Londra
Britanya Başbakanı Theresa May, ülkesinin Avrupa Birliği’nden (AB) çıkışı için birlik ile vardığı anlaşmayı önümüzdeki hafta parlamentoya sunacak. Ancak anlaşmanın Meclis’ten geçmemesi ve böylece yeni bir siyasi kaos döneminin başlaması olası gözüküyor. Başbakan’ın meclisin onayını alamadığı senaryoda ülke, yeniden bir referanduma, erken genel seçime ya da anlaşmasız Brexit’e yelken açabilir. AB ile Britanya arasındaki ‘sürünceme’ dönemi, görüldüğü üzere, henüz bitmiş değil; fakat bu belirsiz ve gergin dönemin de Brexit tartışmasıyla başladığını söylemek, gerçekçi olmaz.
Klişeleşmiş bir tespit dillendirilir hep: Onlar zaten hiçbir zaman tam anlamıyla AB üyesi olmadı ki; Euro bile kullanmıyorlar. AB ile aynı para birimini kullanmayan, dış politikada da kimi zaman Birlik ile ortak hareket etmemeyi tercih eden, trafiği soldan akan Britanya’nın, Avrupalı devletler ile arasındaki gerginlik, AB’nin kurulmasından önceye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (EEC) ilk yıllarına kadar dayanıyor.
Topluluk, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, şehirleri bombalanmış, milyonlarca insanını kaybetmiş Avrupa’nın ‘Bir Daha Asla’ (Never Again) düşüncesinin sonuçlarından biri olarak doğdu. Kimi liberal siyaset düşünürlerinin ‘aralarında ekonomik ilişki olan/ortak pazar paylaşan devletlerin birbirleriyle savaşmalarının düşük bir ihtimal olacağı’ argümanının da Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki ‘süper güç geriliminin’ de bu süreçte etkili olduğunu söylemek mümkün. Hem savaş istemeyen bir Avrupa hem de iki süper güce karşı birlik olunması gerektiğini düşünen ülkelerle şekillendi topluluk.
1957 yılında kurulan ekonomik topluluk EEC’nin ilk üyeleri arasında Britanya yoktu. Fransa, Batı Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda imzaladıkları Paris Antlaşması ile AB’ye dönüşecek olan topluluğu oluşturdular.
Britanya, EEC’ye üyelik başvurusunu 1963 yılında yaptığında, dönemin Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle İngilizlerin üyeliğine karşı veto oyu kullandı. De Gaulle’ün topluluğu Fransızca yerine İngiliz dilinin domine etmesini istemediği, bu yüzden de Britanya’yı dışarıda tutmak istediği düşünüldü. Britanya, 1973 yılına kadar kulübün dışında tutuldu.
Ülkenin ‘ilk Brexit’i denebilecek 1975 referandumunda ise halka ‘Ülkenin EEC üyesi kalmasını destekliyor musunuz?’ diye soruldu. Yüzde 67, ‘evet’ dedi. Bu, İngiliz siyasetinde Avrupa bazlı bir kırılmanın yaşanmasına da sebep oldu. İki uçta da temsilcileri bulunan İngiliz İşçi Partisi’nin, Avrupa’yı destekleyen üyeleri partiden ayrılıp, Sosyal Demokrat Parti’yi kurdular.
1984 yılında ise Topluluk ile Britanya arasındaki ‘doğuştan gelen’ gerginlik iyice tırmandı. Neo-liberal politikaların en önemli figürlerinden biri olan dönemin Muhafazakâr Başbakanı Margaret Thatcher, EEC’den ülkesinin harcamalarının azaltılmasını talep etti. Gerekçesi ise Topluluk’un en ‘fakir’ üçünü devleti olmasına rağmen Britanya’nın diğer ülkelerden daha fazla bütçeyi EEC’ye ayırması gerektiğiydi. Topluluk ile yürütülen pazarlıkların sonuç vermesiyle Britanya EEC’de kaldı ve ödemelerinde ciddi bir düşüşe gidildi.
1993 yılında ise imzalanan Maastricht Antlaşması ile Brüksel merkezli AB’nin temelleri atıldı; EEC, Avrupa Topluluğu ismini aldı. Böylece kulübün üyesi ülkeler, yalnızca ticarette değil, birçok sosyal, politik ve ekonomik konuda da birlik içerisine girdiler. Dış politikada uyumluluk, eşit vatandaşlık hakkı, ortak para birimi gibi yeni ortaklıklar kuruldu. Britanya’nın bu birlikteliğin birçok ana noktasına itiraz ettiğinin en basit örneği, elbette Pound’un varlığını koruması olarak görülebilir. Ancak süreç içerisinde AB ile Britanya’nın ortak dış politika üretmekte zorlandığı da görüldü; İngilizlerin daha ‘sıkı’ sınırlar talep ettiği de.
Et ve çikolata
Britanya yakın tarihinin en fanatik AB destekçisi Başbakanı olarak değerlendirilebilecek Tony Blair’ın İşçi Partisi’nin zaferiyle makamına oturmasının ardından bile ülkesiyle birlik arasında yeni gerilimler su yüzüne çıktı. İngiltere’de 90’ların sonunda yaşanan hayvancılık krizinin ardından (‘deli inek’ olayı) AB’nin Britanya’nın et satışını yasaklaması, evliliğin sürekli krizini derinleştirdi. Britanya’nın en başta topluluğa alınmamasını isteyen Fransa, AB’nin yasağı kaldırmasını tanımayıp, yıllar boyunca İngiltere’den et almadı. Avrupalı devletler Britanya yapımı çikolataları da uzun süre ülkelerine kabul etmediler. Kimileri ‘çok sütlü’ olduğunu sebep göstererek yeni bir ‘yemek kategorisi’nde değerlendirilmelerini talep etti; kimileri ise çikolatanın yalnızca ‘kakao yağından’ yapılabileceğini söyledi. Britanyalı çikolata markalarının Avrupa pazarına girmesi, 27 yıl süren bir hukuk savaşının ardından, 2000 yılında sağlandı.
Muhafazakâr Parti’den David Cameron’ın başbakanlığı ile birlikte ise, Britanya’nın AB ile ilişkisi sertçe sorgulanmaya başlandı. Başbakan, 2011 yılında ‘ülkesinin finans sektörünü öncelediğini’ söyleyerek ilk defa bir AB antlaşmasını veto etti.
2013 yılında ise Avrupa’yı ‘yeni zorlukların beklediğine’ dikkat çektiği bir konuşma yapıp, gelecek genel seçimlerde partisinin çoğunluğu kazandığı takdirde AB üyeliği için yeni bir müzakere masası kuracağını söyledi. Aynı zaman aralığında, hemen bütün dünyada olduğu gibi, aşırı sağ ve popülist hareketi temsil eden Büyük Britanya Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) giderek popülerleştiği görüldü. UKIP, göçmen karşıtı ve milliyetçi söylemiyle Britanya’nın ‘tek başına yeterince büyük bir güç olduğunu, AB’nin dayatmalarına boyun eğmesi gerekmediğini’ savunuyordu.
Cameron’ın ve UKIP’in söylemleri doğal olarak halkta da karşılık buldu ve Britanya, AB’den çıkma opsiyonunu böylece – bir anda ve görüldüğü üzere yıllar sonra – masanın üzerinde buldu.
2015’in Mayıs’ında Muhafazakâr Parti’nin çoğunluğu kazanmasıyla beraber Cameron, AB ile müzakerelere başladı. Başbakan’ın dosyası mülteciler için ödemelerden, finansal ayrıcalıklara varan birçok konu ile doluydu. Aradan geçen 9 aya yakın sürenin ardından ise Cameron, 23 Haziran’da referanduma gideceklerini açıkladı ve ilişkideki yeni durumun adı konulmuş oldu: Brexit.
Oy verme hakkına sahip Britanya halkının yüzde 71.8’i referandumda sandığa gitti ve yüzde 51.9’luk bir oran ile Britanya, AB’den çıkmaya karar verdi. Kuzey İrlanda ve İskoçya’nın ezici çoğunluğu AB’de kalmak istiyorken Galler ve İngiltere, ‘Brexit’ diyordu.
Ülkeyi Brexit’e götüren Başbakan Cameron ise referandumun sonuçlanmasının ardından istifa etti ve koltuk, Theresa May’e kaldı. May, AB ile iki yıl sürecek müzakerelere başladı ve Britanya’nın çıkış tarihi 30 Mart 2019 olarak belirlendi.
Ancak bugün Britanya’nın geldiği noktada Başbakan’ın AB’den getirdiği anlaşmanın hem ‘çıkalım’ hem de ‘kalalım’ diyenler tarafından sorgulandığı; May’in kabinesinden dört bakanın anlaşma sebebiyle istifa ettiği; parlamentoda – özellikle İşçi Partisi sıralarında – erken seçim taleplerinin yükseldiği ve yeniden referanduma gidilmesinin büyük bir halk hareketine, People’s Vote’a dönüştüğü düşünülünce, tarih de güncel de yeniden karışıyor.
Evlilik, şu anda, ‘sürünceme’ dönemine devam ediyor.