Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Öykü Didem Aydın, referandumdan geçen değişikliklerle siyasetin sınırlarının olmadığı bir anayasa ya da ‘anayasasızlaştırma’ dönemine girdiğimizi söyledi. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi Aydın, “Türkiye’nin anayasa sorunu bitmedi, yeni başlıyor. Çünkü anayasacılığın çağcıl düzeyinden bir geri dönüş söz konusu” diye konuştu. Aydın, idam tartışmasına ilişkin olarak, "Anlaşılıyor ki iktidar idamı getirerek Avrupa ile bu bağları koparmak istiyor. İçteki denetimleri ortadan kaldırdı ama AİHM gibi denetim mekanizmalarından da kurtulmak istiyor" görüşünü dile getirdi.
YSK’nın mühürsüz oy kararı için "Şiddetle eleştirilmesi gereken bir karar. Tarih bunun notunu düşecektir" diyen Aydın, karara AİHM yolunun açık olup olmadığına ise "İhtimal dahilinde değerlendirebilir ama bir şey demek için erken. OHAL konusundaki bireysel başvurular konusunda da henüz AİHM suskun. Burada iç hukuk yolları var mı yok mu konusunda bile bir şey diyemedi daha" ifadesini kullandı.
Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş'ın sorularını yanıtlayan (24 Nisan 2017) Aydın'ın açıklamaları şöyle:
- Venedik Komisyonu üyesi olarak son dönem hazırlanan raporları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Venedik Komisyonu’nun 15 Temmuz’dan sonra çıkmış iki raporu var. Birincisi, sayıları 20’yi bulan KHK’lerin doğurduğu sonuçlarla, ikincisi ise referandumda kabul edilen anayasa değişiklikleri ile ilgili. Komisyon tek kişilik bir rejim, otoriter bir rejim tehlikelerine işaret etmişti referandumdan önce. Türkiye’de bu referandumun yapıldığı koşulların ne hukuken ne de siyasal olarak uygun olduğunu söylemişti. İyimser tahminle hükümet sisteminiz, kötümser tahminle rejiminiz değişiyor dedi. İkisi de başlı başına son derece kapsamlı bir yeniden yapılanma. ‘OHAL koşullarında nasıl olacak?’ dedi. Tabii, demokrasi sandığa oy atmaktan ibaret değil. Seçimlerin özgür ve adil olması gerekir. Bu hem seçim öncesi, hem seçim sırasında hem de seçimden sonra geçerli olması gereken bir prensip. Burada yarış adil miydi? Dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra 14 milletvekilinin tutuklanması, referandum çalışmalarına katılamamaları, güvenlik nedeniyle bazı toplantıların yapılamamasına işaret edildi. ‘Evet’ yanlısı propaganda her yerde açıkça yapılabildi ama hayır propagandası bu kadar rahat yapılamadı. Pek çok gazeteci de OHAL kapsamında tutuklu. Üstüne üstlük bir KHK ile denilmiş ki ‘yanlı propaganda yapan kanallara RTÜK ceza veremeyecek’. ‘Eli kolu bağlanan bir karşı kampanya söz konusuydu’ diye vurgulamaktan da geri kalmadı komisyon.
- Sadece yarışın koşullarında mı sorun vardı?
Koşullar eşit olsaydı dahi bu reform herhangi bir anayasal demokraside kabul edilebilecek sınırların ötesine gidiyor. Anayasasızlaştırma, parlamentosuzlaştırma anlamına gelen bir metin. Bu bir anayasa değil, tam aksine anayasanın öngördüğü sınırları kaldırmaya meyleden bir girişim. Parlamentonun üstünlüğünün yürütme erkine devri söz konusu.
Anayasa yok ama parlamento da yok, o zaman demokrasi de yok! Anayasal demokrasi yok. Çarpık bir demokrasi.
- Nasıl bir demokrasi?
Daha biçimsel, daha çoğunlukçu, çoğunluğun aşırılıklarına karşı azınlık haklarının çok fazla güvence altına alınmadığı bir metin bu.
- Azınlık dediğiniz de yüzde 49.
Yarı yarıya bölünmüş bir tablo. Yüzde 50-50 diyelim. Bu tablo böyle bir reformu meşru kılmıyor zaten. Yüzde 90 ile geçseydi de meşru kılmıyor ama böyle olunca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının verdiği mesaj açık. Belki bunu biraz daha yüksek sesle vurgulamak lazım.
- Yeni sistemin ana problemi ne sizce?
Bu değişikliğin özü siyaseti informel, gayri resmi düzleme taşıyor.
- Bu ne demek?
Parlamentoda soru sorulur. Gensoru, araştırma önergesi vardır. Parlamento Genel Kurul çalışmasının getirdiği bir prosedür ahlakı vardır her şeye rağmen Türkiye’de bu prosedür ahlakı söz konusu olmuştur. Ama tek kişide mekanizma informel olur. Yani bildiğiniz eski dönemde, Osmanlı’da saraya ulaştın mı ulaşmadın mı sorununa indirgenir. Tek kişide, onun bedeninde temsil edildiğimi tam göremem. Soru önergesi verdiğimde, tek bedende nasıl müzakere edildi, orada neler konuşuldu da o sonuç çıktı, gözlemleyemem. Bizim parlamenter sistemin de sıkıntıları da vardı ama bu sıkıntılar giderileceğine, parlamentosuzlaştırma ve parlamentonun yasama yetkisini cumhurbaşkanına devretmesi kabul edilebilir bir hal değil. Bu anayasayı bir tek cümleyle özetlemek gerekirse; yürütme erkinin sınırlanmasından vazgeçilmesi denebilir. Bu bakımdan ‘anayasasızlaştırma’ denilebilir. Anayasa denilince sınırlayan bir metni, kuvvetler ayrılığını anlarız.
- 2019’da bir başkanlık seçimi olacak. Referandum sonuçları gösterdi ki kendi siyasi hareketine dayanarak bir başkan seçimi zor. Koalisyonlar dönemi mi başlıyor?
Şu görüş daha sıklıkla dile getirilir oldu. Türkiye’de anayasal demokrasiye, hukuk devletine, evrensel standartlara inanan kesimlerin her türlü başka mülahazayı bir tarafa bırakıp eğer gerçekten demokrasimizi ve hukuk devletini geri kazanacaksak temel hakların asgari standartlarında birleşmesi gerekir. Ki bu hükümete de yarayacaktır, bu hükümet için de yararlı bir girişimdir. Yani her zaman ‘doğru yoldasın’ demek iyi bir şey değil. Bunun sonu iyi görünmüyor. Biz tekrar anayasal demokrasiyi kazanacağız. Biz tekrar temel hakların asgari standartlarında birleşeceğiz. Bunu alternatif olarak ortaya koyuyoruz. Buna alternatif bile denilemez, bu aradığımız kader olmalı, bunun peşinde koşmalıyız. Her türlü ayrılığı bir yana bırakıp koalisyon mu denir, cephe mi denir, buradan ilerlemek benim bir yurttaş olarak özlemim.
- Moda deyimle “Bu anayasa sürdürülebilir mi?”
Kanımca hangi koalisyonun çıkardığı, hangi aday olursa olsun bu anayasa sürdürülebilir değil. Diyelim çok iyi bir koalisyonla 2019’da başkanlık kazanıldı. Bu işler bir metin değil. Bu anayasal demokrasi değil zaten. Bundan yol yakınken dönmek lazım. Şüphesiz şu anda biçimsel hukuk olarak ve fiilen de geçerli bir metin. Pozitivist olarak baktığınızda ama bu doğru bir metin değil.
- Mevcut hedef yeni bir anayasa mı yani?
Türkiye’nin anayasa sorunu bitmedi, yeni başlıyor. Tam da şimdi bir anayasaya ihtiyacımız var. Çünkü anayasacılığın çağcıl düzeyinden bir geri dönüş söz konusu.
- 1876 koşullarında bir mücadele mi bekliyor bizi. Biraz ona benziyor, ‘anayasasızlaştırma’ dediğinizde.
Maalesef. Şüphesiz dönemimizin, çağımızın kendine özgü olumlu-olumsuz yönleriyle karışımızda duran bir metin. Birdenbire 1876’ya dönmüş değiliz ama benzerlikler çok. Burada biz bunu tekrar nasıl zaten olduğu düzeye getirebiliriz diye düşünmemiz gerekir. 1982 Anayasası da on yıllar içinde çok kereler değiştirildi. 8 kez demokratikleşme reformu gördü. O metin üzerinde belli bir düzeltmeye gidilebilirdi ama bu 18 madde çok farklı bir düzenleme öngörüyor.
- Referandumdan sonra hemen idam gündeme getirildi. İdam çıkarsa Avrupa macerası biter mi?
Avrupa Komisyonu üyelerinin hiçbirinde idam cezası yok. ABD’de, Suudi Arabistan’da var argümanı geçerli değil. İnsanlığın geldiği düzey, evrensel standartlar ve cumhuriyetimizin dayandığı değerler gözetilmeli. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Bizim cumhuriyetimiz aslında kuruluşunda zaten Avrupai değerlere dayanıyor. Bu değerler Avrupai diye Avrupa’nın tekelinde değil. Bir birikimi ifade ediyor.
Avrupa Komisyonu’nun kuruluşunda dayandığı ilkeler. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM sözleşmeleri ile varılan düzlem. Ama anlaşılıyor ki iktidar idamı getirerek Avrupa ile bu bağları koparmak istiyor. İçteki denetimleri ortadan kaldırdı ama AİHM gibi denetim mekanizmalarından da kurtulmak istiyor.
Temel hak ve hürriyetler bağlamında Avrupa’dan uzaklaşmak aslında Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesini yakalamak amacından kopmak demek. Laiklik, demokrasi, hukuk devleti gibi kuruluşumuzun temelinde yatan değerlerinden uzaklaşmak demek. 1920 meclisi, büyük mücadeleler içinde, Kurtuluş Savaşı sürerken, Meclis bu değerlerle konuşuyordu. Bu değerler de emperyalizme karşı verilen bir savaşın ortasında geldi oturdu. Şimdi emperyalizme karşı savaşın ortasındayız deyip de bu değerlerden uzaklaştırmayı gerektirecek hiçbir durum yok. 1920 Meclisi bize örnek olmalı. O Meclis’teki tartışmaların kalitesi ve demokratikliğine, 2. Grubun verdiği önergelere bakın.
- YSK’nin kararı seçimlerin meşruluğunu nasıl etkiledi?
Bu sonuç iki yönlü değerlendirebilir. İlki anayasasızlaşma açısından. Hükümet bu sonuçla önemli bir eşiği geçti. Bir başarı bu. Bu çok önemli bir eşikti. Bu metnin önümüze dahi getirilmemesi gerekiyordu. Sonra bu eşiğin de aşılması önemli. Bir taraftan olumlu da değerlendirilebilir. Denebilir ki buna bir direnç var. Buna direnç gösteren kesimlerin bir de üstelik böyle kıl payı bir sonuçla seçimi kaybetmiş olması önemli. Üstelik oyları acaba sayıldı mı sayılmadı mı, pusulalar niye mühürsüzdü soruları ortada iken. YSK’nin bu kararı şiddetle eleştirilmesi gereken bir karar. Tarih bunun notunu düşecektir.
- AİHM yolu açık mı sizce?
İhtimal dahilinde değerlendirebilir ama bir şey demek için erken. OHAL konusundaki bireysel başvurular konusunda da henüz AİHM suskun. Burada iç hukuk yolları var mı yok mu konusunda bile bir şey diyemedi daha.
- AİHM’in belli konularda politik davrandığını söyleyebilir miyiz?
İnsan hakları sözleşmesi, iç hukuk yollarının tüketilmesini öngörüyor. Tüketilmesinin gerekmemesi için belirli rapor, belirli ziyaretçi, belirli vaka birikmesini bekliyor diyelim. Burada pek bir politik davranma olduğuna inanmıyorum. AİHM pek çok kararında Venedik Komisyonu raporunu beklemişti. BM İnsan Hakları Komisyonu raporlarına atıf yapmıştı. Belirli heyetlerin gelip gözlem yapmasını, gerçek tabloyu görmek istiyor.
- O zaman AGİT raporu etkili olabilir mi?
Şüphesiz önemsenecektir. Ama her şeyi AİHM’ye havale eder hale geldik. Biraz acizlikten kaynaklanan bir durum. Demokratik hukuk devletine inanan, anayasal demokrasiye inanan kesimlerin her türlü başka ayrışmaları bir kenara bırakıp asgari ölçütlerde belirli bir tavır geliştirmelerine ihtiyaç var. Bu tavır geliştirilmediği sürece zannederim bu hukuksuzlukların sonu gelmeyecektir.
- Bu sistem Türkiye’yi nereye götürür?
Korktuğumuz şey şu: Siyasetin hukuk çerçevesinde olması çok önemli. Oyunun kuralları olmalı. Biz oyun içindeki rolümüzü bilmiyoruz. Bu aslında ‘göç yolda düzülür’ anayasası. Siyasetin sınırlarının olmadığı bir anayasa ya da ‘anayasasızlaştırma’. Anayasa siyasetin hukuki çerçevesidir.
- Vatandaşı ne bekliyor bundan sonra? Onu nasıl etkileyecek?
Belki ilk anda gelebilecek şey yurttaşın kendi yerelden giden vekili ile temasının çok önemli olmayacağı bir düzen. Artık tek insanla saray nezdindeki ilişki önemli olacak. ‘Sarayın çayını içmek’ belirleyici olacak. Kendi bölgesinin veyahut ilinin gönderdiği vekili ziyaret etmek, ona isteklerini anlatabilmek konusunda sıkıntı yaşayacak. Tek kişi diyoruz, onun da bir örgütü, bakanı, bakan yardımcısı olacak ama bir arzuyu Meclis’e taşımak, müzakere ortamına taşımak başka bir şeydir. Diğer tarafın prosedürü nasıl olacak, bilmiyoruz. Yurttaş sarayla nasıl temas edecek, bilmiyoruz. Kapalıçarşı muhabbetine benzeyecek o zaman. O anda, anlık girişimlerde biraz içgüdüsel veya sezgisel kararlar verilecek. OHAL KHK’lerinin yarattığı rejim de öyle. Yurttaş hangi yargı yoluna gideceğini bilemiyor. Burada da yargı, gayri resmileşmiş. Biçimsel kurallardan, öngörülebilirlikten uzaklaşmış. Hak ve ihtilaflarımızı idareye karşı da koruyoruz. Hiç kimse bir yargıcın parti bağları ile karakterize edilmesini istemez. Hiç kimse Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun herhangi bir partiye gönül bağı ile tanımlanan yargıç ve savcılardan oluşmasını istemez. Hiçbir birey. Neticede biz uyuşmazlıklarda hak ararız. Adı üstünde; hak arama. İki partili de birbirine karşı hak arayabilir. Ne olacak o zaman? Parti içinde hangisinin daha iyi olacağı mı belirleyecek?
- Bunun toplumsal barışa olumsuz etkileri nasıl olacak?
Sürecin hukuki çerçeveden uzaklaştırılması bir temsil krizidir. Çoğulculuk esasından uzaklaştırılması zaten kamplaşmanın, cepheleşmenin, bölünmenin, ayrışmanın, şiddetlenmesine de yol açabilir. Bu sisteme göre belli bir mezhep, ırk, cinsel yönelime göre seçmen tanımı yapılacak. Yani Türk, Sünni, erkek, biraz da varsıl, eşraftan bir seçmen tipi belirleyici olacak. E, diğer kesim ne olacak? Nasıl kendi istemlerini anlatabilecek? Kendi istemlerinizi meşru ve hukuku bir çerçevede ortaya koyamadığınız zaman ne yola saparsınız? Bunu daha farklı araçlarla gerçekleştirmeye, siz de ayrıştırıldığınız ölçüde ayrıştırmaya, şefkat görmediğiniz ölçüde gaddarlaşmaya başlarsınız. Devletten ya da ailesinden, dostlarından şefkat gören şefkatle davranır. Bu etki tepki meselesidir. ‘Tek millet, tek devlet, tek vatan olacağız’ söyleminin güçlendirilmesine yol açan bir metin mi yoksa zayıflatan bir metin mi diye mi bakmak lazım. Büyük problemleri içinde barındırıyor bu açıdan da. Kriz potansiyellerini barındırıyor. Bir başka sorun da bu metnin gerektirdiği yasal idari vb tasarruflar nasıl yapılacak? Bir dizi yasa, yönetmelik yapılacak. Şu anda hukuki çerçevesi yok daha bunun. Havada duruyor. Temsil açısından da havada duruyor. O anlamda bununla ilgili işaretler de çok tabii.