Financial Times'ın baş yazılarından biri, ''Türkiye'nin kabusu'' diyor. Gazete, Suriye'deki parçalanmanın Türk toplumundaki fay hatlarını ortaya çıkardığı inancında.
Financial Times'ın deyimiyle Türkiye'nin gözleri önünde en derin korkuları gerçeğe dönüşüyor.
Suriye'nin kuzey doğusunda kent ve kasabalarda kontrolü devralan Kürtler ile komşu Irak Kürdistan'ın gevşek bir federasyon dahilinde ortaya yeni bir özerk Kürt bölgesi çıkartabileceğini yazan Financial Times, bu olasılığı Türkiye'de yerleşik düzenin bir varlıksal tehdidi olarak gördüğünü belirtiyor.
PKK'nın bu durumdan istifade ettiğini düşünen gazete, örgütün artık genelde olduğu gibi yer yer dağınık saldırılar yerine Türk ordusuna kalabalık gruplar halinde baskınlar düzenlemeye başladığını söylüyor.
Financial Times, Suriye'deki krizin derinleşmesini engellemek konusunda Türkiye'nin elinden az şeyin gelebileceğini belirtiyor. Başbakan Erdoğan'ın Suriye'nin kuzeyine sınır ötesi harekat düzenleyebileceklerini ima ettiğini, fakat sürekliliği olan bir askeri operasyona kimsenin sıcak bakmadığını yazıyor.
Gazete, Türkiye'nin Iraklı Kürtlerle dost olma politikasının da sonuç vermediğini, keza Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu yeni koalisyonun arabuluculuğunu bizzat Mesud Barzani'nin yaptığını kaydediyor.
Ancak Financial Times, Ankara'nın bölgede etnik ve mezhepsel gerginliğin tırmanışını durdurmak için yapabileceği daha fazla şey olduğunu ve yapması da gerektiğini söylüyor.
Türkiyeli Kürtlerin şikayetlerine yanıt vermeyi amaçlayan çabaların ikiye katlanmasını isteyen Financial Times, Başbakan Erdoğan'ın yeniden yazılan anayasada Türkiye'nin bütün vatandaşlarının kültürel haklarının korunmasını sağlamakla görevli olduğunu ve kilit önem taşıyan bölgesel özerklik talebine karşılık vermesi gerektiğini belirtiyor.
Gazete, dış politikada ise Türkiye'nin Orta Doğulu Sünnilerin bayraktarlığını yapıyormuş gibi görünmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Türkiye'nin İran'la rekabetinin kızıştığını yazan Financial Times, Bahreyn'e silah satışının da gözlerden kaçmadığını belirtiyor.
Financial Times'a göre Türkiye'nin Alevileri, büyük çapta Sünni Suriyelileri temsil eden ayaklanmaya Ankara'nın taraf tutarak destek verdiği inancındalar ve bundan rahatsızlık duyuyorlar.
Türkiye'nin bu tip kaygıları yatıştırmak için harekete geçebileceğini kaydeden gazete, örneğin Suriyeli isyancılar üzerinde intikam saldırılarında bulunmamaları yönünde Ankara'nın baskı uygulayabileceğini yazıyor.
Financial Times'daki baş yazı, ''Eğer Türkiye bölge istikrarı için bir güç olacaksa, Erdoğan mezhep ayrılıklarının ötesinde bir lider olduğunu göstermelidir.'' sözleriyle bitiyor.
Ama cuma günleri çıkan haftalık Economist dergisine göre, Başbakan Erdoğan bunun tersini yapıyor olabilir. Dergideki makale, Başbakan Erdoğan'ı mezhep ayrılığını manipüle etmeye çabalamakla suçluyor.
Economist, Başbakan Erdoğan'ın Alevilere ilişkin sözlerinin Türkiye'de çoğunluğu oluşturan Sünnilerin önyargılarına hizmet ettiği suçlamasının yeniden gündeme geldiğini ve Erdoğan'ın asıl amacının 2014 yılında Türkiye'nin seçimle işbaşına gelen ilk cumhurbaşkanı olma şansını güçlendirmek o lduğunun düşünüldüğünü yazıyor.
Erdoğan'ın muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Aleviliği hakkındaki açıklamalarını ve cemevlerini ibadethane olarak görmeyişini hatırlatan Economist, Tayyip Erdoğan'ın sözlerinin Alevileri gerçek Müslüman yerine koymadığı izlenimi yarattığını ve bu tehlikeli argümanın ise Türkiye'de en son 1993 yılında Alevileri hedefleyen korkunç katliamlara bahane olarak kullanıldığını yazıyor. Türkiye'de 15 ila 20 milyon arasında Alevi olmasına rağmen, Aleviler hakkında bilinenlerin az olduğunu belirten Economist, Suriye'deki Aleviler ile Türk Alevilerinin sık sık karıştırıldığını belirtiyor.
CHP milletvekili Hüseyin Aygün, ''Ritüellerimiz farklıdır, ama aramızda güçlü bir manevi bağ var.'' diye açıklıyor durumu.
Dergi, daha liberal bir yaşam tarzına sahip olan Alevilerin Türkiye'de laik kesim tarafından radikal İslam'a karşı güvenilir bir kale olarak korunup kollandığını, fakat aynı sebeplerden dolayı katı tutumlu Sünnilerin ise Alevileri imansızlık ve ahlaksızlıkla suçladığını belirtiyor.
Economist, 2010 yılında Başbakan Erdoğan'ın öncülüğünde Alevi açılımı olarak tanımlanan bir sürecin başladığını, hatta Türkiye tarihinde ilk kez bir cemevini ziyaret eden başbakanın ve Irak'ta bulunan Hazreti Ali Türbesi'ni ziyaret eden ilk Sünni liderin Tayyip Erdoğan olduğunu yazıyor. Dergi, 1938'de Dersim'de katledilen binlerce Alevi için resmi özür yayınlamasının da aynı derecede cesur olduğu kanaatinde.
Fakat Economist'teki makalenin sonu, Hüseyin Aygün'ün gözlemleri ile bitiyor. ''Bunların hepsinin göz boyama olduğundan şüpheleniyorduk.'' diyor CHP milletvekili, ve ekliyor. ''Artık şüphe etmiyor, biliyoruz.'' (BBC Türkçe)
Alman basınında bugün Libya’da yeni meclisin göreve başlaması, Mısır’daki gelişmeler ve Almanya'da organ bağışına ilişkin yeni düzenlemeler ön plana çıkıyor.
Libya'da geçici yönetim, seçimle iş başına gelen yeni meclise tüm yetkileri devretti. Berliner Zeitung gazetesinde şu satırları okuyoruz:
“Libya’nın bir devlet olarak tamamen yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Kaddafi arkasında siyasî bir çöl bıraktı. İşte bu tablo karşısında 42 yıllık diktatörlüğün ardından demokratik yollarla seçilmiş meclisin iktidarı barışçıl yollarla devralması büyük bir başarı. Libya’daki aşiretler ve milisler arasında silahlı çatışmalar daha çok yaşanacak. Ancak yine de demokratik bir devleti kurma yönünde temeller atılmıştır.“
Frankfurter Allgemeine gazetesinin internet sitesinde yer alan yorumda da yeni hükümetin işleyen bir yargı sistemi oluşturması gerektiğine dikkat çekiliyor:
“Bir diğer soru da Anayasa Komisyonu'nun İslam'a ne tür bir rol öngöreceği. Kendini liberal ve laik olarak nitelendiren Mahmud Cibril aynı zamanda İslamî kimliğini de ön plana çıkarıyor. Birçok Arap ülkesinde olduğu gibi yasama Şeriat izleri taşıyacaktır ama önemli olan bunun uygulamada nasıl hayata geçirileceği. Libyalıların çoğunluğu muhafazakar Müslüman olarak sayılabilir. İçki içmiyor, Ramazan'da oruç tutuyorlar. Ancak dinci fanatiklerden değiller.“
General Anzeiger gazetesinin internet sitesinde de Mısır'daki gelişmelere ilişkin bir yorum göze çarpıyor. Radikal İslamcıların pazar günü Sina Yarımadası'nda düzenlediği saldırıda 16 Mısır askeri ölmüş, İslamcı yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî, Sina'da kontrolü tamamen yeniden ele geçirme vaadinde bulunmuştu. Gazetenin yorumunda radikal İslamcıların ülkedeki iktidar boşluğundan faydalanmaya çalıştığı ve İsrail ile Mısır arasında 1979 barış anlaşmasından bu yana devam eden görece istikrarlı ilişkileri hedef aldığı belirtiliyor. Yorum şöyle devam ediyor:
“Sina'daki gerginliğin tırmanmaması, Mısır ve İsrail'in ortak çıkarıdır. Bu, Mursî'nin üzerinde büyük bir ağırlık oluşturuyor. Sina, dinci aşırılar için bereketli topraklara dönüşmüş durumda. Hak ve hukuk, Mübarek'in devrilmesinden bu yana turistlerin kalesi olan bu bölgede artık hiçbir rol oynamıyor. Mursî tüm bunları değiştirmeli. İnsanlara, özellikle de hayata dair gelecek umutlarını kaybetmiş Bedevi gençlere, yeniden umut vermeli ve güvenlik politikalarıyla Sina'nın kontrolünü yeniden ele geçirmeli.“
Alman gazetelerinde en çok tartışılan konulardan biri de organ bağışı ile ilgili yürürlüğe giren yeni düzenleme. Hamburger Abendblatt gazetesi, yeni düzenlemeyi eleştiriyor:
“Bu oldukça etkisiz yeni önlemler paketini hazırlamak için harcanan dikkate şayan enerjinin şimdi de, organ bağışlarını artırmak için kullanılması zamanı. İspanya, İtalya ve Avusturya gibi ülkeler, bunun nasıl olabileceğini bize gösteriyor. Bu ülkelerde itiraz hakkı geçerli. Yani herkes, itiraz etmediği sürece otomatikman potansiyel organ bağışçısı sayılıyor. Almanya’da ise bu çok katı bir düzenleme olarak görülüyor. Halbuki bu düzenlemeler, bu ülkelerde tatillerini geçiren bütün Almanlar için de söz konusu. Sınırın öte tarafında bir ölüm durumunda farkına varmadan Almanlar da organ bağışçısı haline gelebilir.“ (Deutsche Welle Türkçe)