Usta sinema eleştirmeni ve yazar Atilla Dorsay, anılarını yazmaya başlayacağını duyurdu. "O Güzel Atlara Binip Gidenler"in, yazmayı planladığı "Anılarım" kitabına bir giriş olduğunu belirten Dorsay, "Tüm bu insanlar üzerine, geniş birer yazıyla sanki içimi döktüm. Ama, yine kimi yazılarda belirttim, en ilginç anılar, anekdotlar ya da itiraflar asıl anılarıma kaldı. Ki orada hayli patırtı koparacak şeyler olduğunu söyleyebilirim. Kolay değil, onca ünlüyle geçmiş 80 yıllık bir hayat" ifadesini kullandı.
T24 yazarlarından Dorsay, "yıllar önce fiilen kalkmış gözüken sansürün yeniden hortladığını" belirterek şunları söyledi:
"Antalya’da bağımsız ve asi filmlerle teke tek uğraşma yerine ulusal film yarışmasını tümüyle kaldırdılar. Kestirmeden gittiler. Çünkü açıktır ki bir baskı dönemine, tek adam rejimine doğru gidiyoruz. Hem de dört nala! Böyle dönemlerde atın izi itin izine karışır. Ve her şey altüst olur. Bakalım tüm bu patırtıdan ne çıkacak!"
Birgün'den Soner Sert'in sorularını yanıtlayan Atilla Dorsay'ın açıklaması şöyle:
Atilla Dorsay’ın, yakın ve uzak demeden geçmiş yıllarda hayatını kaybeden, farklı disiplinlerden gelen pek çok sanatçı ve aydınla olan ilişkilerini, kişiliklerinin ve eserlerinin uyandırdığı hisleri kaleme aldığı yeni kitabında, konu edilen isimlerin politik görüşlerine de ağırlıklı olarak değiniyor.
»Kitabınızda Yılmaz Güney’den Onat Kutlar’a, İlhan Selçuk’tan Vedat Türkali’ye pek çok isim var. İsimleri belirlerken neye dikkat ettiniz?
Çok basit. Son dönemde -kabaca 2015’lerden sonra- aramızdan ayrılan ünlülerin (ki hepsi ayrıca benim tanıdığım insanlardı, çoğu da dostumdu) ne denli çok olduğunu farkettim: Sırtımda bir ürperme yaratacak kadar... Onları birer yazıyla anma gereği duydum. Bu yazıları 40 sayısında dondurdum. Yuvarlak sayıları severim (Yoksa birkaç isim daha eklenebilirdi).
Ve de yazıların klasik birer biyografi olmayıp tümüyle kişisel, benim açımdan bakılıp yazılmış olmasına ve böylece bolca anı, anektod içermesine, bir diğer deyimle yaşanmışlık duygusu vermesine çalıştım.
»Kitapta Zeki Müren’e de uzun bir bölüm ayırdığınız görülüyor. Genelde sizin yazılarınızda sinemacılar ve yer yer de edebiyatçılar ağırlıkta olur. Zeki Müren’i görünce şaşırdım açıkçası. Kendisiyle tanışmışsınız da…
Zeki Müren kitapta 2005’lerden çok önce vefat etmiş üç isimden biri. Diğerleri Yılmaz Güney ve Onat Kutlar… Doğrusu üçünü de çok önemsiyorum. Güney ve Kutlar üzerine daha önce de yazmıştım. Güney üzerine bir kitabım bile var. Ama şunu farkettim ki, onları hep anmaya, çeşitli fırsatlarda üzerlerine yazmaya ve yeni şeyler söylemeye devam etmişim. Onlar hayatımızdan kolay kolay çıkacak insanlar değil.
Zeki Müren ise başka… Onun hakkında da sıkça yazmışım, küçük izlenimler veya notlar halinde. Çünkü hem Türk musikisini de çok severim, hem onunla da bizzat tanışıp birkaç ortamda birlikte olmuştuk. Ama o yazıları ben bile unutmuştum. Onları toparlayıp yeni bir bakışla bütünlemek istedim. Ve kitaptaki en uzun yazılardan biri ortaya çıktı.
»Gerek son yıllarda portallarda yazdığınız yazılarda, gerekse sinema ile ilgili yazdığınız kitaplarda politik düşüncelerinizin ağırlığı geçmişe nazaran daha fazla hissediliyor. Özellikle son kitabınıza konu aldığınız kişilerin sanatsal yönleriyle beraber, siyasal görüşlerini de uzun uzadıya belirtiyorsunuz. Son yıllarda yaşanan siyasal gelişmelerin politik dünyanıza ne denli etkisi oldu sizce?
Büyük etkisi oldu. Siyasal/toplumsal açılardan benim hayatımın en karanlık ve karamsar dönemidir bu. Bir batağa saplanmış gibiyiz, önümüzü göremez haldeyiz. Ve de hepimiz aşırı politize olmuş durumda, şaşkın şaşkın dolanıyoruz.
Ama işte, böyle dönemlerde sanatın ve sanatçının asıl gücü ve önemi ortaya çıkıyor. Kendi adıma, sinema ve müzik olmasaydı bu dönemi nasıl atlatırdım, bilmiyorum. Ve onlara gitgide daha çok sığınıyorum. Edebiyatla birlikte... Ayrıca bu ortamda, çeşitli alanların aramızdan çekip giden büyük insanlarını anmak da bence daha önem kazanıyor.
»İlerleyen yaşınıza rağmen sürekli yazmaya devam ettiğiniz görülüyor. Sizinle en son mart ayında çıkan kitabınızla ilgili röportaj yapmıştım, kasım ayına geldiğimizde bir kitabınız daha çıktı. Sizi motive eden nedir?
Öncelikle hayatta kalma, yaşama sarılma içgüdüsü. Çünkü yazmak öylesine bir direnme alanı, öylesine bir yaşam kürü ki... Her sabah hayata yazıyla başlıyorum. Her şey daha sonra geliyor. Bu da elbette kitapları getiriyor. Ayrıca artık bunca yaşamış ve de çok özel bir dönemi her şeyiyle dolu dolu yaşamışsak, bu deneyimlerimizi yeni kuşaklara miras olarak bırakmak kaçınılmaz bir görev, bir misyondur diye düşünüyorum.
»Kitabınızın sunuş bölümünde, kitaba aldığınız isimleri belirttikten sonra, onları anlattığınız cümleleri 'ölüm yazıları' olarak yorumluyorsunuz. Uzun yıllar arkadaşlık ettiğiniz pek çok insan, yakın zamanda hayatını kaybetti. 80’li yaşlarınıza yaklaşmışken ölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Vallahi ölümü hiç düşünmemeye çalışıyorum. TÜYAP’ta birlikte kitap imzaladığımız Hıfzı Topuz Usta'ya baktım da büyük dersler aldım. Üstad 95 yaşında, ama öylesine dinç, enerjik ve hayat dolu idi ki… Bana yeni projelerinden bile söz etti. Devam etmeliyiz, hiç ölmeyecekmiş gibi çaba göstermeliyiz. O kuşak bize örnek oldu, biz de gençlere örnek olmalıyız.
»Eleştirmenliğe 1966'da Cumhuriyet gazetesinde başlıyorsunuz. Şu an bu röportajı okuyanların büyük kısmı o tarihlerde henüz hayatta değildi. Sizce, Türkiye Sineması’nın son elli yılını düşündüğümüzde sinema eleştirmenliğinde ne gibi değişiklikler oldu?
Öncelikle iyi yanından bakalım. Eleştirmenlik kurumlaştı, kurumsallaştı. Her türlü sahte tevazunun ötesinde, bunda büyük katkım olduğunu biliyorum. Yepyeni kuşaklar geldi, bakışlar çeşitlilik kazandı, uzmanlık alanları ortaya çıktı.
Ama öte yandan, son dönemdeki büyük kültür krizi eleştiriyi de etkiledi. Yalnız sinemada değil tüm alanlarda eleştirinin içi boşaltıldı, hatta tümüyle yok edildi. Ayrıca özel bir not olarak, bizim alanda kimi genç arkadaşlardan büyük bir ihanete uğradığımı da düşüyorum. Bu içimde acı vererek işleyen bir yara, hep öyle de kalacak.
»Kitaba konu edilen pek çok sanatçının anlatıldığı bölümlerde 1977 sansürü protesto yürüyüşüne sıkça atıfta bulunuyorsunuz. O dönemde siz de yürüyüşe katılmıştınız. Günümüzde de eser işletme belgesi adıyla ya da başka başka gerekçeler bulunarak festivallerde sansür yapılıp, gösterimler iptal ettiriliyor. Hatta olay öyle bir hale geldi ki, korku ve kaygılardan dolayı ulusal sinema komple kaldırıldı. Sizce, herhangi bir yerde iktidarı elinde tutanların sanatla alıp veremediği asıl dert ne?
Evet. Sanki yıllar önce fiilen kalkmış gözüken sansür yeniden hortladı. Hatta Antalya’da bağımsız ve asi filmlerle teke tek uğraşma yerine ulusal film yarışmasını tümüyle kaldırdılar. Kestirmeden gittiler. Çünkü açıktır ki bir baskı dönemine, tek adam rejimine doğru gidiyoruz. Hem de dört nala! Böyle dönemlerde atın izi itin izine karışır. Ve her şey altüst olur. Bakalım tüm bu patırtıdan ne çıkacak!
»Kitabınızın bir bölümünde, yakın zamanda anılarınızı yazacağınızı söylüyorsunuz. Çalışmalar başladı mı? Yaşamınızın hangi dönemine daha çok ağırlık vermeyi düşünüyorsunuz?
Yazmaya başlamış değilim. Ama bilgi belge dosyaları oluşturmaya başladım. Kupürler, eski yazılar, eski resimler, türlü çeşitli belgeler. Böylece başladığımda ikide bir durup bir şeyler aramak gerekmeyecek ya da daha az gerekecek. Ayrıca, bu kitabın önsözünde belirttim, bu benim için asıl 'Anılarım' kitabına bir giriş, bir 'antre' oldu. Tüm bu insanlar üzerine, geniş birer yazıyla sanki içimi döktüm. Ama, yine kimi yazılarda belirttim, en ilginç anılar, anekdotlar ya da itiraflar asıl anılarıma kaldı. Ki orada hayli patırtı koparacak şeyler olduğunu söyleyebiliim. Kolay değil, onca ünlüyle geçmiş 80 yıllık bir hayat!