Radikal gazetesinden Yonca Cingöz, İTÜ'de düzenlenen 'Görünmez Sınırların Ötesinde: Avrupa’da Mühendislik, Teknoloji ve Tıp Alanında Kadın Akademisyenler' adlı konferansa katılan Avrupalı kadın rektörlere türban hakkındaki görüşlerini sordu. Kadın rektörler, türbanın bir tür özgürlük mü, yoksa kadın üzerinde bir kısıtlama aracı mı olduğu konusunda birbirinden oldukça farklı görüşler dile getirdiler. Üniversitelerde türban yasağı Türkiye’de yıllardır tartışılırken, her kesim bakış açısına göre Avrupa’daki özgürlüklerden ya da kısıtlamalardan örnek verir. Peki Avrupa’daki kadın akademisyenler türbanla ilgili ne düşünüyor? İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) ev sahipliği yaptığı ‘Görünmez Sınırların Ötesinde: Avrupa’da Mühendislik, Teknoloji ve Tıp Alanında Kadın Akademisyenler’ toplantısına katılan akademisyenlere ‘türban’ı sorduk. ‘Aslında ben de takıyorum’ Avrupa Üniversiteler Birliği Üyesi İsveç Karlstadt Üniversitesi eski rektörü Christina Ullenius, “Dini inancınız sizin özelinizdir” görüşündeydi: “Bunu kıyafetinizle göstermeniz gerekmez. Bu yüzden Türk yasasını (yasağı) onayladığımı söyleyebilirim. Bu sadece başörütüsü değil, her türlü dini sembol için geçerli. Başörtüsü bir dini sembol olmasa da o hale sokuldu. Yoksa sokağa çıkarken benim de taktığım bir şey. Başörtüsü takmak kişisel ama İsveç’e baktığımızda Müslüman kızların üstünde büyük bir baskı olduğunu görüyoruz. İsveçli kızlarsa kısa eteklerle rahatça dolaşabiliyor. Bu farkı görünce bu konuda rahat konuşmak kolay değil. Ben kadınların özgürleşmesi için çalışıyorum. İsveç bu konuya henüz değinmedi. Ama yakında bizde de tartışılmaya başlanacak. Bunun yasalarla değil, süregidecek tartışmalarla çözülebileceğini düşünüyorum. Başörtüsü takmanın genç bir kadının kendi kişisel seçimi olduğunu söylemek güç. Keşke öyle olsa.” Alman Rektörler Konferansı Başkanı Margaret Winter Martel’se üniversiteye türbanla girilmesinin sorun olmaması gerektiğini savundu: “Kişisel olarak, üniversiteye herkesin istediği elbiseyi, kendisini nasıl ifade edebildiğini düşünüyorsa öyle giyerek gelmesi gerektiğini savunuyorum. Başörtüsü dini sembol olduğu için kabul edilmiyor. Ama bana göre bu da bir sorun değil. Dini sembol de olsa, üniversiteler farklı görüşlere açık olmalı. Ama bu sosyal baskının aracı haline getirilse bu doğru olmaz.” Macar Bilim ve Teknoloji Kuruluşu’ndan Dora Groo’ysa ülkesinde böyle bir sorun yaşanmadığını anlattı: “Macaristan’da bunu henüz kimse talep etmedi. Çünkü yabancı öğrencilerimiz arasında hemen hemen hiç başörtülü yok. Ancak diğer dini sembolleri düşünürsek, üniversiteye girerken bunlarla ilgili kimse sorgulama yapmıyor, kimse sorun yaşamıyor.” Avrupa Komisyonu Lizbon Bilgi Toplumu İçin Stratejiler ve Politikalar, Toplumsal Cinsiyet Politikaları Koordinatörü Nancy Pascall’sa şu görüşleri dile getirdi: “Belçika’da başörtüsü üniversitede serbest, fakat tartışmalı. Bu konu iki yönlü. Birincisi üniversiteye giden kişinin her tür sembole saygılı olması gerekir. Ve diğer yandan buna karar verecek olan da kendisi olmalı. Oysa Belçika’da 8-10 yaşında çocukların başörtüsüyle dolaştığını görüyorum. Buna kendileri karar vermiyor. Başörtülülerin akademisyen olmalarını doğru bulmuyorum. Çünkü öğrencilerinize karşı tarafsız olabilmelisiniz.” Roma Torvergata Üniversitesi Uluslararası Ofis Başkanı Marina Teseuro da şöyle dedi: “Bizim üniversitemizde birçok başörtülü öğrenci okuyor. Şahsen yalnızca gözleri açık bırakan kıyafetten hoşlanmıyorum. Çünkü öğrencilerle konuşurken, sınav yaparken yüz yüze bakabilmeniz gerekli. Bunun dışında diğer dinlere saygılı olmanız gerekir. Ancak başörtüsünün bir dini sembol olduğuna dair şüphem yok.” Kadın çalışıyor, yönetmiyor Altı ülkeden öğretim üyelerinin katıldığı toplantıda konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Türkiye’de kadının yerinin, kalkınmış ülkeler düzeyinde olması için çok önemli bir ilerleme kaydedilmesi gerektiğini söyledi. “İş hayatında maalesef bizlerin istediği sonuçları elde edemiyoruz” diyen Yalçındağ, geleneksel kadın - erkek rollerinin, kadının toplum içinde, iş hayatında bazı problemlerle karşılaşmasına neden olduğunu vurguladı. TÜSİAD Başkanı, kadının, ekonomik ve sosyal hayatta her geçen gün daha fazla rol almaya başladığını ancak bunun yeterli olmadığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bütün bu gelişmelere rağmen kadınlar hâlâ haklarını tam olarak bilmiyor ve uygulayamıyor. Burada farkındalık yaratmak ve kadınların sosyo-ekonomik, politik statülerini artırmak çok önemli. Demokrasi açısından karar verme aşamasına kadınların dahil edilmesi, kadın rol modelinin güç ve karar verme aşamasına yansıtılması çok önemli. Türkiye’de kadının yerinin, kalkınmış ülkeler düzeyinde olması için çok önemli bir ilerleme kaydedilmesi gerekiyor.” Kadın akademisyen sayısının yüksek olmasına rağmen yönetim alanında kadınların oranının düşük olduğunu vurgulayan Yalçındağ, “Karar verme süreçlerinde kadının daha az yer aldığını görüyoruz. Kadın çalışanların iş hayatına Türkiye’deki katılımı Avrupa’daki katılımın en düşüğüdür” dedi. Avrupa Üniversiteler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve eski İTÜ rektörü Prof. Dr. Gülsüm Sağlamer’se “Profesör kadrolarında Avrupa’da en önde giden ülkeyiz. Ancak üniversiteye giden kız öğrenci sayısı artmadığı sürece, bu oranı koruyamayız” uyarısında bulundu. Sağlamer, kadın araştırmacı oranlarında yüzde 53’le birinci olan Finlandiya’yı yüzde 45’le Estonya, yüzde 37’yle Macaristan ve Türkiye, yüzde 31’le İtalya ve yüzde 30’la Avusturya’nın izlediğini belirtti.