Atilla Dorsay: Bilinçli bir ırksal yaklaşım yeni bir sinemayla doğdu

Atilla Dorsay: Bilinçli bir ırksal yaklaşım yeni bir sinemayla doğdu

Türkiye medyası ve sinemasının en kıdemli yazarlarından Atilla Dorsay’ın, on yıllara uzanan tanıklıklarını bir araya getirdiği kitap "Irkçılığı Gördüm Tanıyorum" adıyla Varlık Yayınları arasından çıktı. Dorsay Cumhuriyet'ten Emrah Kolukısa'nın yaptığı söyleşide, "Bilinçli bir ırksal yaklaşım yeni bir sinemayla doğdu. Elbette kendisi de Kürt olan Yılmaz Güney filmleri… Seyyit Handan Umut'a tüm o başyapıtlar. Ki örneğin Sürü için sanatçı şöyle demişti: 'Sürü, aslında Kürt halkının tarihidir; ama bu filmi Kürtçe çekmem dahi mümkün değildi. Eğer oyuncularımı Kürtçe konuştursaydım, emin olun şimdi hepsi hapsi boylamış olurdu'. Ama sonrasında da örnek alınacak filmler oldu elbette..." dedi.

Dorsay, 1988 - 2021 yılları arasında çeşitli gazete ve internet sitelerinde yayınlanan köşe yazılarından derlediği kitabında, tarihten günümüze insanlığın en büyük yaralarından birine odaklanıyor ve tanıklıklarını paylaşıyor. Dorsay sayıları 50'yi aşan kitaplarının en yenisi olan Irkçılığı Gördüm Tanıyorum'da ırkçılık temalı yazılarını derliyor.

Emrah Kolukısa'nın sorularına Dorsay'ın yanıtları şöyle:

- Sizin bu konularda ne kadar duyarlı olduğunuzu elbette biliyoruz; ama yine de yeni kitabınızı tamamen bu konuya ayırmanız biraz sürpriz oldu tabii. Neden gerek duydunuz buna?

Gerek duymanın ötesinde, ırkçılığın tüm dünyada yatışmak yerine giderek gemi azıya alması; kendilerini en büyük, en gelişmiş, en çağdaş sanan ve sayan toplumlarda bile, bir büyük insanlık günahı olarak (en azından ben bunun böyle olduğunu düşünüyorum) gittikçe çığ gibi büyümesi…

Bırakınız ABD gibi bir dev ülkede başlangıcından beri yaşanmış Kızılderili kıyımını, siyahi düşmanlığını, bir dönemdeki Yahudi karşıtlığını, komşu Latin ırklara nefretini az mı gözlemledik?, Hâlâ da gözlemliyoruz.

Hele ikinci savaştaki o iğrenç Nazi kıyımı ve 6 milyon insanın toplama kamplarında öldürülmesi bile sanki insanlığa bu konuda gereken uyarıyı yapmış gözükmüyor. Ve kimi 'çağdaş' toplumlar, o dönemde buna karşı savaşmış olsalar bile, günümüzde bu suça katılıyorlar.

Özellikle modern Avrupa'da Fransa'dan Macaristan'a, Avusturya'dan Çekya'ya kimi ülkelerin yeni yönetimleri bu günaha dört elle sarılıyorlar.

Günümüzün belki en korkunç olayı olan göçmen akımı denen şey, tarihin akışı içinde önlenemiyor ve buna karşı hemen her ülke vahşice davranıyor.

Üzerinde hep düşündüğüm ve etkilendiğim bu konularda hep yazmışım fırsat buldukça… Ben bile bu yazıların çokluğunu ve önemini unutmuştum. Ama anılarımı yazdığım şu günlerde fark edince, bunları ayrı bir kitapta toplamayı seçtim. Ve sanırım iyi yaptım. Umarım bu kitapçığın bu konuda küçük bir misyonu olur.

Bu arada yeri gelmişken kitabımın önsözünü kaleme alan, bana bu onuru bahşeden Oya Baydar'ı da anmak isterim. T24'ten komşum, ele aldığım konuları ve temaları en iyi savunan yazarların başında gelir. Ondan çok esinlendim, ona çok şey borçluyum. Sağolsun, varolsun. Ve o güzel yazıları hep sürdürsün...

- Irkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme... Bunlar ne yazık ki her dönemde yaşadığımız meseleler. Sizce gün geçtikçe kötüleşiyor muyuz, yoksa iyiye mi gidiyoruz?

Ben bu konuda hep çok hassas oldum. Nedenleri kitapta anlatılıyor. Hele günümüz Türkiye'sinde ülkemizin duçar olduğu yabancı akımı, gelip kaba milliyetçilikle, yani aslında güzel ve gerekli bir duygu olan milliyetçiliğin en aşırı, en vahşi haliyle çarpışınca... Biz de bu acılı manzaralara tanık olmaya başladık.

Oysa Osmanlı'da çok milletli bir toplumu başarıyla yürütmüş, sonraları ise Orta Doğu'da lider olmuş bir ülkede, bu sorunlar daha akılcı biçimde belli ölçüde çözümlenebilirdi.

Bunca ırkı bir arada yaşatmayı başarmış bir ülke, bugün olduğu gibi Kürtler'den, Alevi'lerden, Arap'lardan, Doğu halklarından olduğu gibi diyelim Yunan'dan da aynı derecede nefret eden bir ülke haline gelmeyebilirdi.

Birçok olayda kimi aşırı milliyetçi görüşler ve onları destekleyen siyasal partilerin büyük dahli var, sorumluluğu var. Bunları böylesine acı biçimde yaşamayabilirdik.

Bundan sonra bu konularda daha iyiye gitmek? Elbette mümkün. Ama ciddi zihniyet değişimlerine ve bunları getirecek iktidar değişikliklerine ihtiyacımız var.

- Sinemamızın bu konuları hakkıyla ele aldığını düşünüyor musunuz?

Yeşilçam'da böylesine bir çaba yoktu. Ama şu vardı: O ırklar en popüler filmlerimizde bile (hatta özellikle onlarda) temsil edilirdi. En çok da Ermeniler: o Nubar Terziyan'lar, Adile Naşit'ler, Kenan Pars'lar, Toto Karaca'lar, Danyal Topatan'lar... Yönetmen Aram Gülyüz'den kamera ustası Mike Rafaelyan'a çeşitli ustalar....

Ama asıl bilinçli bir ırksal yaklaşım yeni bir sinemayla doğdu. Elbette kendisi de Kürt olan Yılmaz Güney filmleri… "Seyyit Han"dan "Umut"a tüm o başyapıtlar. Ki örneğin "Sürü" için sanatçı şöyle demişti: "Sürü, aslında Kürt halkının tarihidir; ama bu filmi Kürtçe çekmem dahi mümkün değildi. Eğer oyuncularımı Kürtçe konuştursaydım, emin olun şimdi hepsi hapsi boylamış olurdu".

Ama sonrasında da örnek alınacak filmler oldu elbette... Benim (sanırım bilinç altındaki aynı düşünceyle) 100 Yılın 100 Filmi kitabıma aldığım kimi filmler: Erden Kıral'ın "Hakkari'de Bir Mevsim"inden Yeşim Ustaoğlu'nun "Güneşe Yolculuk"una; Tomris Giritlioğlu'nun "Salkım Hanımın Taneleri"nden (ki bu yeni kitabımda da bol bol anılıyor) Çağan Irmak'ın "Dedemin İnsanları"na…

Ayrıca başka filmler de var. Değişik yerel kültür veya inançlara değinen… Bu çok iyi bir şey elbette...