Avukat Gürkaynak: Yolsuzlukla mücadeleye bugün başlarsak 10 yılda memleketi değiştiririz

Avukat Gürkaynak: Yolsuzlukla mücadeleye bugün başlarsak 10 yılda memleketi değiştiririz

Hukukçu ve T24 yazarı Gönenç Gürkaynak, yolsuzlukla mücadeleye bugün samimi bir şekilde başlanırsa 10 yılda Türkiye’nin farklı bir ülke olacağını söylerken “Bu yola çıkmamamızın hiçbir gerekçesi yok; kendi iştahsızlığımızdan, ira eksikliğimizden başka” dedi. Gürkaynak, yolsuzluğun Türkiye’nin başına bir iktidarla gelen bir şey olmadığını söylerken “Yolsuzluk Türk halkını hep kanatan bir konu oldu” dedi.

Cumhuriyet’ten Şehriban Kıraç’a konuşan Gürkaynak’ın yolsuzlukla ilgili söyleşisi şöyle:

Hukuka güvenin dip yaptığı bu dönemde hukuk alanda mücadele etmenin zorlukları neler?

18 yıldır avukatlık yapıyorum. 18 yıldır yargılama faaliyetlerine güvenin, toplumun yargının bağımsızlığına da tarafsızlığına da kanaatinin, daha düşük olduğu bir dönem görmedim. Yargılama faaliyetleriyle alakalı olarak, meslektaştan, vatandaştan, arkadaşlardan, aileden, komşulardan, iş çevrelerinden, aynı reaksiyonu alıyoruz. Bu da elbette kendini samimiyetle hukuka adamış her yargı mensubu için, dolayısıyla da her avukat için örseleyici. Belli boyutlarda bazı mücadeleleri yargısal faaliyetlerin desteği olmaksızın da sürdürebilirsiniz. Memlekete faydalı bir mücadeleye ilk can suyunu yargısal faaliyet dışından getirebilirsiniz. Ancak konu belli bir olgunluk seviyesine geldiğinde, yargısal faaliyetlerin vazgeçilmezliği var. Örneğin yolsuzlukla mücadeleyi ele alalım. İlk aşamada özel teşebbüsler kendi işyeri kurallarıyla, politika belgeleriyle, etik kodlarıyla, ülkedeki yargısal refleksler ne olursa olsun, yolsuzluğa karşı duruş sergileyebilirler. İtibar kaybı riskleri olduğu ve toplum, dolayısıyla tüketici, bunu umursadığı sürece bu ilk adımın enerjisi ortaya çıkartılabilir. Ancak sonrası nasıl olacak ki! Yolsuzlukla sürdürülebilir şekilde mücadeleyi bağımsız ve tarafsız bir yargı olmaksızın nasıl tartışacağız? Hızlı ve kaliteli işleyen bir yargı oluşturulmadığı müddetçe, yolsuzlukla mücadele sanki yalnızca özel sektörün vazifesiymiş gibi anlaşılacak. “Alanın hiç mi kabahati yok” noktasında, o ilk enerji de kaybedilecek.

 

İyi de yolsuzlukla mücadele özel sektörün işi mi?

Olmaz demiyorum. Bu da bir yöntem. Dünyada da örnekleri var. Özel sektördeki global şirket standartlarını alıp bu konuya yeterli yargısal reaksiyon göstermeyen bir ülkeye bu hassasiyetleri o ülkeye yatırım yapan global şirketler üzerinden zerk edebilirsiniz. Burada da o ilk prensiple yol alınabilir. Ama bir yerde de bir olgunluk evresine girilir. Bu ilk gayret yetmez olur. Özel sektör “ben kendime çeki düzen verdim de alanın hiç mi suçu yok kardeşim” dediğinde, yine yargısal faaliyetle ilgili alana girmek zorunda kalırsınız. Eğer belli bir ülkede rüşveti alan fazla huzurluysa, rüşveti alana işlem yapılmıyorsa, dahası rüşveti alana işlem yapılmayacağına dair yaygın kanaat varsa, rüşveti verenin tedirginliklerini yatırımcı hissedarların hassasiyetleri ve global itibar kaybı riskleri yönünden artırsanız bile, sürdürülebilir ve son tahlilde hala etkili fren sistemleri kuramazsınız.

 

 İşleri yolunda gidiyorsa özel sektör niye mücadele etsin ki?

Hissedarlar, yatırımcılar, itibar riskinden çekinirler. Bu türden yolsuzluk skandalları, yolsuzluk meseleleri, ülkesel sınırlar ötesi itibar kayıpları doğurur. Ayrıca, ABD’de ve Birleşik Krallık’ta geçerli yeni mevzuatlar, bu fiillerin başka ülke kamu görevlisine menfaat sağlanmış olsa dahi orada kovuşturulmasına izin veriyor. Evet, yargısal anlamda kimsenin başına o ülkede birşey gelmiyordur, ama eldeki bu konular o ülkenin de hacmini aşar boyutlarda soruna yol açıyordur. Bu yüzdendir ki, çoğu global şirket Türkiye’de faaliyet gösterirken genel müdürünü ve yönetim kadrosunu 100 kere tembihler, eğitimlere tabi tutar oldu. “Bu ülkede yatırımını yönetirken ve agresif büyüme hedeflerken, bir anda kendini bir skandalın içinde bulabilirsin. Bu, o ülkede skandal olarak algılanmasa da bizi global anlamda itibarımızı kaybettiğimiz bir girdaba sürükleyebilir. Türkiye de Uluslararası Şeffaflık Endeksi’nde düşük sıralarda. Aman orada çok dikkat edin. Aman orada ne olduğu belirsiz, bütün unsurları şeffaflaşmamış faturaları ödemeyin. Faturaları öderken de bir iş için aracı kullanırken de bütün süreçleri didik didik inceleyin.” gibi içeriklerle mütemadiyen uyarılar alıyorlar.

Ama bir nokta gelir ki, özel sektör şunu diyebilir: “Ben bütün cephelere samimiyetle atıldım. Eğitim programlarını yürüttüm. İşyeri kuralları koydum. Dizginleri elime aldım. Kendimi hesap verebilir kıldım. Basiretli davranıyorum. Ancak, menfaat talep edenin hala hiç korkusu yok. ‘Nerede paralar?’ diyor. Üstelik, ödeyen rekabette benim önüme geçiveriyor.” O zaman, “yargı bu meselenin neresinde duracak?” sorusuna dönmüş oluruz. O noktada tatmin edici bir cevaba yürünemiyorsa, yatırımcı şu konuda karar almak zorundadır: Biz bu yatırımı yapacak mıyız yapamayacak mıyız ? Bu ülkede temiz kalabilecek miyiz yoksa salt yatırım yapmış olmak sebebiyle itibar riski mi almaktayız? Sahada bizim bordromuzdaki insanların durmadan bitmek bilmez etik imtihanlarına girecekleri bir sürece mi yeşil ışık yakmış oluyoruz?

 

Yabancı yatırımcıda böyle bir kaygı var mı?

Türkiye’de çoğu yabancı yatırımcı tedirgindir. Global şirket için, “madem o ülkede de bunu sorun etmiyorlarmış ben de onların refleksleri yönünde yürüyeyim” yöntemi işlemez. Bu şekilde, yolsuzluğa taraf olarak, insanların masasından ekmek çalıyorsunuz. Çocuk işçiliği sorun etmeyen ülkede çocuk işçi emeği sömürecek olsa global düzlemde başına ne gelecek olursa, bir ülkede yolsuzluğa karıştığı duyulduğunda da başına aynı şey gelir.

 

Türkiye yolsuzluk endeksinde neden aşağılarda?

- En altlarda değil ama kendisine yakışan yerlerde değil. Aslında bu bir paket. Bir ülkede bireysel özgürlükleri kastığınız zaman, şeffaflıkla ilgili mekanizmaları işlemez hale getirdiğiniz zaman, demokrasiyi sandıktan ibaret düşündüğünüz zaman, yolsuzlukla mücadele şansınız azalıyor. Yolsuzluk Türkiye’nin başına bir iktidarla gelen ya da belli bir dönemdeki siyasi rejimle gelen birşey değil. Yolsuzluk Türk halkını hep kanatan bir konu oldu. 9 Aralık Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü’nde Prof. Dr. Şevket Pamuk’la verdiğimiz konferansta da değindiğimiz gibi, bunun izlerini –hadi Tanzimat öncesini bugünkü anlamda devlete pek benzetmeyelim- Tanzimat sonrası Osmanlı’da kadı yahut vali atamalarında maaş olmaması hususunda da, Cumhuriyet döneminde ‘benim memurum işini bilir’ yaklaşımında da, amcaların ve dayıların torpille iş bulma vazifelerinin tüm hanelere girmiş olmasıyla da görebilirsiniz. Sokaktaki vatandaş da yolsuzluğu o kadar umursamıyor zaten.

 

Vatandaş yolsuzluk konusunda neden bu kadar duyarsız oldu?

Toplumun duyma eşiklerinde bir değişiklik var. Öğrenilmiş duyarsızlık durumunda insanlar. Zira, bunun kurulu düzenle ilgili bir konu olduğunu ve kendilerinin siyasi katılımıyla değişemeyeceğini düşünüyorlar. Kaldı ki, refah kaybı daha yüksek olduğu halde, başını başka tarafa çevirmek de daha kolay artık. Eskiden trafik polisi cüzdanındaki paradan aldığında konunun kendi ekmeğine dokunduğunu görüyordu vatandaş ama artık dev ihalelerde aklının almayacağı rakamlarla ilgili bir usulsüzlük olduğunda bunun kendisinin refahıyla ilgili olmadığı, iş yapanın derdi olması gerektiği, pozunu takınıyor. Gönül dayansın diye göz görmez hallere giriyor. Dolayısıyla, temiz temas talebini yeterli güçle ortaya koymuyor. “Şeffaflaşın, siz neler yapıyorsunuz, ben de görmek istiyorum” demiyor. İkinci mesele de şu: Kentsel rantlarla alakalı olarak çılgın bir hacmin ortaya çıkması, yolsuzluğa yatkın cepheleri öylesine hacimlendirdi, çoğalttı ve sıklaştırdı ki, bu durum toplumda yolsuzlukla mücadele konusuyla samimiyetle uğraşanların çocukluk ettiği yahut iş bilmezlik ettiği algısını kuvvetlendirdi. Ekonominin işleyişi o kadar fabrikasyon usulüyle yüksek hacimli rant yaratmaya döndü ki, yani devletin ekonomiye müdahalesi o kadar kalitesizleşmeye başladı ki, üretim faaliyetini teşvik eden boyutun ihmal edilmesiyle, kendisini besleyip idame ettiren bir rant-yolsuzluk sarmalına girilmiş oldu. O sarmalın baş döndürücü özellikleri sebebiyle de, vatandaşın neyin ne olduğunu takip imkanları azalmaya başladı.

 

Halk yolsuzluğun ne olduğunu biliyor mu?

Şu anda toplumun yolsuzlukla ilgili duyargaları çok açık değil. Genel olarak insanların yolsuzlukla ilgili anlayacağı en fahiş tanım, çil çil paranın el değiştirmesi ve bunun karşılığında kanuna aykırı bir işin, yapılmaması gerektiği halde, yapılması. Bu, yolsuzluğun en dar ve abartılı tanımı. Bizim ülkemizde bunu dahi dert etmiyor ortalama vatandaş. Toplum bundan yüksek bir rahatsızlık duymuyor. Zira kendi ekmeğine el atıldığını göremiyor. Daimi rant yaratımına yönelik devlet müdahalesindeki “bir koy beş al, bu kumardaki riskleri de yolsuzlukla bertaraf et” yapısı kanserojen bir yapı. Kendisini besleyip idame ettiriyor, ta ki ortada yolsuzluğu yapılacak bir değer bile kalmayana, üretim faaliyeti de gerçek anlamdaki katma değer de iktisadiyat hayatından çekilene kadar. Bunun kendi masasındaki ekmekle ilgisini yolsuzluk anında görmek toplum için zor. Oysa, ödenen bedel çok ağır. Zira, rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük gibi kavramların zararı o an ödenen paradan ibaret değil. O akan paranın kendisi, en dar anlamıyla toplumsal refah eksilmesi. Sebepsizce, karşılığında fayda üretilmiş olmadığı halde, rekabet zeminini bozacak ve azınlık lehine çoğunluğun sırtından hakkaniyetsiz kazanç sağlayacak şekilde, bir noktadan diğerine kaynak transferi, sadece transfer edilen kaynak kadar iktisadi etkinsizlik yaratıp zarar vermez. Bu, yolsuzluğun ekonomiye zararının en dar hali. İnovatif insanın iştahının kaçması, örneğin, daha beter, daha ağır bir zarar. Daha kaliteli ve yenilikçi ürünü daha ucuza halka ulaştırma gayretinde olanlar düzene eklemlenmiş olanlarca dışlandığında, toplumsal refahtaki eksilme eklemlenmiş olanın dışlama işlemi için ödediği paradan fersah fersah fazladır. Onu devede kulak bırakır. Kamuya bir okul yapıp, onu teslim edilemez halde olduğu halde rüşvetle teslim aldırtıp hayata geçirtirseniz, öğrenciye o fiziksel şartlarda kötü bir eğitim vermenin ekonomiye ve refaha etkisi verilen rüşvet meblağının kat be kat üzerindedir. Örnekleri çoğaltıp sizi yormayacağım.

 

Yolsuzluk yapıldığında ceza boyutu önemli değil mi, 17-25 Aralıkta cezalandırma olmayınca yargıya da güven sarsılmıyor mu?

O dönemle ilgili olarak “yolsuzluk oldu” diyemeyiz. En azından, bir hukuk adamı olarak, ben diyemem. Çünkü yargılama faaliyeti olamadı. Bu da yolsuzluk olmuş olmasından daha da kötü. Sürecin yargılanmamış olması daha kıyıcı ve kırıcı. Yargı mesele etmiyorsa yahut konu yargıya ulaşamıyorsa, toplum da bunun reaksiyon gösterilecek konulardan olmadığı şartlanmasına girebilir.

TÜSİAD, TKYD, TEİD, Şeffaflık Derneği ve benzeri “iş hayatında iyi yönetişim” derdindeki sivil toplum örgütleri ne zaman yolsuzlukla mücadele anlamında hassasiyet beyan etseler, toplumun bir kesimi “ya bırakın bu işleri, aklımızla alay etmeyin, bir meselemiz bu mu kaldı” noktasında yalnızlık yaşatıyor.

 

TÜSİAD deyince, TÜSİAD’a yolsuzluk raporu hazırladığınızda önce dönün kendi üyelerinize bakın eleştirileri gelmişti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yolsuzluk siyasi güç savaşıyla ilgili bir konu değil. Yolsuzluk refahla ve ekonomiyle ilgili. Öte yandan, bütün dünyada ve tarih boyunca doğru olmuş bir cümle de şudur ki, çok ciddi kontrol mekanizmaları yoksa, coşkun bir günlük demokrasi her an tetikte bekleyen bir toplumun nefesini ensesinde hissettirmiyorsa, siyasi güç çok uzun süre aynı elde bulunduğunda, daima toplumun ekonomik potansiyelini monopolize etmeye ve kendi zengin sınıfını yaratmaya çalışır. Bu sebeple, yolsuzlukla mücadele konusunu sahada da akademik olarak da çalışıp çalıştıranlar daima oyunbozanlıklarının “ödül”ünü en azından haksız eleştirilerle alırlar.

Yolsuzlukla mücadeleye bugün samimiyetle ve elbirliğiyle başlasak 10 yılda memleketin çehresini değiştiririz. Bu yola çıkmamamızın hiç bir gerekçesi yok, kendi iştahsızlığımızdan, irade eksikliğimizden başka. Ama belli bir sırayla sektör sektör giderek, para ve menfaat ve sonuç taşıyan aracıların peşinden giderek, onlara hayatı zorlaştırarak, rüşvet verenle alan arası güven ilişkisini tartaklayarak, şeffaflık sağlayarak, özel sektöre yükümlülükler getirerek, etik belgeleri imzalattırarak. Bu ekinler büyür, ancak başta da söylediğim gibi büyüyüp reşit hale geldikçe de bağımsız, tarafsız ve kaliteli yargı faaliyeti talep eder olur.

 

Türkiye’yi diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda global yolsuzluk haritasının neresindeyiz?

 Bazı yükselmekte olan ülkeler var ki bunların yolsuzlukla içli dışlı olması özellikle kalp kırıcı. Bunların içinde Türkiye de var. Çok yüksek potansiyeli var çünkü. Öte yanda, potansiyeli dile dolamakla potansiyel kullanılamıyor. İlanihaye potansiyelli de kalınamıyor. Bir toplumun yüksek potansiyeli bir süre sonra uçup gidiyor, onun değerlendiremediği fırsatları başkaları değerlendiriyor. Brezilya da bu türden ülkelerden. Baş döndürücü potansiyeli var ama bizimle aynı patinajlar içerisinde debeleniyor. Öte yandan, Petrobras skandalı çıktığında orada sert ve bağımsız bir medya gücünün nasıl bir enerjiyle konuyu didik didik ettiğini ve o toplum bu musibetten nasıl bir nasihat çıkartmalıysa onu topluma nasıl çıkarttırdığını görüyoruz. Türkiye ise, sizin deyiminizle global yolsuzluk haritasının yatırımcıyı ürküten bir yerinde, bundan en yüksek seviyede zarar görecek durumda ve bu duruma karşı da en hareketsizlerden.

 

Yolsuzlukla mücadele için basın özgürlüğü şart dediniz bu mücadeleyi veren gazetecilerin başına ne geldiği ortada bunla ilgili ne söylersiniz?

Basın özgürlüğünün olması için bunun da talebinin halktan gelmesi gerekiyor. Halk olmadan bir şey olmaz. Can Dündar insanlara bir haber ilettiği için hapisteyse, bu durumun ta kendisinden infial duyulmuyor ve hala “Can Dündar kimlerdendi? Şimdi bu maçta skor kaç kaç?” tartışması yapılıyorsa, basın mensubu da haklı olarak diyecek ki, benim arkamda kimse yok arkadaş. Bunu görünce ne yapacağı, nasıl yetiştirildiğiyle, çekirdeğinde ne olduğuyla ilgili bir konu. Can Dündar bu durumu göremediği için hapse gitmedi. Göre göre ve bu durumun gözlerinin içine baka baka gitti. Ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa, diyerek, yolunda devam eden de –her meslekte- olur ama o yananlardan ışık çıkartabilmek, o ışıkla bir aydınlık yakalayabilmek için dahi, buna iştahlı halk gerekir. Yine, sonuçta, halk olmadan bir şey olmaz. Toplumsal talebi olmayan her özgürlük, her hak, kağıtta kalır.

 

Toplum olarak çok mu yolsuzluk, hırsız sevici olduk?

 Topluma çullanacak bir şey yok. Toplum haklı olarak huzurundaki alternatiflerin bu somut konuda, yolsuzluk konusunda, fark yaratma kabiliyeti olduğuna inanmıyor. Güç sahibi herkes, düzen bu oldukça, bana bunu yapacak, diyor. Halk bu sebeple, abesle iştigal etmeyeceği için, yolsuzluğu kendi gündeminde üst sıralarda tutmuyor. Toplum bunu önemli bir problemi olarak görmeyerek enerjisini ekonomik kullanıyor yani. Mesafe kat edemeyeceğini düşündüğü yolculuğa hiç çıkmıyor. Türkiye’nin en önemli 10 meselesini yazın deseniz, hatta fikir vermek için de 50 tane madde alternatifini formüle edilmiş meseleler olarak topluma verseniz, o listede yolsuzluğun ilk 20’ye gireceğine inanmıyorum. Bu, yolsuzlukla mücadele yolculuğunda ilk hedefin ne olması gerektiğini de gösteriyor: Özel sektör tarafında, topluma umut, heves, heyecan ve farkındalık verecek olan yolsuzlukla mücadele projeleri; ortaklaşa eylemler. Ta ki kamu sektörü yolsuzluk için kendi ezberlediği rahat alanını terk etmek zorunda kalana, tedirgin olana ve bu arada verilen emekten heyecan duymuş toplum da hesap verilebilirliği talep eder vaziyete gelene kadar.