I. Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Hareketler[1]
a) Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Hareketlerin Tanıtımı
Avrupa’da ve Avrupa dışında 2010’larda yaygınlaşan toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler 1990’lı yıllardan beri var. Bu hareketler, kadın ve erkeğin özleri itibariyle farklı ve birbirinin tamamlayıcısı olduğunu savunan özcü bir vizyona sahipler. Polonya Piskoposu’nun da belirttiği üzere: “Kendi cinsel kimliklerinden emin olmayan insanlar özel hayatlarında, aile, toplumsal ve profesyonel yaşamlarında üstesinden gelmeleri gereken görevleri ne idrak etme ne de yerine getirme kapasitesine sahipler.”
Kendilerini feminist hareketin ve LGBT[2] haklarını savunan hareketlerin karşısında bir karşı-hareket olarak konumlandıran bu hareketler genellikle reaksiyoner olarak adlandırılır. Ancak toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, feminist ve LGBT hareketlerin güçlü olmadığı ülkelerde de varlık gösteriyor ve buralarda korumacı bir bakış açısı edinerek kendilerini eşitlik taleplerine karşı engelleyici bir konuma yerleştiriyorlar.
b) “Toplumsal cinsiyet ideolojisi” ya da “toplumsal cinsiyet kuramı”
Bu hareketler feminist ve LGBT aktivizmine karşı çıkarak kendilerini “toplumsal cinsiyet ideolojisine”, “toplumsal cinsiyetçiliğe” ya da “toplumsal cinsiyet kuramına” karşı mücadele içinde konumlandırır. Kullandıkları terimler ülkelere göre farklılaşabilir.
“Toplumsal cinsiyet ideolojisi” ya da “toplumsal cinsiyet kuramı” gibi adlandırmalar herhangi bir sabit tanımlamaya karşılık gelmez. Dolayısıyla, anlamı bulanık bu terimlerin bir tür korkuluk, geri püskürtücü, “simgesel tutkal”, “boş gösteren” olarak işlev görebilmeleri güçlü fakat kötü tanımlanmış bir reddedişe yol açmakta ve farklı topluluklar (Katolikler, muhafazakârlar, kürtaj karşıtları, erkek hakları savunucuları[3], anti-feministler, anti-LGBTler, aşırı sağcılar, milliyetçiler ve diğerleri) tarafından benimsenebilmektedir. Böylece, bu durum mümkün olan en geniş ortak amaç etrafında birleşen büyük bir ittifakın kurulmasına izin verir. “Toplumsal cinsiyet ideolojisi”ne ilişkin terimler, çok sayıda ve değişken kabulleri bir araya getirerek homojen bir grupmuşçasına sunabilen bir paravandır. (Herkes İçin Eylem[4] oluşumunun da vurguladığı gibi “Tıbbi destekle üreme, taşıyıcı annelik, toplumsal cinsiyet, eşcinsel evlilikler: her şey birbiriyle bağlantılı.”) Bu durum hareketlerin geniş bir alana yayılmasına ve ihtiyaçlara göre farklı bağlamlara uyarlanmasına imkân tanır. Mesela Avusturya’da “toplumsal cinsiyet ideolojisi” karşıtı hareket, evlilik içi tecavüzlerin suç kapsamından çıkarılması için göreve çağrılmıştır.
“Başka bir deyişle ‘toplumsal cinsiyet ideolojisi’ kavramı, cinsiyet ve cinsellik alanında ilerici ve inşacı/yapı bozumcu feminist ve kuir teorilerin -çarpıtılmış- bir temsilidir.”[5]
c) Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin talepleri
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, farklı öncelikleri olan hareketleri beş temel tema etrafında bir araya getirir.
II) Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin kullandığı stratejiler
1) Var olan Katolik ve kürtaj karşıtı ilişki ağlarını kullanma
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler durduk yere, yoktan var edilerek ortaya çıkmadılar. Tersine, hem katolik okullar, kilise cemaatleri, siyasetçiler üzerinden hâlihazırda kurulu olan ilişki ağlarına yaslandılar hem de uzman aktivistler, Katolik Kilisesi’nin kitlelere yayılma ve onları seferber etme kanalları, internet sunucuları, e-posta adresleri gibi hâlihazırda varolan kaynakları kullandılar.
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin oluşmasının ve gelişmesinin temelini Vatikan ve Roma Katolik Kilisesi atmıştır. Katoliklerin nüfusun %0,1’ini temsil ettiği Rusya’da ise bu hareketleri Rus Ortodoks Kilisesi örgütlemiştir. Diğer dinlerle (Musevi, Protestan, Müslüman, Ortodoks, Katolik) ittifaklar kurularak çeşitli anlaşmalar, ideolojik ve aktivist çalışmalar yapılmıştır.
1990’larda Papa II. Jean Paul ile başlayan toplumsal cinsiyet karşıtı mücadele 2005 yılında Papa XVI. Benoît’nın[6] seçilmesiyle birlikte Kilise’nin önceliklerinden biri oldu.
Vatikan ve Avrupa’daki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler arasındaki bu bağlantıların yaygınlığı ve görünürlüğünün oranı ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de temelde iki kutup gözlemlenir:
2) Milli kimliğin savunulması
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler kendilerini din, varsayılan bir ırk, Avrupa Birliği ve küreselleşme karşısındaki direniş üzerinden faaliyet gösterdikleri ülkelerin milli kimliğinin savunucuları olarak sunarlar. Demografi ve milli kimliğin tanımıyla ilgili toplumsal endişeleri açığa çıkartırlar: Kendi milli kimliğimizi nasıl tanımlamalıyız? Rus, Fransız, Slovak olmak ne anlama gelir? Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler milliyetçi hareketlerle ilişki içindedir ve mücadele edilecek ortak bir düşman, dışlanması gereken bir Öteki, bir yabancı, doğaya aykırı[7] biri, gelenek karşıtı birini yaratarak toplumdaki bu gibi kaygılara cevap verirler.
Bu strateji, özellikle de gender terimini İngilizce olarak kullanılıp kendi dillerindeki karşılığının (Fransızca’da “genre” kelimesinin) kullanılmamasıyla belirginlik kazanır. “İdeolojik sömürgecilikten” söz eden Papa Francis’in konuşmalarında yabancı kavramını ve dış tehdit vurgusunu açıkça görebiliriz. Bu ilginç bir stratejidir çünkü Avrupa’daki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler bu yabancı terimin reddini kolaylaştırmak için genre kelimesini gizleyerek İngilizce bir terim (gender) kullanırken, toplumsal cinsiyet karşıtı mücadelede (Dünya Aileler Kongresi gibi Amerikalılar ve Rusların ortaklaşa kurdukları dernekler sayesinde) Amerikan sermayesi ve deneyimlerinden istifade edilmektedir. “Amerika Birleşik Devletleri bu işin temel merkezi gibi görünüyor, Avrupalı pek çok kurum da bu Amerikalı hareketin bölgesel şubeleri gibi hareket ediyor.”
Bu yabancı düşman stratejisi Amerikan karşıtlığının tarihsel olarak görünür olduğu Fransa’da ve kendisini Batı’nın yozlaşmışlığı karşısında geleneklerin kurtarıcısı olarak gören Rusya’da net bir şekilde görülebilir.
3) Ortak düşman karşısında birleşmek
Daha önce belirttiğimiz gibi kullanılan bu terimler (“toplumsal cinsiyet ideolojisi”, “toplumsal cinsiyet kuramı”, “toplumsal cinsiyetçilik” vb.) muğlak ve tanımsızdır. Bu durum bazı grupların günah keçisi ya da yok edilmesi gereken düşman olarak sunulmasını mümkün kılar.
Örneğin Peder Oko[8], 2014 yılında “toplumsal cinsiyet savunucularının ensest, pedofili ve eşcinselliği yaydığını”; “ateistlerin insanlık tarihinin en büyük suçluları” olduğunu söylemişti. Bu stratejilerin, Nazi rejimi ya da diğer totaliter rejimler tarafından kullanılan stratejilere eşdeğer olduğunu belirtelim (hatta bazı terimler Almanya’da yeniden aynı şekilde kullanılmaya başlanmıştır): Bir günah keçisi sorunların müsebbibi olarak gösterilir ve ortak bir proje etrafında bir araya gelemeyen halkı ortak bir düşmana karşı birleştirir.
4) Doğaya Aykırı
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler kendilerini doğanın koruyucusu olarak konumlandırırlar. Bu pozisyon açıkça şu şekilde tarif edilmiştir: “Toplumsal cinsiyet ideolojisi yıkıcıdır, gericidir; toplum karşıtıdır, halk karşıtıdır ve hatta doğaya aykırıdır.” (Herkes İçin Eylem, 2013)
Doğal ve doğaya aykırı olan tartışması üzerinden iki temel noktayı gözlemleyebiliriz:
İnsan türü sosyal bir türdür (tıpkı tavşanlar, köpekler… gibi). Şehirler kurarız (4000 yıldan büyük bir termit (beyaz karınca) kolonisi,[9] 230 bin kilometrelik bir alanda 2,5 metre yüksekliğinde 200 milyon adet toprak tepeleri yaratmış örneğin.); çevreyi kontrol altına alırız; tarım yapar hayvan yetiştiririz (hatta karınca bile yetiştiririz.); aletler kullanırız (bazı maymunlar ve karga türleri gibi.). Doğa kavramı açıkça tanımlanmış mıdır? Doğanın insan ilişkileriyle alakası var mıdır? Yapay zehirli bir maddenin aksine doğa yanlış bir şekilde iyilik, sağlık, güvenlik (zararsızlık) ile ilişkilendirilmemiş midir? Oysa insülin, antibiyotik, kalp pilleri gibi pek çok tedavi insan eliyle üretilirken yüksük otları[10]doğaldır; Avrupa nüfusunun %30 ila %50’sini öldürdüğü tahmin edilen kara veba da doğaldır. O halde doğal olan, doğal olmayandan her zaman daha iyi olmayabilir. Dolayısıyla doğal olan ile doğal olmayan tezatlığı üzerine kurulu bir iddia sadece yanlış olmakla kalmaz aynı zamanda uygunsuzdur da.
5) İnsanlığın sonu
Toplumsal cinsiyet karşıtı stratejiler her yerde varolan ebedi güçlerini ‘Kıyamet’in anlam alanından alırlar. Bu durum, suistimal edilen doğa düşüncesiyle, “insanlığın yıkımı”, “Avrupa için ağıt” gibi düşünceleri birbirine bağlar.
Pek çok mesajda, felaketin kaçınılmaz olduğu duygusunu artırmak amacıyla bilimsel terimler kendi bağlamlarının dışında kullanır. Bunun hissettirdiği tedirginlik ve korku insanların bu tür mesajlardan daha fazla etkilenmesine ve bunlara karşı daha savunmasız olmasına yol açar.
Korku siyaseti ve şok stratejisi bireysel özgürlükleri kısıtlayan uygulamaların çok daha kolay bir biçimde kabul edilmelerini sağlar. Sonuçta söz konusu olan insanlığı kurtarmaksa bazıları evlenmiş, evlenmemiş ne değişir? Felaket tellallığı yapan bir söylemin yarattığı kaygı, kriz dönemi olmasa, karşı çıkılacak uygulamaları kabul ettirmek için güçlü bir duygusal kaynaktır. Amerikalı gazeteci Mencken bu konu hakkında şöyle yazar: “Bu politikanın amacı, insanları biz dizi hayali canavarlarla tehdit ederek endişe içinde (haliyle güvenlik talep eder halde) tutmaktır.”
Bu nokta, algılanan tehdidi en üst düzeye çıkarmak için ihtiyaç halinde dezenformasyona başvurarak son derece tehlikeli olarak sunulan ortak bir düşman karşısında birleşme, kendini doğal olanın savunucusu, insanlığın savunucusu, hatta bunun garantörü olarak görme olasılıklarını ifade eder.
6) Tehlike altındaki masumiyet ve yoğun dezenformasyon
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin en büyük kavgalarından biri, okullardaki cinsellik eğitimlerini, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ve cinsiyet klişelerine karşı verilen dersleri engellemektir. Temel argümanları çocukların masumiyetini korumamız ve onları cinselleştirmememiz gerektiğidir.
Sağlık eğitiminin bir parçası olan cinsellik eğitiminde Dünya Sağlık Örgütü’nün çocukların yaş dönemlerine uygun olacak şekilde cinselliğin bilişsel, duygusal, sosyal ve fiziksel yönlerine dair karşılıklı etkileşime dayalı bir öğrenme süreci önerdiğini hatırlayalım.
Çocukluğun masumiyetini vurgulamanın Avrupa’da çok etkili ve ahlaki bir panik yaratması muhtemeldir.
a) Sahte haber ve dezenformasyon
Toplumsal cinsiyet karşıtları bazı gerçek olayları temel alarak bunları kabul edilemez kılmak için çarpıtır ve yorulmak bilmeden tekrar ederler; kamuoyunu şok etmek ve mümkün olduğunca çok sayıda insanı davalarına katmak için varsayımsal, gerçeğe uygun olmayan ve akıl dışı durumlar üretirler.
Örneğin, 2014 yılında Hırvatistan’da dağıtılan bir bildiride 10 yaşındaki çocuklar için “Hırvat Hükümeti tarafından dayatılan cinsellik eğitimi kapsamında okullarda çocukların birbirlerinin özel bölgelerine dokunacakları ‘samimi bir köşe’” oluşturulacağı ve “eşcinsel bir davranışın açık ve ayrıntılı tasfirini içeren dersler” verileceği söyleniyordu.
Slovenya’da toplumsal cinsiyet karşıtları, ebeveynlerin vefatı durumunda çocukların büyükanne ve büyükbabaları tarafından evlat edinilemezken eşcinsel çiftler tarafından evlat edinilebilecekleri yönünde açıklamalar yaptılar.
Fransa’da 2001 yılından itibaren okullarda cinsellik eğitimleri zorunlu[11]olduğu halde 2013 yılında, yani tam 12 yıl sonra, okullarda “mastürbasyon dersleri” verildiğine dair yalan haberler dolaşıma sokuldu ve Çocukları Okula Göndermeme Günü[12] bu bağlamda gündeme getirildi.
Halbuki Fransa’da öngörülen müfredat şunları içerecek şekilde tasarlanmıştır:
b) Cinsellik eğitimi yeni bir icat mı?
Cinsellik eğitimi 1914 yılında başlar; içeriği katılımcılara göre değişkenlik gösterir: zührevi hastalıkların önlenmesi (doktorlar), tecavüz ve kürtaj (feministler), doğum kontrol yöntemlerinin bilinmesini engelleme (rahipler) isteği… 1973’te okullarda cinsellik eğitimi ve cinsellikle ilgili bilgilendirme netleşmeye başlar ve iki bölüme ayrılır: “Cinsel bilgi” kesinlikle ele alınması gereken anatomi ve üreme konularına odaklanırken, “cinsellik eğitimi” insan cinselliğinin büyük ölçüde ihmal edilen ve isteğe bağlı bırakılan duygusal yönüyle ilgilenir. 1985 yılında, AİDS salgını ve buna bağlı yüksek ölüm oranlarıyla karşı karşıya kalınan bir dönemde, cinsellik eğitimi ilkokullarda uygulamaya kondu. Bu gidişat 1992 yılında okul ve dernekler arasında daha fazla etkileşim sağlanması ve 1998’de “cinsellik eğitimi ve AİDS’in önlenmesini” ele alan bir genelgenin yayınlanmasıyla devam etti.
“Okullarda, kolejlerde ve liselerdeki cinsellik eğitimleriyle ilgili 17 Şubat 2003 tarihli genelge, cinsellik eğitiminin halk sağlığı sorunlarını (erken ve istenmeyen gebelikler ile HIV/AİDS dahil cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar) ele alan bir eğitim anlayışının parçası olduğunu belirtir. Ayrıca bu genelgede, oğlan ve kız çocukları arasındaki ilişkilerde çıkan sorunlara, cinsel şiddet, pornografi veya cinsiyetçi ya da homofobik önyargılarla mücadeleye dair sorulara da yanıt verilmektedir.” (Poutrain V., 2014)
Günümüzde, cinsellik eğitimi üzerine konuştuğumuzda pek çok konuyu bir arada irdeleriz: üreme sağlığı, hastalıkların önlenmesi, duygusal ve cinsel sağlık, rıza/onay kavramı, şiddet türlerine karşı mücadele… Hatta bu nedenle cinsellik eğitimi geçmişte kalmış bir konudur ve içeriği bilimsel keşifler, hastalıklar ve toplumlarla birlikte evrim geçirmekte, değişmektedir.
c) LGBT gençlik
Heteroseksüel gençlere kıyasla LGBT gençler arasında (1,5 ila 12 kat daha fazla) artan intihar riski büyük oranda belgelenmiştir. İntihar riski artışının büyük bir bölümü LGBT bireylerin maruz kaldığı ayrımcılıklar, şiddet ve damgalamalarla[13] bağlantılıdır. Cinsel sağlık eğitimi derslerinde homofobik şiddet ve ayrımcılıklara karşı mücadele bu ergenleri koruma arzusuna işaret etmektedir.
“Son on yılda araştırmacılar LGB’ler arasında gözlemlenen yüksek intihar girişimi ve zihinsel bozukluk oranlarının, cinsel (yönelim) azınlık gruplarına yönelik sosyal damgalama, önyargı ve ayrımcılıklarla açıklanabileceği konusunda hemfikir oldular.”[14]
Ergenlik çağındaki LGBT’lerin intiharlarını önlenmenin yolu okullarda onlara yönelik damgalamalara karşı çalışmalar yapılmasından; stres, intihar riski, zihinsel bozukluklara yönelik psikolojik eğitimlerden; madde bağımlılıklarına karşı verilecek sağlık eğitimlerinden; çeşitli biçimlerde ve uygulamalı olarak verilen cinsellik eğitimlerinden ve okullarda taciz ve şiddete karşı mücadeleden geçer.
d) Pornografi
Pornografiyi ve klasik sinemadaki temsilleri yapısöküme uğratan çalışmaların yapılması gerekiyor. (Romantik olarak sunulan pek çok sahne cinsel saldırı sahnesidir: Erkek, onayını almadan kadını yakalar, duvara yapıştırır ve zorla ve / veya sürpriz bir şekilde onu öper.) Pornografi özellikle kadınları hedef alan sayısız şiddet sahnesi içerir.
15-17 yaş grubunun yarısından çoğu pornografik film ya da görüntüleri izlemek için internete giriyor; oğlan çocuklarının %64’ü yoğun seks içeren bir videoyu zaten izlemiş oluyor. Bilgisayar, tablet ve akıllı telefonların yaygınlığı pornoyu her an erişilebilir hale getiriyor. Daha önce porno film izlemiş olan oğlan çocuklarının yaklaşık %80’i bunu 15 yaşından önce, %15’i de 12 yaşından önce yapmışlar. İster kız ister oğlan olsun ergenlerin yarısından fazlası pornografik bir videoyla tesadüfen karşılaşıyor.
Açıkçası ergenlerin çoğu pornografik içeriğe maruz kalacaktır. Onayı, sözüne ve sınırlarına saygıyı öğreten bir eğitimi teşvik ederek bunlar hakkında konuşmak, gördükleri ve görebilecekleri şeylerin yapısını değiştirmek ve bu içerikle aralarına mesafe koymalarına izin vermek istenmiyor mu? 15-17 yaş grubunun neredeyse yarısı, pornografik videoların cinselliği öğrenmelerine katkı sunduğunu düşünüyor. (Daha önce cinsel ilişki yaşamış ve porno video izlemiş olanların %44’ü porno filmlerde gördüğü sahne ve eylemleri taklit etmeye çalışıyor.) Cinsellik eğitimi, porno endüstrisine mi bırakılmalı?
e) Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar (CYBE)
Bazen önemsiz görülse de cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların ciddi sonuçları olabilir. 2012-2016 yılları arasında Klamidya ve Gonorebakterilerinin neden olduğu enfeksiyonların sayısı üç kat arttı, özelikle de 15 – 24 yaş arasındaki gençleri etkiledi. (Frengi vakalarının sayısı sabit kaldı.) Mesela Klamidya sıklıkla asemptomatik olmasına ve çoğunlukla 15-24 yaş arasındaki genç kadınları etkilemesine rağmen çoğu dış gebeliğin (dış gebeliklerin üçte biri) ve kısırlığın sebebi olarak gösterilir.
Ergenler iyi bildiklerini zannetseler de HİV, ergenler arasında hâlâ yanlış biliniyor. Yeni bulaş sayıları 2007’den beri artıyor. 2015 yılında HİV pozitif olduğunu öğrenenlerin %12’si 25 yaşın altındaydı.
f) Eşcinsellik ve eşcinsel ebeveynlik
Regnerus Araştırması Vakası: Teksas Üniversite’sinde sosyolog olarak görev yapan ve çalışmasının içeriği kadar finansal kaynağı da eleştirilen Mark Regnerus, doğumundan 18 yaşına kadarki sürede ebeveynlerinden en az birinin eşcinsel ilişki yaşadığı ailelerde yetiştirilen ve bu ilişkiyi bilen çocuklar (bunlar arasında doğduğundan beri eşcinsel ebeveynler tarafından yetiştirilmiş olanların sayısı 250’den daha az) üzerine yaptığı araştırmasını 2012 yılında yayımladı. Çalışmasında bu çocukların intihar girişimi, cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma ve cinsel istismara uğrama ve benzeri risklerinin daha fazla olduğu sonucuna vardı. Araştırma yayımlandığında üniversite içinde infial yarattı, çünkü aynı konuda daha önce yapılmış çalışmalar bunun tam tersini gösteriyordu. Bunun üzerine bazı araştırmacılar bu çalışmayı incelediler ve pek çok hatayı ortaya çıkardılar. Olayın yankıları sürerken Regnerus’un hataları düzeltildiğinde de sonuçlarda anlamlı bir fark görülmez.
Bu araştırmanın yöntemi daha sonra oldukça eleştirildi; yine de toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler bu araştırmayı eşcinsel ebeveynliği şeytanlaştırmak için dayanak almaya devam ettiler. Oysa araştırma eşcinsel ebeveynliğe değil, çocukluk yıllarında ebeveynlerinden en az birinin eşcinsel ilişki yaşadığı ailede yetişen çocuklara odaklanmaktaydı. “İstikrarlı heteroseksüel bir çiftin yetiştirdiği çocuklar” ile “ebeveylerden biri bilinen bir eşcinsel ilişki içinde olan çiftlerin yetiştirdiği çocuklar” birbiriyle karşılaştırıldı. Ancak bu grupları karşılaştırabilmemiz için hem eşcinsel ebeveynliklik mi heteroseksüel ebeveynlik mi, hem tek ebeveynlik mi değil mi, hem de istikrarlı bir ilişki mi değil mi gibi kategorilere bakmamız (bunları nesnel, gözlemlenebilir ve ölçülebilir kriterlerle tanımlamamız) gerekirdi. Oysa bu çalışmada bütün etkenler birbirine karışmıştır ve gerçek sebeplerin hangileri olduğunun tespitine izin vermemektedir.
2018 yılında New England Tıp Dergisi’nde 154 anne ile 32 yıl gibi uzun bir süre boyunca yürütülen bir araştırma yayımlandı. Bu araştırma lezbiyen çiftlerin çocuklarının heteroseksüel çiftlerin çocukları kadar dengeli olduğunu gösteriyordu. Hiçbir cinsel istismar vakası bildirilmedi ki bu durum ortalamanın oldukça altındadır (17 yaşında olanların %26’sı istismar bildiriminde, %8’i de bir ebeveyn tarafından cinsel istismara uğradığı bildiriminde bulundu.).
Uzun erimli araştırmalar daha masraflı olsa da bazı önyargıların önlenmesine imkân verir. Bugün 25 yaşına gelmiş olan bu çocuklar, diğer yetişkinler kadar iyi zihin sağlığı skorlarına sahipler. Bu araştırma 1986 yılında başladı ve aileler döllenmeden itibaren takip altına alındı. Araştırmanın bir sınırı olarak bu ailelerin beyaz ve orta sınıf aileler olduğunu belirtebiliriz. Bununla birlikte, çocuklar aynı sosyo-ekonomik, etnik ve yaş özelliklerine sahip diğer çocuklarla karşılaştırılmıştır. Dolayısıyla bu gruplar birbiriyle kıyaslanabilir, ancak çalışmayı daha farklı topluluklarla tekrarlamak ilginç olabilir.
Ayrıca, J. Calzo, V. M. Mays, C. Björkenstam, E. Björkenstam, K. Kosidou ve S. D. Cochran’ın 2013-2015 yılları arasında çocukların esenliği üzerine yürüttükleri araştırmaya (2017) ve eşcinsel ya da heteroseksüel ailelerde yetişen çocuklar arasında fark olmadığını gösteren güç ve güçlükler anketine (GGA)[15] referans verebiliriz. Biseksüel ebeveynlerin çocuklarında az bir fark gözlenmiş olsa da stres ayarlamasından sonra (yetişkin olmayan yaş grupları için stres göstergesinin dikkate alınmasından sonra) bu fark kaybolmuştur.
Bu sonuçlar oldukça ilginçtir, çünkü ebeveynlerin cinsel yönelimiyle ilgili kayda değer bir fark olmadığını, ancak cinsel yönelimle ilgili ayrımcılıkları önlemek ve yetişkin olmayan yaş grupları üzerindeki stresi azaltmak amacıyla stratejiler geliştirmenin ve uygulamanın gerekliliğini bir kez daha doğrulamaktadır. Bazı farklılıklar (LGB’ler arasında tek ebeveynlik daha yaygındır) ayrımcılık ve damgalamayla açıklanabilir. O halde çocuklara yardım etmek için ailelerine yardım etmek ve aileleri desteklemek gerektiği fikrinin ortaya çıktığını görebiliriz.
Sonuç olarak, eşcinsel ebeveynlik üzerine yapılan pek çok araştırma[16], heteroseksüel ya da eşcinsel ebeveynlerle büyüyen çocuklar arasında (özsaygı, zeka, psikiyatrik rahatsızlıklar, sosyal ilişkilerin niceliği ya da niteliği açısından) fark olmadığı konusunda genel olarak hemfikirdir. Nadiren gözlemlenen bazı farklar (örneğin eşcinsel ebeveynlerin olduğu ailelerden gelen çocukların sosyal ilişkilerde biraz daha temkinli olması gibi) yetişkin olmayan nüfusta gözlemlenenlerle genel olarak aynıdır.
7) Mağduriyet ve mağdurluğun tersine çevrilmesi
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler kendilerini feminist hareketin ve LGBT hakları hareketinin kurbanları olarak tanımlıyor. Onlara göre, yozlaşmış uluslararası seçkinlerin hatası yüzünden “Alttaki Fransa[17]”, ebeveynlerin inançlarına göre çocuklarını eğitme özgürlüğünden mahrum bırakılacak; ayrıca ayrımcılığın (“Hıristiyanofobinin”) mağduru haline gelecektir. Bunların yanına “toplumsal cinsiyet gündemi”, “gizli plan” gibi komplocu fikirleri de ekleyebiliriz.
LGBT hakları savunucuları ve feministler düşman olarak sunulur. Onlar totaliter bir ideolojiyi zorla kabul ettirmeye çalışan “Ötekiler”dir. Nazizmle, Marksizmle, faşizmle ilişkilendirilen “feminazi”, “toplumsal cinsiyet faşizmi”, “geystapo”, “Marksizm 2.0” gibi terimler dizisiyle karşılaşırız.
2013 yılında Polonyalı rahip Tadeusz Pieronek, “toplumsal cinsiyet ideolojisinin, komünizmin ve nazizmin bir araya gelmesinden bile daha kötü bir şey” olduğunu söylüyordu (unutmayalım ki Polonya bu ideolojilere kurban verdiği milyonlarca insanın acısını çekmiş bir ülkedir.).
Buna ek olarak, Polonya’daki bu kampanyanın çocuklar üzerinden yürütülen kısmının son derece saldırgan olduğunu da aynı şekilde dikkate almalıyız. Bu toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyanın başlangıcı, Kilise’deki pedofili skandallarının su yüzüne çıktığı zamana denk gelir. Bu nedenle dikkati başka yere çekmeye, sorumluluğu başka bir düşmanın üstüne atmaya ve kendilerini de çocuk hakları savunucusu gibi göstermeye ihtiyaçları vardı. Polonyalı bir başpiskopos çocukların din adamlarından davacı olduğunu, çünkü ailelerin parçalandığını ve tüm bunların cinsel eğitim yüzünden olduğunu açıklamıştır. Bu örnekte mağdur konumunda olanın nasıl tersine döndüğünü gayet iyi görebiliriz.
8) Yıldırma ve internet kullanımı
İlerici aktivistlere karşı kullanılan yıldırma politikalarının bazı ülkelerde bu kişilere hapis cezası vermeye kadar (Rusya’da Pussy Riot’ın başına geldiği gibi) vardığını ya da bu kişi veya grupların elektronik posta adreslerini e-posta bombardımanına tutmak (saatte yüzlerce e-posta göndererek bu adresleri kullanılmaz hale getirmek) gibi sanal yöntemler kullanıldığını görebiliyoruz.
İnternet mecrası büyük oranda sanal toplulukların oluştuğu, bir gruba aidiyet duygunun geliştiği ve imza kampanyalarının ortaya çıktığı bir alan haline geldi.
9) Pazarlama ve modaya uygun imgeler
Gay Pride, Onur Yürüyüşleri ve tekno yürüyüşlerindeki[18] imgeleri çağrıştıran genç, dinamik ve çekici imgeler yaygınlık kazandı. Bu temsil, muhafazakâr yaklaşımın sunduğu imgenin bozulmasını sağladı. Aynı şekilde gençler, ırksallaştırılmış kişiler ve LGBT bireyler kamusal alana çıkarken “beyaz, Hıristiyan, sağcı ve üst sınıf insanlardan oluşan” Herkes İçin Eylem grubu kendisine modaya uygun, genç ve popüler bir görüntü vererek hareketin imajını gençleştirmeyi amaçladı.
III) Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Kampanyalar Üzerine Sonuç
Farklı Avrupa ülkelerinde hareketin başlangıcı ve bazı stratejileri ortaklaşırken diğerlerinde, ülkelerin tarihsel ve toplumsal bağlamına özgü özellikler gösterir. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareket kesinlikle sınırları aşan bir harekettir; ne belli ülkeler ne de Avrupa ile sınırlıdır. Toplumsal cinsiyet karşıtı ağlar bilgilerini, fikirlerini, takipçilerini birbiriyle paylaşır ve stratejilerini kolektif olarak geliştirirler.
Son on yılda, Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Latin Amerika’da toplumsal cinsiyet karşıtı uluslararası ittifakların gücü ve yaygınlığı çok arttı. Bu hareketler kalıcı olmaya, kurdukları çeşitli oluşum ve dernekleri siyasi partilere dönüştürmeye çalışmaktadır.
Daha ileri bir çalışma için…
Avrupa’daki toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyalarla ilgili size 2018 yılında Lyon Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan, Roman Kuhar ve David Paternotte’un editörlüğünde yayına hazırlanan Campagnes Anti-genre en Europe [Avrupa’da Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Kampanyalar] adlı kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
LGBT’ler arasındaki intihar eğilimleri ve riskleri üzerine İngilizce yayımlanmış şu rapora internet üzerinden ulaşılabilir: Suicide and Suicide Risk in Lesbian, Gay, Bisexual, and Transgender Populations: Review and Recommendations. Journal of homosexuality.
*Prudence Nazeyrollas’ın kaleme aldığı bu yazı, 9 Ağustos 2019 tarihinde www.psynancy.com sitesinde yayınlanmıştır. Yazarın izniyle feminisite için çevrilmiştir.
[1] Fransızca anti-genre, İngilizce anti-gender olarak kullanılan terimi toplumsal cinsiyet karşıtlığı olarak, bu görüşü savunan toplumsal hareketleri de toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler olarak çevirdim. (ç.n.)
[2] Orijinal metindeki kullanım dikkate alınmıştır. (ç.n.)
[3] Masculiniste ifadesiyle kadınların hak kazanımlarını, feminizmi erkekler için tehdit olarak gören kişi ve odaklar kastedilmektedir. (ç.n.)
[4] La Manif Pour Tout (LMPT): Türkçeye “Herkes İçin Eylem” olarak çevrilebilecek bu oluşum Fransa’da eşcinsel evliliklerin tanınması, eşcinsel çiftlerin aile kurması ve evlat edinmesine karşı çıkmak amacıyla 2012 yılında kurulmuş bir örgütlenmedir. Fransa’da aynı yıl “Herkes için Değişim” kampanyasıyla seçimleri kazanan Sosyalist Parti adayı François Hollande, LGBT’lere tam eşitlik ve homofobiye karşı yasal güvence sözü vermiş ve iktidara geldiği takdirde LGBT haklarının diğer heteroseksüel insanların hakları ile aynı olacağını söylemişti. Fransa’da bu grup, “Herkes için Değişim” “Herkes İçin Evlilik” sloganlarına karşı tepki olarak “Herkes İçin Eylem” ismini seçmiştir. (ç.n.)
[5] Mayer ve Sauer, Campagnes anti-genre en Europe içinde, Editörler: Kuhar ve Paternotte, 2018.
[6] Türkiye’de Papa Benedikt olarak anılır. (ç.n.)
[7] Contre-nature Türkçe’ye doğaya ya da fıtrata aykırı olarak çevrilebilecek bu terim ile muhafazakâr ve dini kesimlerin doğal kabul etmediği eşcinsel ilişkiler, cinsiyet geçişi ya da cinsiyet uyumlama süreçleri, LGBTİ+’ların ebeveyn olması ya da ebeveyn olmayı (daha çok kadınlar için anneliği) tercih etmeme gibi haklar kastedilmektedir. (ç.n.)
[8] Dariusz Oko; Polonya’da, John Paul II Papalık Üniversitesi’nde profesör olan katolik rahip. (ç.n.)
[9] Geçtiğimiz yıllarda araştırmacılar Brezilya’nın kuzeydoğusunda, Büyük Britanya kadar bir alan kaplayan düzenli şekilde sıralanmış, içi hâlâ dolu termit (beyaz karınca) tepelerinin yaklaşık 4.000 yıllık olduğunu ortaya çıkarmıştı. (ç.n.)
[10] Yüksük otu (digitalis) ilaç yapımında kullanılan zehirli bir bitkidir. (ç.n.)
[11] 4 Temmuz 2001 tarihli 2001-588 sayılı Kanun, Madde 22, Bölüm 9, “Madde L. 312-16. – Cinsellik hakkında bilgi ve eğitim okullarda, kolejlerde ve liselerde, aynı yaş grubundan öğrencilerle, yılda en az üç ders saati olmak üzere uygulanır.”
[12] Journée de retrait de l’école (JRE), 2013 Aralık ayında Cezayirli Fransız sinemacı, yazar Farida Belghoul’un başlattığı, velileri 2014 Ocak ayından itibaren çocuklarını ayda bir gün okula göndermemeye çağıran bir inisiyatiftir. Farida Belghoul cinsiyet eşitliği adı altında eşcinselliğin özendirildiğini, cinsiyetsizliğin teşvik edildiğini,“toplumsal cinsiyet teorisinin” okullarda yayılmaya çalışıldığını öne sürerek velileri bunu protesto etmeye çağırdı. Çocukları Okula Göndermeme Günü eylemleriyle “toplumsal cinsiyet kuramının” eğitim kurumlarının müfredatından çıkarılması isteniyor. (ç.n.)
[13] Fransızca stigmatisation.
[14] Cochran, Mays & Sullivan, 2003; de Graaf ve diğerleri, 2006; King ve diğerleri, 2008; Mays ve Cochran, 2001; McCabe, Bostwick, Hughes, West ve Boyd, 2010. (Haas & coll, 2011).
[15] İngilizcesi Strengths and Difficulties Questionnaire (SDQ)
[16] Golombok, 1983; Kirkpatrick, 1981; Golombok,1997; Flaks ve diğerleri, 1995.
[17] Alttaki Fransa ifadesiyle siyaseti, ekonomiyi yöneten elitlerin, karar alma süreçlerinde etkin olan ve kamuoyunu yönlendiren seçkin çevrelerin dışında kalan, neoliberalizmin siyasi, ekonomik ve kültürel krizlerinin olumsuz etkilediği kesimler kastedilmektedir. (ç.n.)
[18] Techno parade; Fransa’da ilki 1998 yılında yapılan tekno müzik yürüyüşleri.