'Ateşli haç'tan bir önce...

'Ateşli haç'tan bir önce...

ALEV KARAKARTAL / T24

 

Konuyla çok yakından ilgililer dışında; sıradan faniler tv filmlerinde görüp öğrenmiş olmalı. Benim hikayemse biraz daha karışık. Belki sonra, daha uygun bir zamanda anlatırım.

 Trabzon'daki kliseye 'O haçı indirin' tehdidi

İç savaştan hemen sonra ABD'nin özellikle de güney eyaletlerinde faaliyet gösteren, siyahların özgür birer birey ve kendileriyle eşit haklara sahip yurttaşlar olmasını hazmedemeyen kimi beyazların kurduğu örgütten bahsediyorum: Ku Klux Klan... Hani şu  beyaz, uzun, kukuletalı giysiler giyen adamlar... Siyahların ve onlara yakınlık gösteren beyazların evlerini, kiliselerini basan, tehdit eden, döven, söven, öldüren; bundan bazen önce bazen de sonra -imza niyetine olsa gerek-  olay mahalline getirdikleri dev bir haçı ateşe veren, yüzleri, böylece de kimlikleri gizli adamlar...

 

Dertleri o kadar da karmaşık değildi bu adamların. Bir zamanlar eşya gibi alıp sattıkları, pis işlerine bakan, çirkin, kendilerine benzemeyen, kendileri gibi olmayan, hatta belki insan bile olmayan bu 'yaratıkların', şimdi kendileriyle aynı lokantada, masalara oturarak yemek yemesini, aynı (insan) haklar(ın)a sahip olmasını zül addediyorlardı. Hem kim oluyordu ki onlar?

 

"Bu topraklarda ABD'de olduğu şekliyle ırkçılık hiç yeşermedi" yaygın cümlesi, Türkiyeli olmanın iyi taraflarından biri olmalı.... Hem bizKızılderilileri de yok etmedik.

 

İyi de gazetelerin bir köşeciğine sıkışmış "Santa Maria"ya saldırı haberini okuyunca neden bu beyaz kukuletalı adamları hatırlıyorum? Altı üstü birkaç slogan, içinde yanıcı madde ve mesaj bulunan iki şişe ne diye bana ateşe verilmiş dev haçı çağrıştırıyor? Abartıyor muyum?

 

Trabon'daki, Katolik Santa Maria Kilisesi, kilise binasının üzerindeki istavroz haçını ışıklandırınca, buna öfkelenen beş 'delikanlı', gecenin bir vakti olay mahalline gelmiş. Bağırıp çağırmaya başlamışlar, sonra da kilise avlusuna yanıcı maddeyle birlikte iki şişe bırakarak kaçmışlar... Santa Maria adı yabancı gelmemiş olmalı. Beş yıl önce yine onlara benzeyen bir 'delikanlı'nın Rahip Santoru'yu öldürdüğü kilise... 

Kiliseye atılan şişelerden birinin içinde, "o haçı ya siz indirin, ya da biz indireceğiz" yazıyormuş... Güvenlik kameralarından kaçan görüntülerini alan emniyet, "herhangi bir iz bulamadık" demiş. bianet'e göre; kiliseden hiç kimsenin ifadesine başvurulmamış, şikayet dilekçesi de alınmamış. Diğer gazeteler ise, "kilise görevlileri şikayetçi olmadılar" diyor...

Üstelik bu ilk de değilmiş. Santoro'nun öldürülmesinden iki ay sonra, Şubat 2006'da 70-80 kişilik bir grup yine aynı sloganları atarak kilisenin önünden sahile inmişler. Bu olay da polise bildirilmiş, ama yine kimse tespit edilememiş.

Aynı günün gazetelerinde bir başka haber daha var: Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetine ilişkin dönemin Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ile İl Jandarma Komutanlığındaki bazı görevliler hakkında daha önce yürüttüğü ve "takipsizlik'' kararı verdiği soruşturmanın, Rize Ağır Ceza Mahkemesinin kararı doğrultusunda genişletilmesine karar vermiş. Başsavcılık, tanık Emin Arslan'ın ifadesinin ayrıntılı tespitini yapıp ifadesinde isimleri geçen Levent Yarımel ile eski Trabzon İl Emniyet Müdürü Reşat Altay'ın ayrıntılı beyanlarını alabilecek,  ardından, soruşturmada daha önce verdikleri "takipsizlik'' kararının kaldırılıp kaldırılmayacağı yönünde karar verilmesi için dosyayı yeniden Rize Ağır Ceza Mahkemesine gönderecekmiş...

Ah, Trabzon... Ah ülkem...

Bu topraklarda ayrımcılık/ırkçılık hiç yeşermedi mi gerçekten? Osmanlı'nın o meşhur, "tüm din ve cemaatlere gösterdiği engin hoşgörüsüyle yarattığı mükemmel uyum" efsanesi, en okuyup yazmışlarca bile hala bu denli ateşle savunulurken, tersini söylemek bir miktar cesaret istiyor. İyisi mi, Müslüman ve Türk olmayan unsurların tıkıldıkları mahallelerde (zamanın gettolarında yani) yaşadıkları ağır ayrımcı politikadan bahsetmemek... Ama tehcir'i artık herkes duydu, biliyor.. Kürt kıyımlarını da... Olsun, onları da inkar ederiz olur biter...

"Osmanlı'nın yaptıklarından sorumlu tutulamayız, biz Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarıyız" cümlesi kuranların, nasıl da kolaylıkla İmparatorluk zaferleriyle; mesela İstanbul'un fethi, Viyana kapılarına dayanma hikayeleriyle göğüslerinin kabardığını, "ceddin deden neslin baban" efelenmelerini görmezden gelmek biraz daha kolay....

Varlık vergilerinden, 5-6 Eylül olaylarından, Kıbrıs çıkarması sırasında yaşananlardan çok "eskide" kaldı. Hem artık Türkiye öyle mi? ZAten biz "iç savaş" ta yaşamadık biz... Yaşamadık, yaşamıyoruz değil mi?

Peki, Trabzon'da bu yazının konusu olan kilisenin bir çocuk tarafından öldürülen rahibi Andreas Santoro'yu hafızalardan silmek için yeterli zaman geçmiş midir acaba? Veya Malatya'da misyonerlik yaptıkları iddiasıyla ağır işkencelerden geçirdikten sonra vahşice öldürülen üç Zir Yayınevi çalışanını? Selendi'de linç edilmeye çalışılan çingeneleri? Ya Hrant'ı?...

İçinde yanıcı madde bulunan şişe eşliğinde bırakılan "O haçı ya siz indirin, ya biz indireceğiz" cümlesini o kilise çalışanlarına (cinayetten bu yana hala yeni bir rahipleri yok, biliyor musunuz), cemaatine, Trabzon'da, İstanbul'da orda burda kalmış bir avuç azınlık mensubuna 'tercüme etmeye' gerek var mı? Hani o "güvercin tedirginliği"yle apaçık, savunmasız ortada duran "az"lar, "bu ülkede güvercinleri vurmazlar" diyebiliyorlar mıdır birbirlerine?  

İmparatorluğu korumak için, yeni bir ülke kurmak için, dini, milliyetçi refleksler yüzünden, ülkeyi böldürmemek için, misyonerlere kızdıkları için, kendilerine hakaret edildiği için, onurları zedelendiği için... yani çoğunluktan olmadıkları için... yani çoğunluğa benzemedikleri için... yani 'homojeniteyi" bozdukları için...

Bir türlü kim oldukları tespit edilemeyen, yakalanamayan, cezalandırılmayan, hep söylendiği gibi "bir avuç" kendini bilmez ya da adresi/kimliği belirsiz çevre esnafı, yöre halkının ne yüzlerini gizlemeye, ne kukuletaya ihtiyaçları var mı aslında?

Aslında size Türkiye'de yaşayan ve muhtemelen bilmediğiniz Türkiye'nin siyahları, ama T. Erdoğan'ın bahsettiği gibi mecaz anlamıyla değil, gerçek, sahici siyahlarının hikayesinden de bahsetmeyi istiyordum. Ama o kadar çok soru var ki; cevaplara sıra gelmedi. Belki sonra...