Avrupa basını Suriye'deki saldırıyı nasıl gördü, Esed için ne diyor?

Avrupa basını Suriye'deki saldırıyı nasıl gördü, Esed için ne diyor?

Avrupa basınından özetler şöyle:

Independent, Rusya ve Çin'in vetosu için “Yaralı Suriye rejimini uysallaştırmak için adım yok” diye yazmış.

Financial Times “ülkedeki gelişmeler belirleyici bir aşamaya girerken, dünyanın başlıca güçleri arasında karşılıklı suçlamaları tetikleyen veto, BM'nin krizde rol üstlenmesini engelleyebilir” diyor.

Gazetenin daha ayrıntılı şekilde tartıştığı unsur ise Suriye'nin elindeki kimyasal silahların akıbeti.

Haberde, elde resmi veriler olmasa da Suriye'nin Arap dünyasının en ileri kimyasal silah programına sahip olduğu görüşü yer alıyor, 5 üretim, 20-30 kadar depolama tesisinden söz ediliyor.

"İddialara göre bunlar arasında hardal gazı türü gazlarla doldurulmuş binlerce top mermisi; sarin ve diğer sinir gazları ile doldurulmuş bombalar var. Haftalardır Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye yönetimi çökerse bu silahların emniyeti için bir müdahale gücü sevkedilmesi için planlar yaptığı iddiaları konuşuluyordu. Gözlemcilere göre, silahların Hizbullah ya da yabancı el Kaide militanlarının eline düşmemesi için tek yol bu..."

Ancak bu tesis ve stokların ülkede dağınık durumda olduğunu bildiren gazete, bazı haberlerde böyle bir operasyon için 75 bin asker gerekebileceğinin öne sürüldüğüne dikkat çekiyor...

"Bu nedenle de İngiltere ve Amerika'daki üst düzey yetkililer, böyle bir planın işe yarayacağından şüpheli."

Gazeteye göre Batılı yetkililer arasında yaygın beklenti ise isyancıların bu silahları kullanmak için yeterli ekipman ve bilgiye sahip olmadıkları için bunlara dokunmaması ve Rusya'nın bu silahların emniyetini sağlamak için Esad üzerinde nüfuzunu kullanması...

'Halka 48 saat süre'

 

Guardian, ordunun Şam'da karşı taarruza hazırlandığını "Rejim halka, isyancı bölgelerini 48 saat içinde terkedin dedi" manşetiyle duyuruyor.

"İsyancılar bu hafta yönetim yanlılarını hazırlıksız yakalayan büyük saldırıları ardından mevzilerini koruyor ama kendilerini nihai bir savaşa hazırlıyor" diyen gazete, bu hafta üç üst düzey yetkilinin öldüğü saldırının, yabancı istihbarat kuruluşlarının yardımıyla mümkün olduğu savlarına bazı siyaset yorumcularının da destek verdiğini söylüyor.

"Beyrut'taki Carnegie Orta Doğu Merkezi'nin başkanı Paul Salem, Washington yönetiminin Suriye ordusunun haberleşmesine girmiş olabileceği görüşünü ortaya atıyor. '(Haberleşmeyi) Dinleyebiliyor, karıştırabiliyorlar. Gece uçuş olanakları var; Suriye ordusu gece faaliyet gösteremiyor' diyen Salem, istihbarat desteğinin isyancılar için 'bir kaç silahtan çok daha önemli' olduğunu savunuyor... Suriyeli isyancılar ise saldırıda kullanılan istihbaratın kendi kaynaklarına ait olduğunda ısrarlı..."

Alevi bölgesi senaryoları

 

Paul Salem'in işaret ettiği bir senaryo da, Esad ve Alevi kurmaylarının Şam'dan çekilerek bir Alevi bölgesinde toparlanıp direnişi sürdürmesi...

Ülkenin dağlık kuzeybatısı ile Lazkiye ve Tartus dahil Akdeniz kıyısını kapsayan bu bölgeden Irak ve İran'a birer kara koridoru açılabileceğini savunan Salem şöyle devam ediyor:

"Silahlarını paralarını denize çıkış yollarını beraberlerinde götürecekler. Bütünüyle korunaklı bir Alevi bölgesi oluşturacaklar. Rejim bunu 40 yıldır planlıyor. Sünniler orada onları yenemez"

Bir Alevi bölgesi oluşturma senaryosu Financial Times satırlarında da yer alıyor. Roula Khalaf, “Alevilerin, Esad'ın son dayanağı” olduğunu vurguluyor.

"Muhalefet aylardır, rejimin uzun vadeli planının bir Alevi bölgesi yaratmak olduğunu düşünüyor. Askeri stratejinin amacının da karma nüfuslu olan Humus ve Hama çevresini güvence altına alıp bunları sahile ve Lübnan'a bağlamak olduğunu söylüyorlar. Çatışmaların yol açtığı nüfus hareketleri daha fazla Alevinin sahile, daha fazla Sünninin de orta kesimlere gitmesini beraberinde getirdi.

“Siyasi yorumcu Emile Hokayem ise, kendini savunmaya odaklanan bir Alevi milis gücünün sürdürülebilir olup olmadığını sorguluyor; böyle bir rejimin ne İran, ne Rusya, ne de Lübnan için stratejik değeri olacağını öne sürüyor.

Times'ta yazan Anthony Loyd'a göre bu kopuş senaryosu olasılıkların sadece biri ve pek taraftar bulmuyor.

Yazara göre daha olası bir çözüm farklı mezhepler arasında Bosna'da olduğu gibi bir federasyon çözümü sağlanması olabilir; bu formül hayata geçirilirse Esad ailesine de çıkış sağlar. Üçüncü, en olası ve en korkutucu senaryo ise henüz Esad rejiminin yerini alabilecek bütünlüklü bir yapı olmadığı için Alevi ağırlıklı askerlerin ‘Esad ile ya da Esadsız’ savaşmayı sonuna dek sürdürmesi ve Lübnan gibi bir iç savaş yaşanması olacaktır...

Haftalık Economist, dünyanın Beşar Esad sonrasında bir dönem için hazırlık yapmaya başlaması gerektiği görüşüne katılıyor...

"Ülkede ölümler şimdi Afganistan'dakilerin on katı" diyen gazete sadece “Esad'ı nasıl çabucak iktidardan indiririz sorusuna değil, Suriye'yi cinayetler ve kaostan, bölgeyi de bu dalganın yayılıp tutuşturmasından nasıl koruruz” sorusuna odaklanmak gerektiğini kaydediyor.

"Esad sonrasında Suriye hem halkı hem komşuları için tehlike arz edecek. Risklerin biri, mezhep çatışmaları; bir diğer kimyasal silahların başıboş kalması, üçüncüsü göçmen dalgaları... Suriye İran, Türkiye ve Arap dünyası arasında rekabetin odağı haline gelebilir. Şiddet, İsrail'i içine çekebilir ya da Lübnan'a sıçrayabilir.

"Dünya bu riskleri ortadan kaldıramaz ama hafifletebilir" diyen Economist'in reçetesi ise, para ve planlama, Türkiye ve Arap Birliğinin başı çekeceği bir bölgesel diplomasi, barış gücü ve gözlemciler ile bunların hepsinin sağlanması için Amerikan başkanının ilgi ve çabası...

Independent'ta yazan Mary Dejevsky ise Suriye'de sürdürülebilir bir değişim için tek gücün iç dinamiklerden, yani sıradan insanların eğiliminden gelebileceğini savunuyor. Buna örnek olarak komünizmin ve ırk ayrımı rejiminin çöküşünü gösteriyor.

"Orta Doğu'da tarihin büyük sapmalarından birine tanıklık ediyoruz. Gördüklerimiz kimi zaman çok sevindirici, kimi zaman umut verici kimi zaman vahşet dolu. Ama bu hassas dengeleri daha beter bir yönde etkilemek istemiyorsak, iyi niyetli izleyiciler olmaktan öte bir hedefimiz olmamalı" diyor.

Daily Telegraph'ta yazan Richard Spencer da “bu işin ucunda mutlu son yok” demiş...

"Esad devrilecek ama Suriye fena halde bölünmüş hale gelecek ve bölgedeki istikrarsızlıkları artıracak" diyor yazar...

Bu ortamda Batı, Rusya, İran ve türlü İslamcı gruplar kendi çıkarlarını savunurken, ülkedeki sorunların her boyutu da bölgeye ihraç edilecek: Silahlar Lübnan'a, militan eğilimler Ürdün’e… İsrailliler her yerde korku içinde yaşayacak; İran ve nükleer programı çözülmez bir sorun olacak. Amerikan sağı ve İsrail'in bölgesel çözüm baskısı belki müdahale getirecek, ama sonuçta büyük olasılıkla bölge genelinde bir Irak tablosu yaratacak."

ABD'nin yeni müttefiki Müslüman Kardeşler mi?

 

Roula Khalaf, Financial Times’ın yorum sayfasında da Amerikan yönetiminin Orta Doğu politikasını tartışıyor... Yazara göre “ABD, Orta Doğu’nun mayın tarlasında yolunu buluyor”... Bu savın temelinde Mısır'da Müslüman kardeşler ile kurulan ilişkiler yatıyor...

"ABD Orta Doğu'daki yeni müttefiki seçti: Müslüman Kardeşler... Amerika'nın İslam’a dair her şeye savaş açmakla suçlandığı 11 Eylül saldırılarından 10 yıl sonra, Müslüman Kardeşler gibileri ile arkadaşlık etmek, iyiye doğru bir değişim. Amerika bu gruba, iddialar aksine mali destek vermiyor ve muhtemelen de vermeyecektir. Yılda 1 milyar 300 milyon doları aşkın yardımı ise, hareketin gücünü sınırlamaya çalışan Mısır ordusuna gidiyor.

Amerika'nın duruşunun gücü, pek çok Arap inanamasa da, bütünüyle çıkarına olmasa da sandıktan çıkanın yanında yer almaktan geçiyor. Gerek Mısır gerekse Tunus'taki geçiş süreçlerinde ABD elini iyi oynadı. Nüfuzunu sürdürüp sözünü dinletebilmek için yükselen siyasi güçlerle muhatap olması gerek. “ABD, Suudi Arabistan örneğinde de görüldüğü gibi, alabildiğine muhafazakar hükümetlerle bir tür mantık evliliği yapabiliyor. Ama geçiş sürecindeki ülkelerde; ağırlığın demokratik değerleri desteklemek üzerinde olması gerek; İslamcıların iktidar üzerinde tekel kuracağı varsayımında değil.

"Arap dünyasının pek çok köşesinde Washington'dan destek bekleyen ve aslında batının doğal müttefiki olan liberaller hala zayıf konumda. Ancak Amerika siyasetini belirlerken, seçilmiş kurumları desteklemeli; bir yandan İslamcılarla işbirliği yaparken, kaygılı liberalleri de dışlamamalı...

Subaylar ve fuhuş soruşturması

 

Economist, Türkiye'de askerlerin fuhuş yoluyla askeri sırların sızdırılmasına karıştığı iddialarına odaklanan soruşturmayı ele alıyor sayfalarında... Bu kapsamda 60'ı muvazzaf subay 80 kişinin gözaltına alındığını 50 kişi için daha gözaltı kararı çıkarıldığını yazıyor. Haftalık gazete soruşturma dalgalarını, ordunun morali ve süregiden Suriye krizi ışığında ele almış.

Gazeteye göre, “hükümet ordudaki skandaldan yararlanıyor”.

"Ordunun İslami eğilimli muhalifleri, dosyaya kokuşmuşluğun kanıtı olarak yaklaştı. Zaten en az 362 muvazzaf subay, hükümeti devirmeye çalışma suçlamaları ile Ergenekon davası kapsamında gözaltında.

“Ancak generallerin en ateşli karşıtları bile askerleri sivil denetim altına alma girişimlerinin bir intikam çabasına dönüşüyor olmasından kaygılı... Batılı gözlemciler ordu içinde darbe planlayıcıları bulunması neredeyse kesin olsa da aşırı hevesli savcıların subaylar aleyhindeki bazı kanıtlarla oynamış olabileceğine ve masumların da ağa takıldığı görüşüne katılıyor.”

“Türk ordusu konusunda uzmanlardan Gareth Jenkins, soruşturmalar salvosunun ordunun morali üzerinde yıkıcı bir etki yaptığını söylüyor. "Sürekli gözaltına alınma korkusu yaşarken nasıl etkili şekilde işlevlerini sürdürebilirler ki?" diye soruyor. Türkiye'nin Suriye'ye karşılık verme tehditleri yaptığı bir ortamda; bu soru her geçen gün daha fazla önem kazanıyor." diyor Economist.

Tomlinson davası

 

2009 yılında, Londra'daki G20 zirvesi sırasında darp edildikten sonra ölen Ian Tomlinson ile ilgili davada, onu coplayan polisin beraat etmesi, pek çok İngiliz gazetesinin birinci sayfasında geniş yer ayırdığı bir gelişme.

Guardian ölüme sebebiyet verme suçlamasında beraat eden Simon Harwood aleyhinde 2001 yılından bu yana aşırı güç kullandığına dair bir dizi şikayet olduğunu yazıyor.

2001'de trafikte bir başka sürücüyle kavgaya tutuştuktan sonra görevden ayrılan Harwood, 2005'te göreve döndüğünde hakkında soruşturma yapılmamış, bu tarihten sonra da çeşitli zanlıları yumrukladığı, boğazlarını sıktığı, diziyle vurduğu, tehdit ettiği suçlamalarıyla şikayetler yöneltilmiş ama bunların sadece biri kabul edilip işleme konmuş. Ancak tüm bu bilgiler, davanın seyrini etkilememek gerekçesiyle Harwood'u aklayan jüri ile paylaşılmadı.

Ölen Ian Tomlinson'ın ailesi ise karara tepki gösterdi ve emniyet teşkilatı aleyhinde dava açacaklarını duyurdu.

Independent sanık polis memuru Simon Harwood'un resminin yanında "suçlu değil, ama masum da değil" manşetini kullanmış.

“Neden bu adamın polis bünyesinde kalmasına izin verildi?” diye soran Independent, “polis teşkilatının yanıt vermesi gereken çok soru var” diyor başyazısında...

Times ise polisin, Tomlinson'ın ailesine yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalabileceği görüşünde... Gazete jüri Tomlinson'ın ölümüne doğrudan Harwood'un darbesinin yol açtığı hükmünü vermemiş olsa da, polis memurunun bir iç soruşturmada teşkilattan çıkarılacağına kesin gözüyle bakıyor.

Olimpiyatlara son bir hafta

 

Daily Telegraph, Olimpiyatların taşeron güvenlik şirketi G4S’ten kaynaklanan açığın sürdüğünü kaydediyor.

1200 askere daha gerekirse 48 saat içinde göreve çağrılabilecek durumda olma talimatı verildi. Daha önce de 3500 asker oyunların güvenliğini sağlamakla görevlendirilmişti.

Gazete oyunların açılışının bir gün öncesinde gümrük ve pasaport görevlilerinin greve gitme kararını da ilk sayfasına taşımış. Gelecek perşembe günü 5500 kadar çalışanın kadro kesintisi ve ücretlere tepki olarak iş bırakması bekleniyor.

Bazı siyasetçiler sendikayı, ülkeyi rehin almakla ya da yurtsever davranmamakla suçluyor.

'Dünya klasında kadınlar, ekonomi klasında uçuş'

 

Guardian, Japonya ve Avustralya'nın kadın futbol ve basketbol takımlarını uçağın ekonomi sınıfı kabininde Londra'ya getirirken erkek takımlarının business class uçmasını geniş şekilde tartışmış...

Gazete dünya şampiyonu olan Japon kadın futbol takımından olimpiyatlarda da altın madalya beklendiğini, erkek takımı içinse madalya beklentisi olmadığını vurguluyor.

Japon olimpiyat komitesi, kadın takımının amatör, erkek takımının profesyonel sporculardan oluştuğunu söyleyerek kararı savunmuş. Benzer bir durum Avustralya basketbolunda da geçerli. Son 3 oyunlardan gümüş madalyayla ayrılan kadın basketçiler ekonomi, hiç madalya geçmişi olmayan erkekler business sınıf uçmuş...

Avustralyalılar bu kararı koltuk aralığı sorunu ve oyuncuların boy ortalaması ile açıklasa da Guardian bu hesabın da tutmadığını belirtiyor...

Kadın erkek eşitliğinde bir suçlama da Londra oyunlarının organizatörlerine: Bir kadın kanocu olimpiyatlarda hiçbir kadın kanocu yarışamazken erkek kanocular için 5 müsabaka açılmasının cinsiyet ayrımcılığı olduğunu savunarak İngiliz yüksek mahkemesine başvurdu.

Guardian aynı sayfadaki bir başka haberinde ise “Uluslararası Olimpiyat Komitesi Middleton'lara karşı” diyor.

Prens William'ın kayınpeder ve kayınvalidesi Middleton'ların sahibi olduğu Party Pieces şirketi, olimpiyat temalı 100 kadar ürün piyasaya sürünce, telif haklarının sponsorlar aleyhinde çiğnendiği gerekçesiyle aleyhlerinde soruşturma açıldı...

Yazar Marina Hyde, McDonalds'ın maskotu Ronald ile Pippa Middleton'ın kapışmasını gözlerinin önüne getirmeye çalışıyor yazısında... “Haydi mücadele başlasın” diyor.

Fransız gazetesi Sud Ouest Şam’da üst düzey yöneticilerin ölümüne yol açan saldırıya şu yorumu yapıyor:

“Bir çanta dolusu patlayıcı madde, Ulusal Güvenlik Binası'nda kurul toplantısı sırasında infilak etti. Çantayı oraya yerleştiren kişi, devlet başkanını korumak için alınan gizli güvenlik önlemlerinin tüm ayrıntılarını biliyor olmalı. Özgür Suriye Ordusu Şam’da savaş ilan etmiş ve bu eyleme ’Şam Volkanı' diye garip bir kod vermişti. İsyancıların artık Devlet Başkanlığı Sarayı'na kadar uzanabilecekleri aracıları var. Bunu kanlı bir şekilde ispatladılar. Bu saldırının misillemesi ise korkunç, körükörüne bir zulüm olacaktır. Öte yandan iktidarın kalbine yapılan bu saldırı bize, bu 'kara yazın’ Beşar Esad’ın göreceği 'son yaz' olduğunu da söylüyor.“

Hollanda gazetesi de Volkskrant da yorumunda saldırının olası sonuçlarına değiniyor:

“Suriye rejimi, Başkent’te kontrolü tekrar ele geçirmek, korkuya dayanan otoritesini yeniden sağlamak için şimdi kentte ağır şiddet uygulayabilir. Tıpkı diğer bölgelerde yaptığı gibi. Rejimin ne kadar ileri gideceği, muhalefetin sihirli şapkasından daha ne çıkartacağına ve bunun Esad yanlıları üzerinde nasıl etki yapacağına bağlı değil. Şam’daki saldırı hareketin yönünü gösterdi: İsyancılar taarruz ediyor, rejim yaşam mücadelesi veriyor. Ama bu mücadelede son muharebe henüz yapılmadı.“

Sağ liberal İtalyan gazetesi Corriere della Sera da aynı konuda şu yorumu yapıyor:

"Kimse Şam'daki kıyımın ne zaman ve nasıl sona ereceğini ya da sona erip ermeyeceğini söyleyemez. Ancak ülkede aşırı şiddetle birlikte gelen ani değişim gösteriyor ki hesaplaşma günü çok yakın. Çarşamba günü düzenlenen suikast Suriye'deki siyasi ve askeri gücü içerden vurdu. Yani çok iyi korunan bir odada. Bu, rejimin tam kalbini hedef alacak bir saldırının olası olduğunu, pratikte kesin olduğunu gösteriyor. Ortadoğu'da dengelerin sağlanmasında önemli rolü olan bir güce yapılacak bir saldırı.”    

Romanya Başbakanı Ponta'nın Cumhurbaşkanı'nı görevden alma girişimi nedeniyle AB Bükreş'e yıl boyunca denetimciler yollamayı planlıyor. Avusturya'da yayımlanan Kurier adlı gazete de AB'nin gündeminden düşmeyen Romanya'daki demokrasi krizine yorum getiriyor:

“Avrupa yalnızca ortak bir pazar değil her şeyden önce ortak prensipler anlamına geliyor. Avrupa Birliği'nin demokrasi ve hukuk devleti temeline dayandığı AB Temel Haklar Şartı'nda yer alıyor. Eğer üye ülkeler – önce Macaristan, sonra Romanya – bu temel değerleri tehlikeye atarsa hatta ihlâl ederse diğer birlik üyeleri haykırmalı. Çünkü demokrasinin geleceği tehlikeye girdiğinde AB sesini yükseltmez de sadece uzlaşma yolu ararsa Avrupa çatısında yangın çıkabilir.”   

Almanya basın özeti

 

Suriye krizi, Neonazi cinayetleri ve Federal Meclis’in aldığı sünnet kararı, bu sabahki Alman gazetelerinin öne çıkardığı yorum konusu.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye'yle ilgili sunulan karar tasarısının bir kez daha Rusya ve Çin’in vetosuna takılmasının ardından Tagesspiegel gazetesinin ülkenin durumu ile ilgili yorumu şöyle:

“Libya, kenarda kalmış bir ülkeydi, Suriye ise Arap dünyasının tam kalbinde yer alıyor. Burası, hiçbir yerde olmadığı kadar iç ve dış anlaşmazlıkların kesiştiği bir ülke. İçerde Sünniler Alevilere karşı, Araplar Kürtlere, ihmal edilmiş kırsal kesim de şehirlilere karşı. Dış politikada Körfez ülkeleri ile İran, Birleşmiş Milletler'le Rusya, Türkiye ile İran, İsrail ve Lübnanlı Hizbullah arasındaki anlaşmazlıklar da işte bu düğüm noktalarında yoğunlaşıyor. İç savaşta şimdiye kadar 17 bin kişinin hayatını kaybetmesi bir kuşağın tamamına zarar veriyor. Libya önümüzdeki yıllarda kendi kaderini kendi çizebilir. Suriye'nin geleceği için ise henüz bir umut elde edilemedi.“

Almanya'da 2000 ile 2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişinin kurban gittiği Neonazi cinayetlerinin soruşturulmasında yapılan hatalar, ülke gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Son olarak cinayetlere ilişkin bazı belgelerin, olayın ortaya çıkmasından 10 gün sonra Federal İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla imha edildiği ortaya çıktı. Südwest Presse adlı gazetede konuyla ilgili şu yoruma yer veriliyor:

“Belgelerin imha edildiğinin ortaya çıkmasının ardından Federal İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich artık sadece bir - iki düzeltme ve çalışanlarından bazılarının kurban edilmesiyle meseleyi geçiştiremeyecek. Uzunca bir zamandır parlamentonun kontrolü dışında tutulan kurumlarda temizliğe başlaması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde devletin maskesi düşer, yani radikaller hedeflerine ulaşmış olur.

Süddeutsche Zeitung ise dün Federal Alman Meclisi’nde alınan sünnet kararını taşımış yorum sütununa:

"Yapılan bir ankete göre ankete katılan Almanların yarısı dinî gerekçelerle yapılan sünnetin yasaklanmasından yana. Bunu yumuşak kalplilikle ve iyi niyetle söylemiş oldukları varsayılabilir. Aydınlanmış Alman vatandaşları, ülkelerinde Yahudi ve Müslüman oğlan çocuklarının barbar ritüeller yoluyla suistimal edilmesine artık göz yummak istemiyor. Almanlar Yahudi Soykırımı'nın ardından 70 yılda büyük mesafe kat etti. O kadar ki artık Yahudilere çocukları için neyin daha iyi olduğunu söyleyebilecek duruma bile geldiler. Bu kendinden eminlik ortamı içinde Köln'deki mahkemenin aldığı sünnet kararının etkisi de artarak yayılıyor. Alman Meclisi'ndeki büyük çoğunluğu bu ortama karşı durdukları için kutlamak lazım. Bu seçimleriyle Yahudi ve Müslümanlara bir ders vermeye çalışmayıp, onları yatıştırmış oldular."

Frankfurter Rundschau gazetesinin alınan sünnet kararı ile ilgili yorumu şöyle:

“Hukukî bir sorunu bahane ederek İslam karşıtı ve Yahudi düşmanı heyecanlar sergilendiği görülebiliyor. Bunlar ortak toplumsal yaşam açısından dinî gerekçelerle yapılan sünnetten çok daha tehdit edici boyutlar taşıyor. Mecliste dün ezici bir çoğunluk hukuken bağlayıcılığı olmayan bir karar aldı. Bu karar, lafı çok uzatmadan, bugüne kadar süren tartışma içinde atılmış en akıllıca adım sayılabilir. Parlamento ‘erkek çocuklarının tıbbî açıdan kurallara uygun ve gereksiz acılar yaşamadan sünnet edilmesini’ güvence altına alan bir yasal düzenleme talebinde bulundu. Bunun çocuğun üstün yararına uygun olup olmadığına da hukukçular değil aileler karar verecek.”