Avrupa Parlamentosu seçimlerinin kesin olmayan sonuçlarına göre, iki ana grup olan merkez sağ ve merkez sol partiler en çok oy kaybını yaşayan siyasi hareketler oldu. Merkez sağ ve merkez sol toplamda 80'in üzerinde sandalye yitirdi, Parlamento'daki salt çoğunluklarını da kaybettiler.
En büyük iki grup oy kaybederken, Liberaller, Yeşiller ve milliyetçi, popülist aşırı sağ partilerin sandalye sayıları arttı.
Parlamentoya giren partiler sonradan Parlamento içindeki gruplarını değiştirebilir. Ancak şu an için öngörülen sonuçlara göre, Liberaller'in (ALDE) sandalye sayısı 42 artarak 109'a ulaştı.
Yeşiller'in (EFA) sandalye sayısı ise 19 artarak 69 oldu.
Aşırı sağ (EFDD) da sandalye sayısını 6 artırarak 54'e çıkardı.
Böylece bu partilerin toplam sandalye sayısı 165'ten 232'ye çıktı.
Bu üç grubun ideolojik duruşları ve görüşleri birbirinden çok farklı olsa da, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile müzakere sürecine tümünün itirazları var. Karşı çıktıkları konular da birbirinden farklı.
Liberaller (ALDE), Avrupa Birliği'nin temel değerlerini savunan, liberal demokrat partilerden oluşuyor. Hedeflerini "Otoriterlik ve milliyetçilik bir kez daha yükselirken, liberal demokrasi AB'nin hem içinden hem dışından saldırı altındayken, liberaller ve demokratlar hukukun üstünlüğü, bireysel özgürlükler, temel haklar ve entegre Avrupa projesi için ayağa kalkacaktır" diye açıklayan ALDE, demokrasi, temel haklar ve özgürlükler, idam cezası karşıtlığı ve toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alıyor.
Türkiye'nin son yıllarda bu temel değerlerden uzaklaştığını savunan Liberaller, müzakere sürecini de bu sebeple eleştiriyor.
Örneğin ALDE'nin Hollandalı temsilcisi Marietje Schaake, "Türkiye'yi her tartıştığımızda, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, Türkiye'nin Avrupa yolunda verdiği söz ve özellikle insanların hak ve özgürlükleri daha fazla zarar görmüş oluyor" diyor.
2018'in Şubat ayında yaptığı konuşmada gazetecilerin ve muhalefet partilerinden bazı siyasetçilerin cezaevinde olduğunu hatırlatan Schaake, bu durumda Türkiye'de kimsenin "ifade özgürlüğü ya da ifadeden sonra özgürlük" olduğunu varsayamadığını, yargının adil olduğu konusunda yargılananların güveni kalmadığını söyledi. Yeni anayasayı da otoriter bir yönetim olmaktan koruyacak kontrol ve denge sisteminden uzak olduğu gerekçesiyle eleştirdi.
"Türkiye, Avrupa rüyasını andıran her şeyden daha da uzaklaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi AKP'nin ülkeyi uçuruma sürüklemesine engel olamayız ama en azından, AB'nin temel ilkeleri konusundaki güvenilirliğimizi koruyabiliriz."
Geçen yıl nisan ayında açıklanan Avrupa Komisyonu raporu için konuşan ALDE üyesi Nadja Hirsch de, "Türkiye'nin AB'nin temel değerlerinden ve ilkelerinden uzaklaştığının kanıtı… Dürüstçe söylemek gerekirse Erdoğan'ın Türkiyesi için Avrupa'da bir gelecek göremiyorum" demişti.
24 Haziran 2018'deki seçimin ardından bir açıklama yayımlayan ALDE, "Recep Tayyip Erdoğan'ın kazandığı kısıtlı çoğunluk, Türkiye'deki otoriter yönelişine dair memnuniyetsizliğin kanıtıdır" dedi. AB'nin Türkiye'deki sivil toplumu ve demokratik güçleri desteklemeye devam edeceği yazılan açıklama, şu notla bitti:
"Açık olmalıyız: Bu Türkiye Avrupa Birliği'ne üye olamaz. Yeni bir ortaklık için çalışmaya başlama zamanı."
Siyasi olarak sol partilere daha yakın olan Yeşiller, insan hakları, sürdürülebilir kalkınma ve sosyal adaletin korunmasını savunuyor. Irkçılık, antisemitizm, ayrımcılık, İslamofobi, yabancı düşmanlığına karşı mücadele edeceğini duyuran grup, göçmenlere vatandaşlık verilmesini talep ediyor.
Yeşiller'in Türkiye ile müzakere sürecine karşı olmasının sebebi de Liberallerin öne sürdüğü gerekçelere yakın.
Örneğin Temmuz 2018'de Türkiye'deki Yeşiller'in eş başkanlarının, Afrin operasyonuyla ilgili ifadeleri sebebiyle yargılandığı davayı yorumlayan grup, "İfade özgürlüğü, işleyen bir toplumun ayrılmaz parçasıdır ve ne pahasına olursa olsun savunulmalıdır" demişti.
Daha önce de Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser'in serbest bırakılması için bir açıklama yayımlamışlardı. Bu açıklamada, "Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile tüm katılım ve ticari müzakerelerin sonlandırılması çağrısını, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, muhalifleri ve eleştirenleri şiddet uygulayarak bastırmaya devam eden bir hükümete açık bir kapı olmadığını açıkça belirtmek için, biz de destekliyoruz" ifadeleri yer almıştı.
15 Temmuz sonrası da Yeşiller, çok sayıda kişinin gözaltına alınması sebebiyle demokrasiden uzaklaşıldığını ve Türkiye ile müzakere sürecinin geçici olarak dondurulması gerektiğini savunmuştu.
Aşırı sağ görüşleriyle bilinen, göçmen karışıtı milliyetçi partilerin oluşturduğu Milletler ve Özgürlük Avrupası'nın (ENF) lideri Matteo Salvini, Nisan 2019'da bir açıklama yaparak "Türkiye Avrupa'da değil ve hiçbir zaman da olmayacak" dedi ve katılım sürecinin süresiz olarak durdurulması gerektiğini savundu.
Ulusal kimliğin önemine vurgu yapan grup, "İslamcı" olmakla suçladığı Türkiye ile siyasi bir birlik kurmaya ve vizesiz seyahatle birlikte Türklerin AB içinde serbest dolaşımına izin verilmesine karşı çıkıyor.
İngiltere'de Brexit (İngiltere'nin AB'den ayrılması) yanlısı Bağımsızlık Partisi de (UKIP) bu grubun içinde.
2016'daki Brexit referendumu öncesi UKIP'in lideri olan, bugün ise kurduğu Brexit Partisi ile büyük bir başarı elde eden Nigel Farage, AB ülkelerinde yaşayan Türkleri gerekçe göstererek AB'den ayrılmak gerektiğini söylemişti:
"Şimdi Bayan Merkel [Almanya Başbakanı] en geç 2020 ya da 2025'te Türkiye'nin AB üyesi olması gerektiğine karar verdi. Eğer AB'de kalmak için oy kullanırsanız, oyunuz Türkiye ile siyasi bir birlik için verilmiş olacak. 77 milyonluk ve nüfusu hızla artan bir Türkiye ile vizesiz seyahat bölgesine oy vermis olacaksınız. Eskiden artan oranda Almanların hakimiyetindeki bir Avrupa'da yaşadığımızdan endişeleniyordum. Ancak bu Türk hakimiyetindeki bir Avrupa'ya dönüşebilir."
Türkiye'nin gittikçe daha fazla otoriterleştiğini ve İslamcı bir politika izlediğini de söyleyen Farage, Suriye, Irak ve İran'la komşu olan ülkeden gelecek olan göçmenlerin de, müzakerelere son verilerek engellenebileceği görüşünde.