Mısır'da ordunun Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi devirmesinin ardından, göreve Adli Mansur'u getirmesi Avrupa basınında geniş yankı buldu.
BBCTürkçe ve DW Türkçe'de yer alan İngiltere, Almanya başta olmak üzere diğer Avrupa gazetelerinde yer alan Mısır'daki darbe için yorumları şöyle:
Independent gazetesinin deneyimli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk yazısında, Müslüman Kardeşler’in İslamcı olup olmadığı konusuyla Mısırlı askerlerin Mısır halkıyla ilişkisine değiniyor.
Fisk, Müslüman Kardeşler’in çok yanlış anlaşılmış bir parti olduğunu belirtiyor ve özetle şunları söylüyor:
“Müslüman Kardeşler modern Mısır tarihinde en çok yanlış anlaşılmış, muhtemelen de kasıtlı olarak, en çok yanlış anlaşılmış kurumdur. İslamcı bir parti olmaktan uzaktır. Kökleri dindar değil her zaman sağ eğilimlidir. 2011 devrimin doruk noktasında ve milyonlarca Mübarek karşıtı göstericinin Tahrir Meydanı’nı doldurdu zamanda dahi Müslüman Kardeşler, masada kendileri için de bir kırıntı bulabilirler umuduyla Mübarek’le müzakerede bulunmaya çalışmakla meşguldü. Müslüman Kardeşler’in önderliği, Mısır ayaklanması sırasında hiçbir zaman halkın yanında durmadı. Bu rol, Mısır’ın en güçlü laik tabanı tarafından, sendikal hareket tarafından üstlenildi. Nasır’ın Müslüman Kardeşler’le savaşı bile dinden çok güvenlikle ilgiliydi.”
On yıllar boyunca liderlerinin öldürülmesi, yasaklar ve baskılarla karşı karşıya kalan Müslüman Kardeşler’in bu dönem içinde politik, toplumsal ve hatta askeri olarak örgütlenmeyi öğrendiğini belirtiyor Fisk.
Fisk’in, partinin yine yasaklanması durumda yaşanabileceklere dair tahminleriyse şunlar:
“Eğer Müslüman Kardeşler Nasır, Sedat ve Mübarek döneminde yasaklandığı gibi yasaklanırsa askeri güçler içindeki desteğini kaybetmeyecek.”
Mısır’daki askerlerin halkla ilişkisi konusundaysa şunları yazıyor Fisk:
“Ordu halka aittir derler. Nobel ödülü sahibi, günümüzün muhalefet lideri Muhammed El Baradey, 2011’deki ayaklanma sırasında bana, ‘Eninde sonunda ordu halkla birlikte olacaktır. Herkes üniformasını çıkardığında, aynı problemlerle aynı halkın parçadır. Bu yüzden kendi insanlarına ateş açacaklarını sanmıyorum’ demişti. 2011’de ‘halk’ Mübarek’e karşıydı. Şimdi ‘halk’ birbirine karşı. Mısır ordusu iki taraftaki ‘halktan’ da geliyorken bunların ikisi arasında durabilir mi?”
Dün Mısır ordusunun müdahalesiyle gerçekleşen iktidar değişikliğiyle ilgili haberini manşetten ‘Mısır’ın ikinci devrimi’ olarak duyuran Guardian’da gazetenin Orta Doğu editörü Ian Black’in analizi dikkat çekiyor.
Ülkenin tehlikeli bir dönemece girdiğini belirten Black özetle şu tespitlerde bulunuyor:
“On yıllarını Mübarek’in otoriter yönetimi altında geçiren ve selefleri Müslüman Kardeşler örgütlenmesini oluşturup, iktidarı alacakları günün hayalini kuran İslamcı Mısırlılar için Mursi’nin devrilmesi, sert bir darbe anlamına geliyor. Özgür bir seçimi kazanmalarına rağmen meşru yönetme yetkilerini kullanmalarının önüne geçilmesi, onların mağduriyet duygusunu pekiştiriyor. Bu, tehlikeli bir örnek yaratıyor.”
Black’e göre yaşananlar Tunus’a da etkide bulunabilir:
“Bu durum benzer İslamcılar için de kötü bir haber olacak. Özellikle Arap ayaklanmalarının ilk ve şimdiye kadarki en başarılı ülkesi olan, diktatörlüğün yıkılmasından sonra düzenlenen özgür seçimlerde En Nahda partisinin iktidara geldiği Tunus’taki İslamcılar için. Kahire’de yaşananlardan etkilenen Tunus’ta, Mursi’nin gitmesini sağlamak için kitleleri harekete geçiren Tamarod (İsyan) hareketinden esinlenen bir hareket ortaya çıktı.”
Black, Mısır’ın artık riskli bir araziye girdiğini, ülkede şiddet olaylarının yaşanabileceğini hatta bir sivil savaş ihtimali bulunduğunun dillendirildiğini belirtiyor.
Financial Times’taysa Simeon Kerr’in Dubai’den yazdığı ve Mursi’nin düşüşünü Katar açısından ele alan yazısı dikkat çekiyor.
Yazıda Mursi’nin devrilmesinin Mursi iktidarının Körfez ülkeleri arasındaki en önemli destekçilerinden Katar’a bir darbe olduğu görüşü aktarılıyor.
Kerr, özetle şunları yazıyor:
“Katar’ın 33 yaşındaki emiri geçen hafta iktidara geldiğinde gözlemciler, onun genç ve tecrübesiz olmasının bölgenin hummalı ortamında nasıl test edileceği konusunda endişeliydiler. Çok az kişi, Mısır’da Muhammed Mursi’nin Müslüman Kardeşler liderliğindeki hükümetinin düşeceğini ve Katar’ın aktif dış politikasının önemli bir darbe alacağını tahmin etmişti. Mübarek sonrası dönemde Katar, Mısır’a 8 milyar dolar finansal destek akıttı. Katar, Mursi hükümetinin Körfez’deki ana destekçisiydi.”
Kerr, Katar’ın Libya ve Suriye’de İslamcı grupları desteklediğini ancak bu desteklerle ilgili bazı sorunlarla karşılaştığını, son olarak Mursi iktidarının devrilmesiyle birlikte bölgedeki güçlerinin olumsuz etkilendiğini belirtiyor.
Doha’nın Müslüman Kardeşler’e desteğinin Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerinden de tepki gördüğünü hatırlatıyor Kerry.
Kerry yazısının sonunda bir ekonomistten yaptığı alıntıya yer veriyor:
“Bir ekonomist, ‘Katar, Libya’da yanıldı sonra Suriye’de yanıldı ve şimdi Mısır’da harcadığı milyarlarca dolat boşa gidebilir’ demişti. Bu para politik fayda elde etme amacını taşıyordu ama yanlış ata oynadılar.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yorum köşesinde Mısır’a ilişkin şu satırları okuyoruz:
“Bakanlar istifa ediyor, milletvekilleri, yakın danışmanlar bile havlu atıyor. Mursi eğer çok yakın bir zamanda herkesi şaşırtıp, şapkasından tavşan çıkartmayacak olursa, günleri sayılı demektir. Ordu yeni bir siyasi sorumluluk üstlenmekten yana değil. Onun için de ültimatom süresinin geçmesini bekledi ve diyalog kanallarını açık bıraktı. Ancak yapılan anketlere göre Mısır halkının tek güven duyduğu kurum olan ordu sorumluluktan da kaçmak istemiyor ve ülkedeki iki kampın karşı karşıya gelmesini pasif seyretmeyeceğini belli etmiş bulunuyor. Eğer ordu tahmin edildiği üzere ‘yol haritasını’ yürürlüğe sokup, yani Mursi’yi görevden alıp, anayasayı iptal ettiğini açıklayacak olursa, o durumda muhalefet saflarına katılmış olacaktır. Bu da Müslüman Kardeşler’in bir kez daha durumu hatalı değerlendirdiği sonucunu vermiş olacaktır.”
Berlin’de yayımlanan Der Tagesspiegel gazetesi de aynı konudaki yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
“Mısır’da her iki tarafın da hiçbir biçimde uzlaşmaya açık olmaması, generallerin kaçınılmaz olarak harekete geçmesine yol açtı. Bu durum yeni iç tehlikelere de kapı arayabilir. İslamcı çevrelerin bir kısmı yeraltına geçebilir. Bunun ne anlama geleceğini ise çok sayıda komşu ülke yakından tanıyor. Arabalara yerleştirilen bombalar, kaçırma eylemleri, siyasi cinayetler ve tuzaklar. Ama aynı zamanda Mısır’daki sokak referandumu sorunlu bir emsal de oluşturdu. Eğer Mısır’da sokakların hukuku geçerli olacak ve demokratik yoldan seçilen devlet başkanını eylemler belirleyecekse, o takdirde gelecekteki devlet başkanlarının koltuğu çok çabuk değişecek, ama ülkenin zorlu ve karmaşık sorunları varlığını sürdürmeye devam edecektir.”
Kölnische Rundschau gazetesinin Mısır odaklı yorumunda ise şu satırlar göze çarpıyor:
“Meşru ve doğru tavır içinde olmak politikada her zaman birbiriyle uyumlu hedefler arasında sayılmaz. Tarihte bunun birçok trajik örneği vardır. Sorumluluk üstlenen yöneticiler nasıl bir tavır alırlarsa alsınlar suç işlemiş bir pozisyona düşmüşlerdir. Şu anda Mısır Ordusu işte böyle bir trajik an ile karşı karşıya bulunuyor. Yasalara uygun davranmış olsa, o zaman demokratik seçimlerle, meşru yoldan göreve gelen Muhammed Mursi liderliğindeki hükümete şüphesiz hareket serbestisi tanıyacaktı; o zaman da ülke bir iç savaşın eşiğine gelmiş olurdu.”
Hollanda'dan de Volkskrant, Mısır'da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi protesto gösterilerini ve tırmanan gerginliği şöyle ele alıyor:
“Mursi seçim zaferinden sonra, bütün Mısırlıların cumhurbaşkanı olacağını söyleyerek övünmüştü. Mursi, ülkede ilk kez demokratik yollarla seçilen cumhurbaşkanı olarak büyük bir sorumluluk taşıyor. Ancak uygulamada demokrasiyi köklü hale getirmek için çok az icraatta bulundu. Mursi tartışmalı bir anayasayı zorla kabul ettirdi, bu anayasa sayesinde birçok yetkiyi kendisine aktardı, Müslüman Kardeşlerle birlikte devletin bütün kademelerini işgal etti ve muhalefeti ülke yönetimine dâhil etmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Şimdi muhalefet, ordunun kendisini görevden alması umudunu taşıdığı için Mursi ile görüşmeyi reddediyor. Ancak orduya bu önemli kararı verdirmek yerine bir uzlaşma sağlanması daha iyi olurdu. Çünkü Mısır aksi takdirde zamanı geriye almış olur."
Polonya'dan liberal Gazeta Wyborcza, yorumunda şu satırlara yer veriyor:
“Hüsnü Mübarek'in devrilmesinden iki yıl sonra Mısır Ordusu, kaosa sürüklenen ülkede istikrar adası gibi görünüyor. Ordu, Cumhurbaşkanı'na gitmesini emretmedi, hükümet ve muhalefete siyasi krizden çıkış yolu bulmaları ve uzlaşma sağlamaları için 48 saat süre tanıdı. Böyle bir uzlaşmanın sağlanmasını tahayyül etmek ise zor. Ülkede büyük bir koalisyon kurulmasından söz ediliyordu, ancak tarafların hiçbiri buna hazır değil. Halksa bir tek şey istiyor: Cumhurbaşkanı'nın bir an önce görevinden alınmasını. Hükümet içinde yapılan değişiklikler yeterli değil. Mursi'nin isyankâr ortamı yatıştırmak için bir şansı vardı. Ancak artık bunu için çok geç.”
Fransa'dan muhafazakâr La Croix gazetesi Mısır'la ilgili yorumunda, gelişmeleri şöyle değerlendiriyor:
“Ortaya çıkan tablo, Müslüman Kardeşler için acı olmalı: Siyasi projeleri ülkeyi birleştirmiyor, bölüyor. Tıpkı Tunus'ta olduğu gibi Mısır'da da iktidara gelen partiler bu hareketin bir sonucu olarak sarsıcı bir biçimde zayıfladı. Kahire sokaklarında görevinden bir an önce ayrılması için Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye ültimatom veriliyor. Aynı şekilde ordu da gerekli dersleri çıkarması için Mursi'ye ültimatom veriyor. Sayıları en az Müslüman Kardeşler kadar çok olan diğer Müslümanlar, Mursi ve Müslüman Kardeşlerin siyasi projesine karşılar ve inançları, yaşamları konusunda kendi düşüncelerini, beklentilerini savunuyorlar. Muhalefetin üstü kapalı mesajı ise dinin, sosyal bir karşılığı olan, ama siyasi iktidarın belirli bir yoruma zorlamaması gereken, kişisel bir karar olduğu yönünde.”