostluk, bir arkadaşlık, bir ahenk kurulmadı, kurulamadı.”
Tarihçi Eriş Ülger, Fikriye Hanım’ın Direksiyon Binası’na gelerek Atatürk’ün hayatına yeniden girişini şu sözlerle anlattı:
“27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal sevgi seli ile Ankara’ya girer. Ziraat Mektebi’nde kendisi için hazırlanan ikametgâhına gider. Mustafa Kemal, Ankara İstasyonu’ndaki hem ev, hem de ikametgâh olarak kullanacağı taş binaya (Direksiyon Binası) taşınana kadar burada kalıyordur. Milli Mücadele başladıktan sonra yoğun tempo başlar ve İsmet Paşa, Kâzım Özalp, Fevzi Paşa, Salih Bozok, Ruşen Eşref, yerli ve yabancı basın üyeleri gibi eve uzaktan yakından gelen misafirler çoğalır; yemek servisi gibi misafir ağırlama işleri de karmaşık bir hal alır. Eve gelen hemen hemen herkes‘Bu eve bir kadın eli değmesi lazım’ der.”
“Bu esnada Fikriye, aile üyelerini tek tek kaybetmeye başlar. Babası Memduh Hayrettin, annesi Vasfiye Hanım, kız kardeşiJülide veremden ölür. Ağabeyi Enver ise Milli Mücadeleye katılmak için Adapazarı yakınlarında Yarhisar’a gider. Fikriye, Akbıyık’taki evde tek başına kalmıştır. Ankara’ya Mustafa Kemal’in yanına gitmeye karar verir. Macit Bey, Fikriye Hanım’ı İstanbul’da alıkoyamayacağını anlayınca, Ankara’ya da haber verdikten sonra Fikriye’yi İstanbul’dan Galata Rıhtımından Ereğli’ye doğru yolcu eder. Ankara’ya gidiş yollarının hepsi işgal kuvvetlerinin gözetimindedir. Fikriye, zor koşullardan sonra artık Direksiyon Binası’ndadır.”
“Mustafa Kemal, Fikriye’yi ‘hoş geldin’ diyerek hem sözleri hem de gülen yüzüyle çok sıcak karşılar. Elini öpmesine fırsat vermeden, alnından öper. ‘Nasıl geçti yolculuğunuz. Çok sıkıntı çektiğiniz muhakkaktır ama gönül ferman dinlemiyor değil mi çocuk?’der. Bu iki cümle Fikriye’yi bir anda havalara uçurur. Kekeleyerek, ‘Paşa Hazretleri, mühim olan buraya sizin yanınıza gelmek ve hep sizin yanınızda kalmak, sevincimden yolculuğumuzun nasıl geçtiğini bile pek hatırlamıyorum’ der.”
Araştırmacı Eriş Ülger, tarihçi Hıfzı Topuz’un, “Gazi ve Fikriye” eserinde yer alan,ayrıca çok sayıda yazar ve Latife Hanım’ın yakınlarından gelen “Atatürk, Fikriye ile imam nikâhlıydı” iddialarına karşı çıktı. Arşivindeki Atatürk’ün yaveri Salih Bozok’un notlarına dikkat çeken Ülger, “Sayın Hıfzı Topuz’un eserindeki iddialar ile bendeki Salih Bozok’un el yazısıyla aldığı notlar taban tabana zıt” dedi. Ülger, iddiaları şöyle yanıtladı:
“Gazi, Fikriye ile imam nikâhı ile de olsa evlenseydi bunu halkından niye gizleyecekti ki?O tarihlerde evlenmek ayıp mıydı? Günahmıydı? Paşa’nın ne Fikriye Hanımefendi, nede bir başkası ile resmi veya gayri resmi bir evliliği yoktur. Paşa, halkına karşı hep son derece saygılı ve her şeyini paylaşan bir kumandan, bir halk adamı, bir devlet adamıydı. Hayatı boyunca halkından hiçbir şeyini saklamadı. En özel duygularını dâhi halkı ile paylaştı.”
“Salih Bozok’un binlerce sayfalık notları arasında bu evlilik ile ilgili tek satır yok” diyen Ülger, “Bozok’un özel not defterinde, Fikriye, Lâtife, Corinne, Hüzün, Bulgar Generali’nin eşi SultanePetroff, Madam HildaChristianus var. Fikriye’nin gizli nikâhı yok” sözleriyle imam nikâhı iddialarına itiraz etti.
Eriş Ülger, Bozok’un notları arasında yer alan şu ifadeleri aktardı:
“Bir ara, yakın arkadaşlarının, baştada Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün şaka yolluda olsa artık evlenmenin zamanının geldiğini ifade etmeleri veya temenni etmelerinden gayrı, Paşa Hazretleri dolaylı bir yoldan dâhi olsa ne Fikriye Hanımefendi, nede bir başkası hakkında evlenme önerisi yapmamıştır. Nerde kaldı ki, Paşa Hazretleri Fikriye Hanımefendi ile evlenmeyi düşünmemiştir bile. Lâtife Hanım ile evliliği dâhi hem benim biraz işgüzarlığım, hem de tesadüflerin sonucunda ortaya çıkan bir evliliktir. Başından da bu evliliğin yürümeyeceği pek belli idi.”
Ülger’e göre, Fikriye’nin Mustafa Kemal Atatürk ile evlenmek istediği ve bunun için çok çaba sarf ettiği iddiaları da doğru değil. Ülger’in Salih Bozok’un defterinden aktardığı notlara göre Bozok, konuya dair şu notları düştü:
“Ne Gazi Hazretleri’nden Fikriye’ye evlenme teklifi yapılmıştı, nede Fikriye Hanım böyle bir evliliğe hazır ve istekliydi. Gazi’nin dizi dibinde olmak Fikriye’nin yaşamının odak noktasını oluşturuyordu. Gazi ile evlenmeyi düşünmemiş veya istememiş olmasının altında ret edileceği korkusu da büyük rol oynamış olabilir.”
“Fikriye, Köşk’ü tepeden tırnağa düzenledikten veKöşk, her şeyiyle hazır hale getirildikten sonra Mustafa Kemal Paşa 1921 Haziran’da Köşk’e taşınır. Fikriye, bir taraftan ‘hala’ dediği Zübeyde Hanım’a bir hastabakıcı gibi bakarken, bir taraftan da Köşk’ün işlerini yapar,gelen misafiri karşılar.”
“Fikriye’nin hastalığının bu yorgunluktan arttığını” söyleyen Ülger, Fikriye Hanım’ın tedavi için Avrupa’ya gönderilme sürecini şöyle anlattır:
“Bu durum, İzmir’den dönen Paşa’nın da dikkatini çekince, Doktor Ömer (Besim) Bey çağrılıyor ve sıkı bir kontrolden geçiriliyor. Endişelenen doktor, ‘Hanımefendi vakit geçirmeden Avrupa’daki bir hastanede, tedavi altına alınmalı’ diyor. Mustafa Kemal, ‘Süratle gerekeni yapın’ talimatı veriyor. Fikriye,‘Paşa Hazretleri beni bir yerlere göndermeyin’ diye direniyor. Almanya’daki tedavisinden önce Bursa’ya birlikte gidiyorlar.”
“Fikriye, Münih’te tedavisi sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın, İzmirli bir kızla evlendiğini duyunca beyninden vurulmuşa dönüyor. Doktorların hastaneden ayrılmaması için yaptıkları bütün ısrara rağmen, bir günde hazırlanıp ilk trenle İstanbul’a dönüyor. İstanbul’a döndükten sonra, Gazi’nin Ankara’ya gelmesine izin vermemesi üzerine kısa bir süre İstanbul’da kalıyor. Daha sonra Gelibolu’ya giderek, Selânik günlerinden tanıdığı bir dost ailenin yanında bir müddet misafir olarak kalıyor. Duygularına hâkim olamıyor ve 1924’ün Mayıs ayında, bir başkasına ait nüfus cüzdanı ile Gelibolu’dan İstanbul’a, oradan da Ankara’ya geliyor. 30 Mayıs günü Gazi ile görüşmek, belki de duygularını anlatmak için Çankaya Köşkü’ne gidiyor. Ancak Köşk’ün kapısında gördüğü muamele ve Gazi’yi görmeme ihtimali, Fikriye Hanım’ın tükenmekte olan umudunun sonu oluyor.”
“Fikriye’nin o gece Çankaya Köşk’ünde kaldığını” söyleyenEriş Ülger’e göre, “Fikriye hastalığı yüzünden geceyi çok zor geçiriyor ve ancak, öğlene doğru uyanıyor.” Araştırmacı Eriş Ülger, o günlere ilişkin arşivindeki notları şöyle aktarıyor:
“Lâtife Hanım, Paşa’nın Köşk’ten ayrılmasından hemen sonra, Fikriye ile karşılaşmamak için Fethi Bey’in eşini ziyarete gider. Akşama doğru Köşk’e dönen Lâtife Hanım, nizamiyede kendisini karşılayanlara, Fikriye Hanım’ın gidip gitmediğini sorar. Köşk’ün kapısından girer girmez, Ali Çavuş’a Fikriye Hanım’ın nerede olduğunu sorar.Ali Çavuş kendisine, ‘Hanımefendi Hazretleri, Fikriye Hanımefendi, hem çok yorgun hem de ayağa dâhi kalkamayacak kadar hasta. Bütün gün hiç yataktan çıkmadı. Ağzına da bir lokma bir şey koymadı…’ der.’”
“Latife Hanım, karşılık olarak Ali Çavuş’a ‘O kadını bir daha gözüm görmesin. Yarın sabah kalktığımda onu burada görmeyeceğim. Ne yap, et yarın onu buradan uzaklaştır. Artık bilemem otele mi, yoksa bir tanıdığına mı götürürsün, ne yaparsan yap, bu işi hallet’ diyor.”
“Ertesi gün akşama kadar Köşk’te yaşam normal seyrinde devam eder. Gazi erkenden Meclis’e, Lâtife Hanım da Fethi Bey’in eşine gider. Fikriye Hanım ise, yüksek ateşin etkisi ile yatağından hiç kalkamaz. Ancak Latife Hanım, Fikriye Hanım’ın Köşk’ten gitmediğini öğrenince ‘Hiç dinlemem. Bir de hastaya bakacak halimiz yok. Kov, gitsin’ der.”
Eriş Ülger, o geceyi anlatmaya şu sözlerle devam etti:
“Latife Hanım’ın son sözleri herkesin kulağında yankılandığı gibi, kısa bir müddet önce gelen Gazi’nin de kulaklarında yankılanıyordu.Paşa çalışma odasındaki koltuğunu arkaya doğru itti. İki elini dudak ve burnunun üzerine gelecek şekilde birleştirdi, aklına geleni yapmamak için his ve düşüncelerini bastırmaya çalışıyordu ki, telefon çaldı. Telefonun öteki ucunda Başbakan Rauf Bey vardı.Gazi o gece Lâtife Hanım ile tek kelime konuşmadı. Geceyi de aşağı katta, hemen çalışma odasının yanındaki küçük istirahat odasında geçirdi. Sabah da erkenden kalkıp, geçmişte karargâh, ara sırada da ikametgâh olarak kullandığı Ziraat Mektebi’ndeki odasına gitti. Banyosunu alıp tıraş olduktan sonra hükümet toplantısına başkanlık etmek için Meclis’e doğru yola çıktı.”
“Köşk’te esen fırtına üzerine Fikriye, hasta haliyle eşyalarını toplar ve Ali Çavuş’tan kendisini bir otele götürmesini ister. Faytona binerler ve bir saat sonra Fikriye, Karaoğlan Oteli’ne yerleşir. Ali Çavuş, ayrılırken otel sahibine Fikriye Hanım’ın çok hasta olduğunu, acil bir durumda haber vermesini söyler.”
“Fikriye Hanım, gecenin sabahında ezanın bitmesini bekledikten sonra yataktan çıkar. Beline kadar inen uzun saçlarını özenle tarayıp toplar. Döpiyesini giyer. Otelin önünde duran faytona biner. Küçük el çantası ve yanından hiç ayırmadığı, Gazi’nin armağanı olan, kulpunun her iki tarafında “F” harfi yazılı Brownikmarka tabancasıda yanındadır.”
Tarihçi Ülger, Fikriye’nin Çankaya’ya ikinci kez gidişini “Mustafa Kemal’e veda”olarak yorumladı:“Son defa onu görecek ve veda edecekti. Belki de ilk ve son defa, yüreğinden taşan coşkuyu, sevgiyi, özlemi, belki bir iki kelime ile söyleyecekti.”
Ülger, bu son ziyareti şöyle anlattı:
“Fayton, köşkün kapısı önünde durur. Nizamiyedeki nöbetçi askerler Fikriye Hanım’ı tanımaz. Fikriye Hanım, ‘Ben Paşa’nın akrabasıyım. İsmim Fikriye. Paşa’yı görmek istediğimi haber verir misiniz’ diye sorar. Nöbetçi erlerden birisi, ‘Hay hay Hanımefendi, hemen içeriye haber vereyim’ der.”
“Birkaç dakika sonra Paşa’nın yaveri Rüsuhi (Savaşçı) Bey gelir. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Buyurun Fikriye Hanımefendi. Ne istiyorsunuz?
- Paşa Hazretlerini görmek istiyorum Rüsuhi Bey.
- Lütfen bekleyiniz, Paşa Hazretlerine arz edeyim.”
“Başyaver Rüsuhi Bey, Paşa’nın huzuruna çıkar. Lâtife Hanım’la salonda sohbet ediyorlardır. Paşa’ya, Fikriye Hanım’ın dışarıda kabul edilmek için beklediğini söylerken, Latife Hanım şöyle der:
- Gene mi o kadın? Daha dün kovdum, gene mi gelmiş?”
“Rüsuhi Bey bir şeyler söylemek ister ama Lâtife Hanım fırsat vermez:
- Ne duruyorsunuz. Söylediklerimi duymadınız mı? Kovun gitsin.”
“Rüsuhi yan gözle Paşa’ya bakar; izin alarak odadan çıkar ve Paşa’nın 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrıldığı günden beri emir subaylığını yapan ve bir anlamda onun gölgesi olan Muzaffer Bey’e şu talimatı verir:
- Muzaffer Bey, hemen kapıda bekleyen Fikriye Hanım’a, Paşa Hazretleri’nin şu an çok meşgul olduğunu, bugün kendisini kabul etmesinin mümkün olmadığını söyleyiniz.
- Emredersiniz. Ancak ben Fikriye Hanım’a saygıyla bağlıyım. Bu zor görevi yerine getirmek benim için mümkün değil.
- Bu emir benim değil.
Muzaffer Bey çaresiz dışarı çıkar. Fikriye Hanım’ın yanına gider.
- Hanımefendi, ziyaretinizi birkaç gün erteleseniz. Paşa Hazretleri şu anda çok meşguller de...”
Eriş Ülger, Fikriye Hanım’ın intiharıyla sonuçlanacak gelişmeleri şöyle aktardı:
“Fikriye Hanım böyle bir cevapla karşılaşacağını hiç tahmin etmemiştir. Düşecekmiş gibi olur ve ‘Ya, öyle mi Muzaffer Bey!’ dedikten sonra arkasına bakmadan faytona biner.”
“Fayton, Köşk’ten daha uzaklaşmadan bir silah sesi Çankaya semalarında yankılanır. Fikriye Hanım’ın başı faytonun arkasındaki koltukta, yana düşmüştür. Neye uğradığını şaşıran faytoncu ‘İmdat!’ diye bağırırken ilk yetişen Muzaffer Bey olur. Fikriye Hanım sol elini göğsüne bastırmış, parmakları arasından kan sızıyordur; sağ elinde kahverengi Brownik marka tabanca vardır. Fikriye Hanım’ı, nizamiyeden gelen askerlerinde yardımı ile faytondan indirirler. Bir yandan araba bulunurken,bir yandan da Mustafa Kemal’e haber verirler.”
“Fikriye Hanım, Memleket Hastanesi’ne getirilir. Acele ameliyata alınır. Mim Kemâl koma halindeki bir hastanın ameliyatının mümkün olmadığını söyleyerek ameliyattan vazgeçer.”