'Şengal'de atılan yardım paketlerinden 2 kişi öldü, iki kişi de helikoptere asılarak can verdi'

'Şengal'de atılan yardım paketlerinden 2 kişi öldü, iki kişi de helikoptere asılarak can verdi'

Gazeteci Hayrı Kızıler, IŞİD'den kaçan Ezidilerin, Şengal Dağı'ndaki yaşam mücadelesinin devam ettiğini belirterek, yardımın ilk ulaştığı günlerde, helikopterden atılan yardım paketlerinin altında kalarak hayatını kaybedenler olduğunu söyledi.

Gazeteci Hayri Kızıler'in Azadiya Welat'a verdiği iki bölümlük röportajda bölgede IŞİD saldırılarının ilk gününde yaşananları ayrıntılarıyla anlattı. Kızıler'in Şengal'da yaşananları anlattığı röportaj...

Dünya Şengal'de neler olup bittiğini sizden öğrendi. Siz de yaklaşık 10 aydır Şengal'deydiniz. Biraz Şengal hakkında bilgi verebilir misin?

Şengal denince Êzîdîlik ve Êzîdî halkı akla geliyor. Doğru olan da budur; ama Şengal'in demografik yapısına bakınca merkezin yarısını Êzîdî halkı, diğer yarısını da Sünni Arap, Şii Arap, Şii Türkmen, Sünni Kürtler oluşturuyor. Saddam Hüseyin döneminde çeşitli etnik gruplar Şengal merkeze yerleştirilmiş. Şengal köylerinin hemen hepsi ise Êzîdî köyü. Sadece Tilbenad'da Êzîdî Kürtlerin yanı sıra Şii Kürtler de var. Bunlar da Êzîdilerle kirvedir. Yine 1975'e kadar Êzîdîler sadece Şengal merkez ve Şengal Dağı'nın eteklerindeki köylerde yaşarken, 75 sonrası Saddam döneminde çölün ortasında dağa uzak noktalara Tilezer, Siba Şêx Xıdır, Koço, Dugurê ve diğer bahsedilen köyler kuruluyor ve Êzîdîler buralara yerleştiriliyor. Özellikle mezarlıkları ve kutsal yerleri dağlık alanda bulunuyor. Düzlüklerde şehir merkezi hariç hiçbir yerde kutsal mekanları olmaması da bu köylerin sonradan kurulduğunun göstergesi. 

Musul el değiştirince de Şengal'deydiniz. O zaman neler hissettiniz ya da Şengalliler neler hissediyordu?

İlk günden itibaren ve hatta öncesinden hep kafa patlattım. Anlamaya çalıştım. Taşları bir bir üstüne koymaya, neler oluyor, neler yapılmak isteniyor kavramaya, subjektifliğe düşmeden rafine bir düşünceye sahip olmaya ve söze, yazıya dönüştürmeye çalıştım. Bugünkü düşüncelerime, hem tarih bilgime dayanarak, hem de yaşadığım ortamın günlük fotoğraflarına bakarak hissiyatta kavuşmuştum aslında, Ortadoğu'yu tanıyan birisi olarak kötü kokuların yayıldığını hissediyor; ama bunları bir türlü yazıya ve söze dönüştüremiyordum. Gazetecilikte hakikat esastır, onurlu gazetecilerden böyle öğrenmiştik. Onların ardılı olmaya çalışan bir gazeteci olarak sözüm ve yazım öyle olmalıydı. Musul düşmüştü, ciddi çatışmalar olmadan Irak merkezi hükümeti askerleri çekilmiş ve tüm tarihsel, kültürel ihtişamıyla dünya insanlık tarihinde yerini almış Musul kenti, Moğollara bile rahmet okutan IŞİD çetelerinin eline geçmişti.  IŞİD Musul ile sınırlı kalmadı aslında daha sonra Türkmenlere de saldırdı

Evet arkasından Şia Türkmen nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Telafer kenti düşmüş, Şii Türkmenler Şengal'e sığınmıştı. Êzîdîler Türkmenlere kapılarını açmış, onları evlerine almış, ellerinde ne varsa onlarla paylaşmıştı. Konuştuğum bir çok Şii Türkmen, kendilerine Êzîdîler dışında kimsenin yardım elini uzatmadığını söylüyordu. Hangi anlaşmalara dayanarak bilemiyorum, bir aylık süre boyunca Şii Türkmenler Duhok hattından Hewler üzerinden uçakla Necef, Kerbela ve Bağdat'a gönderildiler. Sanırım yetiştiremediler? Az da olsa bir kısım Şii Türkmen hala Şengal'de kalmıştı.

 

'Şengal'in güneyi tamamen IŞİD çetelerinin eline geçti'

 

Sonra ne oldu. Yani Şengal'e saldırı emareleri var mıydı hissediyor muydunuz öncesinden? Saldırıdan bir ay önceki durumu anlatabilir misiniz?

IŞİD çeteleri önce Şengal'in güneybatısındaki Sünni Arab yerleşim yeri Bilêc kasabasını ellerine geçirdi. Hemen birkaç gün sonrasında Şengal'in güneyinde yine Sünni Arab yerleşim yeri Beac kasabasını aldılar. Şengal'in Suriye ile olan sınırı öncesinden zaten IŞİD çetesinin elindeydi. Böylelikle Şengal'in güneyi tamamen çetelerin eline geçmiş oldu. Şengal'in batısında Telafer vardı o da IŞİD çetelerinin elindeydi. Şengal'in kuzeyinde bulunan Zumar kasabasına saldıran IŞİD çeteleri bu kasabayı ellerine geçirse de daha sonra YPG güçleri ve az sayıda Yekîtî (YNK) pêşmergeleri çatışmalar sonrası Zumar'ın bir kısmını denetimleri altına aldı. Rabia da Şengal için önemli bir nokta. Rabia'nın doğusu YPG'nin elideyken batısı ise IŞİD'in elindeydi. Ve IŞİD Şengal Dağı'nı Şengal'e saldırmadan önce bir kuşatma hattı oluşturmayı planlıyordu. Ancak YPG güçleri Rabia ile sınır olan Til Koçer'den sonra Cezaa kasabasını da eline geçirdi. Şengal'i kuşatma altına almak isteyen çetelerin oyununu YPG bu iki noktadan bozuyordu. 

Bütün bunlar yaşanırken Şengal'de neler oluyordu?

Şengal ikili bir yönetime sahipti, hem Irak merkezi hükümetinin ordusu ve polisi hem de KDP pêşmergelerin denetimindeydi. Şengal; Telaferli Şii Türkmen misafirlerini ağırlarken dört ayrı yerden 7 kez çetelerin tacizlerine maruz kaldı. Şengal'de halk endişeli, tüm köylüler mevziler kazmışlar, savunma pozisyonunda gece gündüz nöbet tutuyorlardı. Her çete tacizinde peşmerge güçleri Şengal'den olay yerine gidiyor, kısa süreli cevap veriyor, IŞİD çeteleri geri çekiliyor ve pêşmergeler de tekrar Şengal'e dönüyordu. Kendi kendime acaba danışıklı dövüş mü diyordum. Çünkü her iki tarafın da kayıpları olmuyordu. Bütün taciz saldırılarında aynı olay yaşanıyordu. Bu birbirinin aynı olaylar insanın kafasında soru işareti bırakıyor. 

Şengal halkı bunu nasıl karşılıyordu?

Halk karşılık vermek istiyordu; ama halka "karşılık vermeyin" deniliyordu. Hatta her köyde biraz da olsa peşmerge var, halk soruyor "niye müdahale etmiyorsunuz" diye "emir böyle" diyorlar. Halka telkin edilen temel şey sabırdı. "Eğer ihtiyaç olursa biz saldırırız" deniliyor ve halk avutuluyor.

Yani halk IŞİD'e karşı savaşma kararlılığındaydı diyorsunuz.

Halk bu saldırılara cevap vermek istiyordu; ancak KDP pêşmerge komutanlığı izin vermiyor karşılık vermeyin diyordu. Karşılık verilmesi halinde IŞİD çetelerinin havan ve ağır silahlarla köylere kapsamlı saldırılarda bulunacağı halka söyleniyor ve halk bu şekilde sindirilmek durdurulmak isteniyordu. Halk pêşmergelerden ağır silah istiyor; ancak halka silah verilmiyordu. Örneğin Irak hükümetine bağlı ordu güçleri arkalarında silahlarını bırakmıştı. Halk bu silahlara el koydu; ancak ertesi gün pêşmergeler halktan tek tek bu silahları topladı.

 

'Saldırıların ilk günü panik havası vardı'

 

Saldırıların olduğu geceye dönersek yani 2 Ağustos'u 3 Ağustos'a bağlayan güne...

Bir iki saat olmuştu uyuyalı. 2 Ağustos gecesiydi sabah saat 03.00'te havan sesleri ile uyandık. Arkasından telefon trafiği başladı. İlk haber Girzerik köyünden geldi. IŞİD çeteleri ağır silahlar ve havanlarla Girzerik köyüne saldırmıştı. Şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. 03.30'da çatışmalar Siba Şêx Xidir'da başladı. Orada da yoğun çatışmalar vardı. Halk çetelere karşı savaşıyordu. Şengal merkezde de halk çoluğunun çocuğunun derdine düşmüştü. Herkes bir şekilde Şengal'den çıkmanın arayışı içindeydi. Ciddi bir panik havası vardı. Ancak aileleri toplamak, araç bulmak zordu. Arkasından Rambosi, Tilkasab, Koço, Tilbenad köyleri IŞİD çeteleri tarafından top atışlarına tutuldu. Sabah saat 06.00'da yaralıların Şengal Hastenesi'ne getirildiği haberini aldık. Hastaneye doğru giderken sokaklarda daha büyük bir hareketlilik olduğunu gördük. Ve öyle birkaç yaralı olmadığını durumun daha vahim olduğunu anladık.

Bütün bunlar yaşanırken PDK pêşmergeleri ve Irak ordusu ne yapıyordu. Sadece halk mı çatışıyordu?

Ben de durumu anlamaya çalışıyordum. İlk gördüğüm şey pêşmergelerin konvoy halinde çantaları sırtlarında ağır silahlarla donatılmış arabalarla Şengal'i terk ettiğiydi. Kafam karışmıştı. Halka "biz gidiyoruz" bile dememişlerdi. Çatışan halk da bunu görünce duyunca bir inançsızlığa düştü. Halk panik halinde arabası olanlar çocukları alarak yola koyulmuşlardı. Arabası olmayanlar kendilerini Şengal Dağı'na vurmuştu. Saat 09.45 gibi ben de araba bulamadığım için halkla birlikte dağa yöneldim. Halk "satıldık" diyordu. Saat 10.00 sularında IŞİD çeteleri ellerini kollarını sallayarak Şengal'e girdi. Herkes çıkamamıştı. Saat 11.00'de büyük bir patlama duyduk. Şiilerin kutsal mekanı Sitî Zeyneb havaya uçurulmuştu. Binler onbinler dağa yürüyordu, arabası olanlar yoldan dağa çıkıyorlardı.

 

'Susuzluktan, ağzımız, boğazımız yara oldu'

 

Dağa çıkma fikri nereden çıktı. Buranın da IŞİD tarafından tutulma riski yok muydu?

İnsanların kafasında şuraya gideyim, buraya gideyim diye bir şey yoktu. Herkes Şengal'den çıkmanın derdindeydi. Arabası olan da olmayan da dağa yöneldi. Dağın hem batı hem de güney tarafı öncesinden kapalıydı. Zaten saldırılardan önce de Şengal'in kuzeyine gitmek için güvenlikli alan olarak dağdan geçiliyordu. O zaman bile dağ yolunu kullanıyordu insanlar. Dağ yolunda bir izdiham oluştu. Bizim köylere oranla yolumuz daha yakındı. Şengal'in merkezi dağın yanı başındadır. En hızlı yürüyenin bile 8 saati çıkabildği bir yol.

Ama biz 12 saate çıkabildik. Hem susuzluk vardı, hem sıcaktı, hem de televizyonlara durumu aktarıyordum. Çıktığımız yol su bulunan mekanlara en yakın noktalardan biriydi, susuzluktan ağzımız, boğazımız yara oldu. Birkaç gün hiçbir şey yiyemedik. Hem toz, hem susuzluk boğazımızı tahriş etmişti. Çocukları düşünün ağlayan ağlayana. Yaşlılar yürüyemiyor. Gençler önden giderek yukarıdan koştura koştura su getiriyor. Bulunduğumuz yolda da ölenler varmış. Ben şahit olmadım ama yukarı çıktığımda bir anne "çocuğumu taşın altına gömdüm" diyordu. Ağlayamıyordu bile. Yaşlılar yürüyemedikleri için biraz güvenli bir bölgeye bırakılmıştı. 120'nin üzerinde yaşlı bu şekilde her gün ihtiyaçları gideriliyor. 

Arabası olmayanlar çoluk çocukla ne yapıyordu?

Şunu eklemek istiyorum. IŞİD Musul'a saldırdıktan sonra Güney'de olduğu gibi Şengal'de de ciddi benzin sıkıntısı vardı. Benzin hem çok pahallıydı hem de bulunamıyordu. Dolayısıyla aracı olmalarına rağmen halkın büyük bir bölümü benzin bulamadığı için evinin önünde park edilmiş aracı ile kaçamıyordu. Bu nedenle de yürüyerek yola koyuldular. Geceden yola çıkanlar vardı. Çünkü pêşmergelerin bir bölümü daha gece saat 01.00 sularında saldırıdan yaklaşık 2 saat önce Şengal'i terk etmiş, bunu gören halk da bir şeyler olduğunun farkına varmış ve geceden Şengal'i terk edenler vardı.

Dağın arkasından Duhok'a yöneliyorlardı. Ama bunların da yolu IŞİD tarafından Şengal-Duhok arasında bulunan Rabia yakınlarında kesilmişti. Peşmerge ve acele davranan bir kısım halk çıkmayı başarmıştı. Çıkamayanlar da yeniden geri dönmek zorunda kaldı ve bu kez yönlerini Şengal Dağı'na verdiler. Yani dört bir yandan yüzbinlerce kişi çoluk çocuk, yaşlı, genç, hasta, zor durumda olan insanlar Şengal Dağı'nda ya da dağ yollarındaydı. 

Dağa çıkanlar sadece Êzîdî Kürtler miydi?

Şengal merkez ve köylerinin nüfusu yaklaşık 450 binden oluşuyor. Bunlardan 250 bin kişinin saldırıdan hemen önce çıktığını varsayarak söylüyorum; 200 binin üzerinde insan dağlara sığınmıştı. Korunmasız 200 bin Êzîdî. Sayıları az da olsa Şii Türkmen, Şii Kürt ve Şii Arablar da dağlardaydı. 

Dağda kendilerini neyin beklediğini bilmeden insanlar dağa yöneldi. Dağ güvenlikli miydi?

Dağa ulaşan iki yol var. Eğer çeteler bu iki yoldan herhangi birinden bile dağa ulaşsaydı kaçabilecek tek bir yolun bulunmadığı susuz Şengal Dağı'ndaki 200 binin üzerindeki insandan tek bir kişi bile sağ kalmayabilirdi. Her tarafı tutulmuş Şengal Dağı susuz da olsa 200 bin insana sığınak olmuştu. Ama ne zamana kadar sığınak olabilirdi? Savunmasız bir dağ. Pêşmerge dağı tutma gereğini bile görmemişti. Dağda bile tek bir pêşmerge kalmamıştı. Ama saldırı sonrası öğrendik ki KCK'nin saldırılardan önce "Şengal'i ihtiyaç duyulduğunda savunmak için hazırız" açıklaması ile birlikte 7 kişilik bir grup YPG savaşçısının Şengal Dağı'nda mevzilendiğini ve bu iki giriş yolunu tuttuğunu gördük. Çeteler her iki yoldan da dağa çıkmak istedi. Her ikisinde de bu 7 kişilik grup çetelerin girmesine izin vermedi.

 

'IŞİD ağır silahlarla dağa ilerlemek istiyor'

 

Şengal Dağı’nda mı?

Evet insanlar dağa çıkmıştı. Hala Şengal’den gelişler vardı; ancak IŞİD o yolu tutmuştu. Dağın üst taraflarından silah sesleri gelince herkes panikledi. Sonra öğrendik ki IŞİD'in saldırısını tahmin eden YPG güçleri öncesinden gelmiş dağa konumlanmış. 7 kişi olduğunu öğrendiğim grup IŞİD'in gelebileceği iki noktayı da tutmuştu. Şengal’den gelen yolun zirveye ulaşan yolunu ve diğer taraftaki yolu tutmuşlar. IŞİD 6 arabayla ağır silahlarla dağa ilerlemek istiyor. Dağın zirvesine yaklaşmış, eğer gelirse büyük bir katliam yaşanacak. 200 bin insan var. Bizler de endişelendik bu silah sesleri neyin nesidir diye. Sonra YPG güçlerinin gelen IŞİD araçlarını vurduğunu, bir aracı imha ettiğini, 2 kişiyi öldürdüğünü, 4 silahlarına el koyduklarını öğrendik. Zaten diğer tarafta yol daha kötü olduğu için hiç ilerleyemiyordu çeteler. Dağın yamacında ve dağda kimi köyler vardı. Kersê bunlardan biri. Ve bu köylerde iş makinaları vardı. YPG’nin yaptığı diğer bir iş de bu iş makinalarıyla hemen yolları kapatmak oldu.

Dağa çıktıktan sonra da sık sık televizyonlara bağlanıp durumu aktarıyordunuz. Telefon problemi yaşanmaması da bir şans sanırım.

Aslında dağa çıktıktan sonra çektiğim görüntüleri aktarma derdi başladı. Acaba internet çekiyor mu çekmiyor mu, biraz araştırdım, nokta nokta gezdim. Sonra bir noktada sinyalin olduğunu fark ettim. Saldırıdan bir gün sonra akşam ancak görüntüleri atabilmeyi başardım. Sonradan halkın içinde dolaştım müthiş bir umutsuzluk vardı. Yerinden kıpırdayamıyordu insanlar, bir yere gidemiyordu. Dağdasın zaten su, erzak, yiyecek sorunu var. Gündüz sıcak, gece buz gibi dayanılacak gibi değil. Ve çıkacak bir kapı yok.

Herhalde her şeye rağmen en önemli ihtiyaç suydu. Su ihtiyacı nasıl giderildi?

Kersê Şengal Dağı’nın bir ucunda Çilmêra da bir ucunda. İki köy arasında tankerlerle sık sık su taşınmaya başlandı. Tankerin ulaşamadığı noktalar ve hala yolda olanlara da özellikle, dağdaki köylerde yaşayan gençler sırtlarına su mataralarını, bidonlarını alarak susuz kalan insanların yardımına koşuyordu. TEV-DA çalışanları bu örgütlenme işini çok kısa sürede yaptı, insanları harekete geçirdi. Oradaki koordinasyonu sağladı. YPG de zaten güvenliği sağlıyordu. İlk etapta böylece dağın güvenliği sağlanmış oldu. Çünkü ikinci üçüncü günü IŞİD’in dağa yönelik herhangi bir yönelimi olmadı. IŞİD ilk darbesini yemişti.

 

'7 kişilik YPG gücü 2 bin kişiye ulaştı'

 

Bu durum canını kurtaran Êzîdîlerde nasıl bir duygu oluşturdu?

İnsanlar dağa ulaşmış, YPG yolları tutmuş bu biraz da olsa bir rahatlama yarattı. Ancak artık insanlar “nasıl çıkacağız” sorusunu soruyordu. Gazeteci olduğum için her şeyi bilebileceğimi düşünüyorlardı ve KCK’nin yaptığı açıklamadan sonra herhangi bir gücün gelip gelmediğini sık sık soruyorlardı. Sonra büyük bir YPG gücü çatışa çatışa Şengal Dağı’na ulaştı. Hemen ertesi gün Halk Savunma Merkezi Komutanı Murat Karayılan’ın açıklamasından sonra bir tabur HPG gücü çatışa çatışa dağa ulaştı. Evet dağın güvenliği vardı; ama bu güvenliği güçlendirmek gerekiyor. 5 Ağustos günü yerel milis güçleri örgütlendirildi Şengal Direniş Birlikleri adı altında.

Yerelde bulunan aşiretler YPG’lilerle görüştü. Ne yapabilirizi tartıştılar. Terk etmek istemiyorlardı topraklarını. Êzîdîler direngen bir halk bir de silahlılar. Belki çok ağır silahları yoktu; ama savaşan bir halk. Mevziler oluşturdular dağın güvenliği beşinci gün tamamen sağlanmış oldu. 7 kişilik YPG gücü kısa sürede 2 bin kişilik bir güce dönüşmüştü. Halk bunu görünce kendisini güvende hissetmeye başladı. YPG ve HPG’nin gelmesiyle büyük bir umut gelişti.

 

'Helikoptere asılan 2 kişi öldü'

 

Bir yandan da kimi televizyonlar helikopterlerle insani yardımın yapıldığını belirtiyordu. Bunu da biraz anlatabilir misiniz?

Dördüncü gündü sanırsam helikopterlerle erzak getirildi. 200 bin kişi söz konusu olunca gelen yardımlar bir ceviz kabuğunu dolduracak kadar değildi. Ve buna rağmen insanlar demek ki bir duyarlılık var, acılarımız insanlara ulaşmış hissiyatını taşıyordu. Bunu da söylemek gerekiyor. Yardım getiren bir helikoptere kurtulmak için asılan iki yurttaş yüksekten yere düşerek yaşamını yitirdi. Yine helikopterle atılan yardım paketleri iki yurttaşın üzerine düşerek yaşamını yitirmelerine neden oldu.

Sonra YPG Rojava’dan henüz yolun güvenliği tam sağlanmamasına rağmen kamyonlarla erzak getirmeye başladı. Helikopterlerle su, ilaç, süt gibi ihtiyaçlar taşınırken, YPG de un, şeker, tuz gibi temel gıdaları dağa ulaştırdı. İlk etapta 5-6 kamyon erzak geldi. Ronahi Tv’den de gazeteci arkadaşım Botan Gulan da böylece dağa geldi. Hem güvenliğin sağlanması, hem erzağın ulaşması, hem de her ne kadar yollar güvenli olmasa da yaralıların YPG tarafından Rojava’ya ulaştırılması halkta bir umut yaratıyordu. İlk 4 günlük hava başkaydı sonraki hava bambaşkaydı, bunu biz de hissediyorduk.

İlk dört günden sonraki havanın bambaşka olmasından neyi kastediyorsunuz?

Örneğin bir traktör dağa çıkmak isterken devrilmişti 5 kişi yaşamını yitirmiş, 22 kişi de yaralanmıştı ve bunların yarısının durumları ağırdı. Bunlar ilk etapta tahliye edildi. Yine Türkmenlerden hasta olanlar vardı tahliye edildiler. Bir umut oluştu. Hatta biz gitmeyeceğiz sesleri yükselmeye başladı. Ancak bu kadar insanı dağda barındırmak mümkün değildi. Aslında YPG yetkilileriyle konuşuyorduk “insanları şu anda da çıkarabiliriz ama yüzde yüz garantisi yok” diyorlardı. “Halkın başına bir şey gelmesini istemiyoruz” diyorlardı. “Güvenli olmayan yollardan biz geliyoruz erzak getiriyoruz ama halkı götüremeyiz şimdilik” diyorlardı. Taki 8’inci gün güvenlik tamamen sağlandıktan sonra artık sağlam koridor oluştu. Rojava’dan kamyonlar gelip insanları alıp gidiyordu. İnsanların yüzde 80’i 2 gün içinde tahliye edildi. 9’uncu gün ben de yolda yaşananlara tanık olmak için Êzîdîlerle yola çıktım. Belli bir süre yürüyorlardı sonra kamyonlar onları alıyordu. Zaten acil durumlar için araçlar dağın yamacına kadar geliyordu. Zaten siz de tanık oldunuz bu yürüyüşe.

Dağda durum nasıldı?

Bütün röportajlarımızda herkesin ilk sözü “pêşmerge bizi sattı” idi. “Binlerce kızımız kaçırıldı, binlercemizi öldürdüler, cezaevine attılar. İnsanlarımızı camilere toplayıp zorla müslümanlaştırmaya çalıştılar ve katlettiler” diyorlardı. PKK de diyemiyorlar “PPK bizi kurtardı biz ondan önderliğinden razıyız. Bizi kurtarırsa PKK kurtarır” diyorlardı.

 

ABD'nin IŞİD noktalarını vurduğu haberleri yalan

 

Ama Güney’den yayın yapan kimi televizyonlar, ajanslar “pêşmerge çatışıyor, ABD vuruyor” diyordu.

Bizler de her ne kadar televizyonlardan ajanslardan yansıyanları takip edemesek de kimi zaman güneyli bazı yayınların yalan haber yaptığı duyumunu alıyorduk. Örneğin pêşmergelerin çatıştığı, ABD’nin IŞİD noktalarını vurduğu, insanlara yardımların yeteri kadar ulaştırıldığı gibi yalan haberlerin yapıldığını duyuyorduk. Bu insanları incitiyordu. Ama biz öyle bir şey görmedik. TV’lere katıldığımda da söyledim yoğun bir hava hareketliliği vardı, keşif uçakları sabaha kadar geziyordu; ama herhangi bir nokta ciddi anlamda vurulmuyordu.

Bir iki defa Sinunê’den bir defa da Şengal’den ses geldi. Bunun dışında çeteleri vurma konusunda bir şey yoktu. Biz dağdaydık ve herşeye hakimdik bir şey görmedik. Çünkü öyle koşullarda insanların kulakları radar gibidir. Sanırsam 5-6’ıncı gününde bir grup pêşmerge helikopterle geldi halk bunlara saldırdı. PKK güçleri halkı sakinleştirdi pêşmergeleri korumaya aldı. Daha sonra YPG’nin açtığı yolda bir grup pêşmerge geldi. 70-80 kişilik bir gruptu, halk bunlara da tepki gösterdi. Yine halk sakinleştirildi. En son ABD heyeti ile birlikte peşmergeler geldi ve halk yine saldırdı. Halk pêşmergeleri istemiyordu. Çünkü kendilerine “ihanet” edildiğini, “satıldıklarını” ifade ediyorlardı.

Saldırı öncesi sizin dışınızda Şengal’de hiç mi gazeteci yoktu? Bunlara ne oldu?

Şengal’deyken birçok televizyon çalışıyordu. Gali Kurdistan, Kurdsat ve Rudaw da vardı. Ama dağda 8 gün boyunca tek bir tanesini bile görmedim. Bütün dağı dolaştım ama göremedim. 4. gününde Ronahî TV geldi. Sonradan öğrendim Rudaw’ın görüntüsü var. Her gelen helikopterde bir görevli vardı elindeki Ipad ile görüntü çekiyordu. Rudaw’ın yayınlandığı görüntüler o görüntülerdi. Artık satın mı almış yoksa kendileri mi görevli kılığına girip helikopterle gelip çektiler bilemiyorum. Yani halkın arasından çekim yapan tek bir yayın yoktu.

Şengallilerle yolculuk ettikten sonra direk Newroz Kampı’na da gittiniz. Oradaki durumu da aktarabilir misiniz?

İnsanlarda kısmi bir rahatlık vardı. Temel ihtiyaçların karşılandığını gördüm. Temizliklerini yapmışlar, çadırları var, elbiseler getirilmiş, çocuklara süt, sıcak yemek vardı. İçme suyu ihtiyacı karşılanmış yatak sorunu yok. Herkes kaç günün yorgunluğunu atmaya çalışıyordu.

Biz de kampı dolaştık ve gençleri pek göremedik sizin de dikkatinizi çekti mi?

Evet konuştuğum herkes gençlerini Şengal Dağı’na geri göndermiş. Oğulları getirmiş onları ve oğullarını geri göndermişler. Bir çok anne  “biraz önce oğlumu gönderdim” diyordu. İnsanlar Şengal’den vazgeçmediler. Gençler geri döndü savaşmak için. “Orası bizim ata mekanımız kutsal yerlerimiz, PKK’nin içinde bütün inançlardan Êzîdî olmayan insanlar İran, Türkiye ve Suriye’den Kürtler bizleri kurtarmak için gelmişlerse bu bizim için namus meselesidir. O zaman biz vazgeçmeyeceğiz” diyorlardı ve geri dönüyorlardı.

 

'10 bin kişi Şengal Dağı'ndan ayrılmak istemiyor'

 

Peki şu an Şengal Dağı’nda durum ne?

Hala dağ eteklerinde insanlar var. Güvenlik meselesi sadece IŞİD değil, su, yemek, soğuk bile güvenlik meselesi. IŞİD nedeniyle ölmüyorlar; ama soğuktan sususuzluktan ölüyor insanlar. Hala güvenli bölgelere ulaşmaya çalışanlar var. Yaklaşık 10 bin kişi dağın güvenli bölgelerinden ayrılmak istemiyor. Orada kamp kurulmuş çadırlar kurulmuş.

Siz niye geri dönüyorsunuz. Sağlık problemleriniz de var edindiğim bilgilere göre?

On aydır bu insanların arasındaydım. Kendi içimde bir umutsuzluk vardı bu 200 bin insan nasıl olacak diyordum. Orada bulunan 7 bin pêşmerge o 7 YPG’linin yaptığını yapamaz mıydı? Yapmadılar. Sadece “karar verilmiş hepsi çıkmak zorundaydı” demekle bu sorunu açıklamak doğru değil. Hiç mi onurlu bir insan yoktu aralarında. 200 bin insanı nasıl güvensiz bir ortamda bırakıp gidersiniz. Her gün ölüm haberleri alıyorduk ve bizde de bir inançsızlık oluşuyordu; ama onlara yansıtmıyorduk hep iyi olacak diyorduk. YPG’liler bir şey söylediyse mutlaka olur diyorduk. Ama her gün ölenler var deniliyordu. Ailesinden kayıp olmayan darmadağın olmayan yoktu. Ama sen kendi psikolojini yansıtamıyorsun. Böyle bir ortamda “direnin olacak bu iş” dedikten sonra onların yanında olmamak olmaz. Yolu takip etmek için, teknik kimi eksikliklerimi tamamlamak için Rojava’ya geldim ve geri dönüyorum. 10 aydır o insanlarlayım. ÇIRA TV’ye aynı zamanda program yapıyordum insanlarla haşir neşirdim. Onun için döneceğim. Buraya geldiğimde insanlar arıyor ben onlara Rojavadayım dememek için telefonuma yanıt vermiyorum. Elit bir gazetecilik yapmıyoruz. Arkadaşlar gitme başka arkadaşı gönderelim, sağlık sorunların var diyor. Doğru sorunlarım var; ama insanların da daha ciddi sorunları var. Dolayısıyla yalnız bırakmak istemiyorum.

Televizyonda sizleri dinlerken çok zorlandığınızı hissediyordum. Biraz anlatır mısınız ne hissediyordunuz?

Televizyonlar çocukları sorarken ağlıyordum telefonu kendimden uzaklaştırıp biraz sakinleştikten sonra aktarmaya devam ediyordum. Çocuklar ve yaşlıların durumunu görünce dayanılacak gibi değildi. Annelerin figanları. Çoğu zaman görüntü çekerken o ağlıyor ben ağlıyorum. Bazen benim ağladığımı görünce onlar susuyor beni teselli etmeye çalışıyorlardı. En çok zorlayan ilk gündü. IMC TV’ye bağlandığımda ağladım. Orada da söyledim bu ikinci Harpagos olayıdır. (Perslerin tarafına geçerek MED’lere ihanet eden komutan) Benim mantığım oraya götürdü beni. Sen nasıl “gidiyorum” bile demiyorsun. En azından böyle bir kararın mı var. “Terk edin biz de çıkacağız” dersin. Hazır yol güvenlikli iken. Ama kimseye söylemeden 450 bin insanı terk edip gidiyorsun bunu nasıl izah edersiniz. Kimi yayınlar da çıkıp yalan haberlerle pêşmerge orada filan diyorlar. Kuzeydeki devrim sürecinde basının kirli yüzünü gördük; ama Rudaw kadarını görmedik. Bunlar kadar kepaze bir yayıncılık yapan televizyonculuğu ilk defa görüyoruz. Dünya da görmemiştir. Rudaw’ın o en esaslı çalışanları Kürt halk mücadelesine ihanet etmiş şahsiyetlerdir. Ne beklenebilir ki bunlardan?