CBT’nin 1292. sayısının (23 Aralık 2011) 9. sayfasında, muhterem hocam ve sevgili dostum Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, bir otobüs yolculuğu esnasında seyrettiği yabancı bir filmi tanıtmıştı. Kültürel antropolog (insanbilimci) olan Bozkurt Bey yazısında, «İnananların delil aramaya ihtiyacı var mıdır?» sorusuyla başlayan filmin ana temasının, her var olan nesnenin bir yapanı olduğu muhakemesinden hareketle, seyircilere, nihayet, neden-sonuç ilişkisini öne sürerek, görülen âlemin ve içindeki herşeyin de bir yaratıcısı olmasının anlatılması ve bunun da Allah olduğunun vurgulanması olduğunu anlatıyor. ‘Ateizmi Yıkan Gerçekler’ Gerçekten Var mı? Gerçi film İslâmiyetten bahsetmiyor, hattâ İslâmiyeti anmıyormuş. «Ancak» diye devam ediyor Bozkurt Bey, «izlenen simgeler, ve ekrana gelen ‹Allah› yazısı, inşa, hudus ve intizam delilleri, belgeselin bir İslâm ülkesi veya kurumu tarafından veya onlar adına sipariş edilmiş olabileceğini düşündürüyordu.» Bozkurt Bey, evrim ile dinlerin hudus, yani sonradan yaratılma konusunda anlaşamadıklarını, evrimcilerin ilk yaradılış konusunda bilmiyoruz dediklerini, dinlerin ise bunu bir yaradana bağladığını söyleyerek kâinatta bir yaratıcının olmadığını kimse söyleyemez diyor. Onu üzen, böyle enteresan belgsellerin evrimi savunan bilim insanları tarafından niçin yapılmadığı. Bozkurt Bey’in sorusuna verilecek iki cevap var: Biri, aslında böyle belgesellerin yapıldığı, ancak Avrupa’da din ve dünya işleri pek keskin sınırlarla birbirlerinden ayrıldıkları için, genellikle birbirine atıf yapan belgeseller çok yok. Ama bunlar Amerika’da bol bol var. Ancak Bozkurt Bey’in sorusuna verilebilecek ikinci cevap bence çok daha ilginç: İnananların inançlarının boş olduğunu isbat için, bilimin gerçeklerinin hiçbirisine aslında ihtiyaç yok, çünkü ateizm, mantıksal olarak, tanrı varsayımından daha tutarlıdır. Yani, tanrının varlığı veya yokluğu, tamamen mantıksal bir temelde ve bizzat inanların muhakeme tarzlarına dayanılarak tartışılabilir ve mantık tanrının olmamasını gerektiren senaryoyu destekler. İnanların en temel dayanağı, Bozkurt Bey’in yazısında anlattığı belgesele (ve benim bugüne kadar tartışma imkânını bulabildiğim tanrı inançlılarına) göre, her varlığın bir yaratanı olması gereğidir. Bu «gerekliliği» nedensellik kavramında bir ilk neden bulunması gerekliliği varsayımı ortaya çıkarmaktadır ki İslâm felsefe tarihinde bu tezin en güçlü savunucusu Gazâli olmuştur. Ancak, Gazâli’nin de açıkça farkettiği gibi, ilk nedenin bulunması imkânsızdır. Bu zor olduğu veya bizim düşünce gücümüzü aşan bir sorun olduğu için değil, sorunun kendi içinde tutarsız olmasından, yani mantıksal bir zırvalıktan türemesindendir (Gazâli işte bunu farkedememiştir). Şöyle ki, nedensellikler zincirinin bir başlangıcı olması, bizzat nedensellik kavramı ile çelişir. Diyelim ki, biz bir kalemi yaptık. Bizi anamız babamız yaptı, anamızı babamızı onların anası babası yaptı, .... ve en sonunda işte görülen her şeyi Allah yaptı. Nedensellik ilkesine göre, yani her inananın inandığı, «her var olanı bir yaratan vardır» ilkesine göre, Allah’a vardıktan sonra sorulacak soru, «peki onu kim yaptı?» sorusudur. Bilindiği gibi Kur’an bu soruyu men eder. Yani, Kur’an’ın bizzat kendi içinde inananların temel varsayımı olan «her var olanı bir yaratan vardır» ilkesinin tutarlı bir şekilde ele alınamadığı, buna izin verilmediği görülmektedir. Kur’an, bu çelişkiden, ancak soruyu yasaklayarak kurtulmaktadır ki bütün tek tanrılı dinlerin temelinde düşünceye, yani akla getirilen bu yasak vardır. Peki ateistlerin bu durum karşısında takındıkları tavır nedir? Buna cevabı bizim Milet’li Anaksimandros MÖ 6. yüzyılda vermiştir: Kâinatın ve zamanın ne başı ne de sonu vardır. O «apeiron»dur, yani sınırsızdır. Bu sonsuzluğu kavramak mümkün müdür? Tabiî: Bir kürenin yüzeyini düşünün. Bu yüzeyin «sonu» veya «başı» var mıdır? İşte bizim kâinatımız da küre yüzeyinin iki boyutlu olarak bize sunduğu modeldeki gibi (belki) sınırlı, yani mevcut olabilir ve büyüklüğü hesaplanabilir, ama sonsuz, çünkü sonu ve başı olmayan üç boyutlu bir zaman-mekân sürekliliğidir. Bu düşünce tarzı kendi içinde tutarlıdır, zira kendi içinde bir çelişkiye yol açmaz. Halbuki tanrı varsayımı kendi içinde çelişkilidir veya her tanrının bir tanrısını var sayacak sonsuz bir ric’ate neden olacağı için gene de nihâî bir yaradana ulaşamaz. İşte bu nedenden ötürü, Bozkurt Bey’in kendini bağlamayan tutumunun gereksiz olduğu kanısındayım. Tanrı fikri kendi içinde tutarsız, ateizm ise tutarlıdır. Ateizmi yıkan gerçekler yoktur. Mâlûm, Hegelciler tutarlılığı gereksiz görürler: Bu nedenle hep vurguladığım gibi bu noktada dindarlarla Marksistlerin düşünceleri birbirine tamen paraleldir. Bilimsel düşünce her ikisine de uzaktır, çünkü bilim tutarlılık arar. Tutarlılığın olmadığı yolun ucunda ise Marksizmin ve dinlerin vaat ettiği cennet değil, tımarhane vardır. Celal Şengör/Cumhuriyet Bilim Teknik 06.01.2012